hesabın var mı? giriş yap

  • bir sonraki boş metrobüs için bekleyen ön sıranın kurduğu barajı, real madridler barcelonalar kuramadı.

  • kremasyon uygulamasının mantığı cesedin kısa bir sürede (1-2 saatte) ateş ile yok edilmesidir. 50 kiloluk bir kişide 2.5 kilo kemik, 40 kilo su, 7.5 kilo yanabilen organik madde bulunur. doğal olarak organik madde bu kadar su bulunduğu için yanamaz. başlangıçta cesedin buharlaşıp kuruması için önemli ölçüde enerji şarttır. bu enerji doğal/geleneksel kremasyonlarda odun gibi doğal maddelerin yanmasıyla sağlanırken günümüzde ki kremasyonlarda petrol ya da doğalgaz kullanılır. kremasyon sırasında önce cesetteki su buharlaşır ve organik maddeler yeteri kadar kuruyunca ceset kendi kendine yanar, ilk başta odun/doğalgaz, sonra ise vücudun kendisi yakıt haline gelir ve yanmaya başlar. bu sırada beyindeki sıvı kaynadığından kafatası açılır ve patlar. bugün bu uygulama kapalı mekanda yapıldığı için kimse nasıl olduğuna bakmaz. geleneksel kremasyonlarda, kremasyonu uygulayan kişi belli zamanlarda sopayla cesetin kafasına vurup delik açarak patlamayı engeller (gizli yapar bunu). genelde insanlar yakmanın cesedi çok küçük parçalara ayırdığını düşünür, bu tümüyle yanlıştır. yanmadan sonra arta kalan kemikler daha sonra öğütülür ve küllere karıştırılır. bugün kapların içinde bulduğumuz küller bunlardır.

  • sene 1997
    istanbul'a yeni gitmişim.
    çocukluk arkadaşım, can dostumla kadıköy postanesinin önünde saat 1'de buluşacağız.

    ben avrupa yakasından iett ile geliyorum. fırtına, kar, buz. rüzgar, insanın bir kulaklarından girip diğerinden iki misli çıkıyordu. deve katarı ağır aksak ilerliyordu. hava kül ve katran kokuyordu. manzara tam benlikti. neyse dağıtmayalım konuyu.

    kar, buz, trafik derken benim saat 1'de kadıköy'de olamayacağım belli oldu. başladım stresten kaşınmaya, "ya arkadaşım bekleyemez çekip giderse" diye. muhtemelen benim kar, fırtına, trafiği görüp geri döneceğimi de düşünmüş olabilirdi. ama ne olursa olsun gidecektim, geri dönmedim. saat oldu 2, daha yeni boğaz köprüsündeyiz, gıdım gıdım ilerliyor otobüs. saat oldu 2,5, sonra 3. hala varamadık amısına koduğum kadıköyü'ne. "arkadaşım şimdi çoktan gitmiştir, nasıl döneceğim bir daha aynı yolu" endişesi sardı, bitirdi beni. saat 3,5'a doğru kadıköy'de oldum, düşe kalka koşarak postaneyi buldum. "yok yok kesin gitmiştir, beklemez bu kadar saat" diyorum bir yandan. postanenin ön tarafından göremedim onu. dizlerimin bağı çözüldü. hafif diğer tarafa doğru baktığımda, karın, soğuğun ortasında tir tir beni bekleyen arkadaşımı gördüm. vazgeçip gitmemiş, it gibi titrese de beni beklemişti. koşarak sarıldım ona. garibim, 2,5-3 saate yakın beni beklemiş o soğukta.

    -işte böyle buluşuluyordu.

    şimdiki gibi kimse dakka başı osuruk gibi "qanka 10 dakikaya ordayım" diye birbirine mesaj atamıyordu ama insanlar bıçak gibi sertti, mertti.

  • recep tayyip erdoğan'a selam çakmıştır.

    --- spoiler ---

    kuzeye(rize) git legolas. orada halk arasında uzunadam(strider) diye tanınan biri var ve onu bul. ileride büyük bir lider olabilir.
    --- spoiler ---

  • umarım komple kaldırırlar. böyle ego sahibi, kendini allah sanan insanların bu şekilde dibi görmesi beni mutlu eder. müşteriyle, halkla düzgün konuşacak önce!

  • telefonda bir vedalaşma seramonisi.
    sondaki sağol'lar yersizdir zira sağol denecek bir durum yaşanmamıştır , sadece boşluk doldurur. bir nedeni de ''yeni bir mevzu açılmadan bir an önce bitirelim'' paniğinin karşılıklı olarak yaşanmasıdır.
    iki taraf da bu kelimeleri aynı anda apar topar sıralar ve birbirini dinlemez. hani o an birisi hissettirmeden karşıdakine annısskim filan dese diğeri garibim farketmez bile.
    son sağol'un son hecesinin telaffuz edilmesiyle hiç beklemeden aramayı bitir tuşuna basılmalıdır.