hesabın var mı? giriş yap

  • ondort yasimdaydim, artik zamani geldi dediler en cok da surekli hastalanarak onlara cektirdigim zulumu azaltmak icin olmali bademciklerimden kurtulmak icin beni ameliyat ettirmeye karar verdiler. okullar subat tatiline girmisti, kotu gri bir ankara kisinda otobus ve dolmusla elimde torba hastaneye gittik uvey annemle. ankara hastanesine gittik, doktoru gorduk, bana kalacagim odayi gosterdiler. tek kisilik oda, babam oyle olsun demis, sagolsun. doktor, "simdi sen dinlen, ameliyat yarina" dedi. uvey annem cocuklar evde yanliz dedi, beni birakip gitti. gunun geri kalan kisminda kitap okudum. gece lambasini acik birakip yattim, hastanenin sesleri acilip kapanan kapilarin sesleri giderek kesildi. uyumusum.
    sabah doktor geldiginde pencereden disari bakiyordum. "yok mu yaninda kimse?" dedi. "yok", dedim, "herkesin isi gucu var". "tamam o zaman hadi gidelim dedi", uzun koridorlardan gecip ameliyathane olmasi gereken yere vardik. "seni uyutamam, yaninda buyuk yok, zaten de bu ameliyatta kimse uyutulmaz, onun icin simdi sen sandalyeye otur" dedi. oturdum. "bademciklerine igne yapacagim, onlari uyusturacagim, ve alacagim, hic acimayacak, tamam mi?" basimi salladim, doktor simdi dusunuyorum da otuz kusur yaslarinda olmaliydi, bana cok yasli gorunuyordu o zaman tabii, koskocaman adam, canin acimayacak diyorsa acimaz herhalde diye dusundum. yanilmisim.
    onume oturdu, yandaki masadan buyuk bir siringa aldi ve igne takti. gozume koskocaman gorunen o igneyi bademciklerimin etrafina batirip cikardikca gozlerimden sesizce gelen yaslari "ne var bunda aglananacak, koskocaman kizsin sen" diyerek gene kendisi sildi. "bitti artik, bundan sonra acimayacak, tamam mi?" bu sefer basimi sallamadim, yalan soylemisti ve ben ona olan inancimi yitirmistim.
    "simdi bademciklerini alacagim, cok surmez hemen biter, sen sessiz dur tamam mi?"
    agzima giren makasi gorunce gozlerimi kapadim, annemi istiyorum dedim icimden, anne neredesin, keske yanimda olsaydin simdi. ama makas agzima girmisti bir kere, hic acimasizca kesiyordu bir yerlerimi; kirt-kirt-kirt-kirt-kirt. doktorun soluklari kalbimin gumburdeyen sesine karisiyor kulaklarima doluyor, basimi donduruyordu. kirt-kirt-kirt-kirt. anne neredesin?
    "tukur simdi" doktor ellerimi tuttu, "buz kesmissin, bak simdi seni yatagina goturup yatiracagiz, dinlenirsin, tamam mi?" tamam degil dedim icimden, beni kestin, sesini duydum, artik tamam degilim. doktor beni odama yolladi, uzun koridorlardan gecip odama geldik. yattim.
    yatagin basinda duran masanin ustundeki siyah klasik telefon oglene dogru caldi. babamdi.
    "nasilsin kizim?"
    "iyiyim baba"
    "istedigin birsey var mi?"
    biraz ilgi, biraz sevkat, tutulacak sicak bir el demedim ona.
    "hayir baba, tesekkur ederim."
    "hadi yat uyu, iki gune kalmaz iyilesirsin"
    "evet, tesekkur ederim"
    ertesi gunu cok kotu oldum, sanki olmayan bademciklerim gene sismistii ve bu sefer artik sesim de cikmiyordu, yataktan hic kalkmadim, doktor geldi beni gormeye, "kimse yok mu yaninda? yanliz misin?" basimi salladim evet babindan. " "hmmmm, sana mecmua getireyim mi, biraz eglenirsin" kalkti gitti bir muddet sonra elinde bir suru mecmuaya geri geldi. "bak fotoroman da var, sever misin?" basimi salladim. fotoromani kim sevmezdi ki o zamanlar? "al oku, ben de burada senin yaninda oturayim, kitabimi okuyayaim."
    o hastanede dort bes gun kalmis olmaliyim, babam ve annem telefonla hatirimi sordular birkac kere, yanima doktorla hemsireden baska kimse gelmedi. aksam yemeginden sonra yarim saat icin bile olsa doktorum bana getirecegi gazeteleri mecmualari nereden buluyorsa buluyor getiriyordu. o kitaplarini okurken ben mecmualarima bakiyordum. son gece ertesi gunu beni taburcu edecegini soyledi. "ama birisinin gelip seni goturmesi lazim, seni kendi basina birakamam kapiya" gulustuk. "uvey annem gelecek sanirim", dedim. "eh nihayet" dedi.
    ertsi sabah beni taburcu ederken tokalastik. ona tesekkur ederken ameliyat icin degil ama sonrasi icin demedim.
    "cok iyi doktorsunuz" dedim, "bir gun ben de sizin gibi bir doktor olmayi isterim"
    kucukcuk cocukmusum gibi burnumu fiskeledi. "daha iyilerini olacaksin sen"
    gene yalan soylemisti, doktor olmayacaktim.

  • twitter'da 10.000, instagram'da 350 gönderisi olan, yaklaşık 10 yıldır facebook'ta takılmış ve tumblr'ı 5 sene aktif bir şekilde kullanmış bir insan olarak sosyal medya hakkında birkaç kelam etmek istedim. aslında bu yazının başlığı şu: sosyal medyayı bırakınca neler değişiyor?

    hayatta görüp görebileceğiniz her şey, her durum, her ses, her koku, her eylem bir uyarıcıdır. gün içinde karşılaştığınız ve sizin için önem teşkil etmeyen her şeyi bilgisayarda yer kaplayan 1 kilobaytlık bir dosyaya benzetebiliriz. instagram'a girip elinizi her kaydırdığınızda karşınıza çıkan yeni bir fotoğraf, siz çok üstüne düşmeseniz bile beyninize aktarılıyor. insan beyni doğası gereği bu verileri bir süre saklıyor; en önem vermedikleriniz ile 24 saat muhafaza ediliyor. siz instagram'ı veya twitter'ı her yenilediğinizde veri toplamaya devam ediyorsunuz. 2 saatlik sosyal medya kullanımında beyninize 3.000'e yakın veri aktarılıyor ki bu şu demek: gördüğünüz her fotoğrafı, her açıklamayı, her yazıyı depoluyorsunuz ve bunlar 24 saat için bile olsa beyninizde kalıyor. bu veri akışı insan beynini feci şekilde yoruyor aslında; siz farkında olmasanız bile bin çeşit değişkenle uğraşıyorsunuz. sosyal medyayı bırakınca bu yük muazzam derecede azalıyor. sindirmesi iki saniye bile sürmeyen gönderilerin beyninizde nasıl bir ağırlık yaptığını sosyal medyayı bırakınca anlıyorsunuz. hayatınız hiçbir işinize yaramayan, size zerre etki etmeyen verilerle çevreleniyor. beyin bunlara o kadar çabuk adapte oluyor ki önemli olsun ya da olmasın uyarılara fazla tepki gösteremiyor. kullan at bilgilere fevkalade alıştığınız için sizi ilgilendiren bir konu olsa bile buna yeterli reaksiyon gösterememeye başlıyorsunuz. sokak ağzıyla söylemek gerekirse 'mala bağlıyorsunuz'. bu da sizin için önem teşkil eden sorunları ayıklama konusunda zafiyete yol açıyor ve sonucu zihinsel tembellik olan bir hastalığa doğru yelken açıyorsunuz. konsantrasyon bozukluğundan dolayı yaşananları net olarak algılayamıyorsunuz, bu açmaz giderek artan bir özgüvensizliği beraberinde getiriyor. kimse 'kendime güvenmiyorum ve yaşadığım bu kötü hayat aslında tamamen benden kaynaklanıyor' diyemediği için, suçu dış sebeplere atma eğilimi gösteriyorsunuz. tüm bunların sonucunda memnuniyetsiz, mutsuz, sinirli bir insana dönüşüyorsunuz. bu da kendisini sürekli tekrarlayan bir stres hali doğuruyor.

    mukayese, insan beynini ciddi anlamda etkiliyor. evrimsel olarak toplumda yer edinmeyi kafasına koymuş olduğumuz için olası her karşılaştırma bizi kötü anlamda etkiliyor. sosyal medya hesaplarından başkalarının gönderilerine baktığımızda mukayese bir refleks olarak gösteriyor kendisini; yaşadığımız hayatla gördüğümüz yaşamları kıyaslama 'alışkanlığı' ediniyoruz. bunun bir tür alışkanlık olması konumuzun çekirdeğini oluşturuyor. kişi kendisini diğerleriyle kıyaslamayı adet haline getiriyor. bu alışkanlığın getirisi de şu: beyin kendisinde olmayanı sürekli tekrar ediyor. şöyle örnek verelim; maddi durumu iyi olmayan kişi milyoner bir insanı takip edip onun gönderilerine baktığında fakir olduğunu sürekli hatırlıyor. er kişi sosyal medyada takıldığı süre boyunca sahip olamadığı şeylerin başkalarında var olduğu gerçeğiyle her gün yüzleşiyor. sürekli olumsuzu düşünsek ve her allahın günü acılarımızı yeniden hatırlarsak ne olur? beyin her zaman olduğu gibi burada da devreye giriyor ve insanı var olan düşünceye alıştırıyor; eksikliği her gün yüzüne vurulan insanda kabullenme başlıyor. asla mutlu olamayacağını, asla diğerleri gibi yaşayamayacağını baştan kabul ediyor. bunun bir yanılgı olduğunu, her insanın belli başlı dertlerle uğraştığını, kimse için hayatın toz pembe olmadığını bir türlü göremiyor. sonunda herkesin mükemmel yaşadığını ancak kendisinin bu treni kaçırdığını düşünüyor. sürekli sosyal medyada takıldığı için beynin bu düşünce sarmalından kurtulma imkanı kalmıyor. sosyal medyayı bırakınca, günümüzün belki de %70'ini kapsayan bu mukayese dürtüsü de kalkıyor ortadan; sürekli başkalarının hayatlarına bakmadığımız için herhangi bir karşılaştırma ihtiyacı da hissetmiyoruz. başkalarıyla çok fazla haşır neşir olan her insan eninde sonunda özgüven sorunu yaşar. toplumsallığın bir getirisidir bu. sosyal medyayı bırakınca bu durum ortadan kalkıyor.

    bir insana sürekli aynı şey verildiğinde beyin ona tolerans geliştirir. sosyal medya ortalama seviyenin çok altında bir zeka seviyesi dayatıyor bize; bayat esprileri, öfkeyle temellenmiş gönderileri, fanatikliği, kavgayı görüyoruz sosyal medyada. burası herkesin rahatça girdiği bir alan olduğu için zeka seviyesi ister istemez dibe vuruyor. siz de istemeseniz bile bunlarla karşılaşıyorsunuz sürekli. ilk başlarda 'yok artık' dediğiniz şeyler bir ritüele dönüşüyor ve bu kitlesel salaklığa alışmaya başlıyorsunuz. ona karşı geliştirdiğiniz tavır gittikçe yumuşuyor ve siz artık bunun 'olağan' olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. bunun adı psikozdur. insan beyni içinde olduğu şartlara uyumlanma refleksi gösterir. size hiç uymayan bir şey bile olsa eğer ona sürekli maruz kalırsanız beyin bu manzaraya uyumlanmak zorunda hissediyor kendisini. son dönemlerde sürekli önümüze çıkan tiktok videoları bunun en güzel örneğidir. sosyal medyayı bırakınca, aptallık bir kabul olmaktan çıkıyor ve beyin bunlara tolerans göstermek zorunda kalmıyor. özetle aptallaşmıyorsunuz, aptallığı kabul etmek zorunda kalmıyorsunuz, akılsızlığı 'normal' bir şey gibi görmemeye başlıyorsunuz.

    sosyal medyanın insana attığı son kazık, herkesin de dile getirdiği gibi beğenilme arzusu. like dediğimiz şey, sizin uzun uğraşlar sonucu elde etmeniz gereken şeyi hemen önünüze koyuyor. takdir görme isteğinizi sosyal medya gönderileriyle doyurmaya çalıştığınızda beyninizin ödül mekanizmasını eleğe çeviriyorsunuz. aldığınız her like o mekanizmayı harekete geçiriyor. bir süre sonra beyin buna alışıyor ve artık tatmin olmamaya başlıyor. ne yaparsanız yapın doyuramadığınız bu bölge sizden hep daha iyisini bekliyor. ancak bunu veremiyorsunuz ve olay artık tatminsizliğe dönüşüyor. ne yaparsa yapsın bir türlü tatmin olamayan er kişide stres yükseliyor. sosyal medyayı bıraktığınızda ödül mekanizması derin bir nefes alıyor. sürekli tatmin edilmediği için normale dönüyor ve siz tatminsizlik duygusuyla uğraşmıyorsunuz. sosyal hayatta karşılaştığınız bir insanın sizi övmesi muhteşem bir özgüvene sebep oluyor. sonucunda siz, normal insan olmaya biraz daha yaklaşmış oluyorsunuz.

    sosyal medyayı yıllarca çok aktif bir şekilde kullandığım için onu bırakmak bana imkansız gibi görünüyordu. iş olsun diye hesaplarımı dondurduğuma ne olursa olsun geri devam ederim diye düşünmüştüm. ancak daha sonra çok farklı bir hayatın içinde olduğumu fark ettim. en önemlisi kaotik yaşamdan sıyrıldığımı hissettim. daha itidalli, daha mutlu ve daha hafif hissediyorum kendimi. özgüvenim yerine geldi, sinir ve stres benden uzaklaştı. şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki sosyal medya alkolden ve sigaradan çok daha fazla zarar vermiş bana. bunu şimdi anlıyorum. sosyal medyayı bırakmak isteyen bir kişiyi dahi ikna edebilirsem ne mutlu bana.

  • "ulan ak dangalaklar, madem hirsiza oy verecektiniz cem uzan'in ne eksigi vardi. adam en azindan amerika'yi carpip ulkeye yatirim yapti. hem de rte'den daha karizma." ahp gazetesi.

  • brüt tutar topluca nakit olarak teslim edilsin!

    brüt hakedişin, vergi ve kesintilerin bir kağıtta gösterilmesi,
    sonra hesaba net kalan paranın yatırılması veya elden verilmesi aynı şey değil.

    maaşlar brüt teslim edilsin ve her kişi kendi elcağızıyla paracıkları sikke sikke saysın ilgili kurumlara.

    gelir vergisi, yılda bir kez topluca ödetilsin.
    maaşa istinaden sgk ve diğer kesintiler aylık olarak düzenli biçimde ödetilsin.
    ay boyunca harcalamarın vergileri toplanıp ayrıca ödetilsin.

    daha önce de yazdım,
    alışverişte net ödeme yapılsın.

    kdv ötv vs tüm vergiler ayrıca hesaplansın.
    fiş ve faturalarda iri harflerle
    ay sonunda ödenecek vergi
    yazsın.

    ay sonunda sikke sikke
    veya kuruş kuruş ödetilsin!

    kısacası mesela,
    brüt 10.000 adet aldığımız türk lirasının
    nasıl en az 7.000 adet lirasını onlarca kalem kesinti için devletimize ödüyoruz "net" biçimde görelim.

    vatandaş inisiyatifine bırakılınca;
    vergisini ödemedi mi?
    bir kaç ihtar sonrası maaşına haciz konsun.
    vergi kaçırmaya devam ederse cezaevine atılsın.

    sgk primini mi yatırmadı?
    paşa gönlü bilir...emekli olamasın.

    sağlık payını mı ödemedi?
    ölsün ibne...tedavi olamasın.

    bu millet, seçimle gelenlerin,
    cebinden çıkan paraları savurduğunu ancak böyle olursa idrak eder.
    ancak o zaman, şirketlerin s ı f ı r l a n a n vergi borçlarını duyunca
    - du bakalım alloooo nasıl oluyor sayın devlet efendi, höqumet bey?
    diye hesap sorar.

    millî iradesini idareli kullanır...
    kime neyi teslim edeceğini düşünür.

    editto,
    vergi kaçıran veya zamanında ödemeyen tipler için önlem önerileri:
    kamu kurumlarındaki devlet memurlarının maaşları, vatandaşın vergilerinden ödeniyor.
    (tabii onların da kendi maaşından yine gelir vergisi kesiliyor unutmayalım)

    neyse...bu sistemde vergiyi ödemedi mi?
    devletle ilgili her işinde ceza olarak dosyası arkaya atılsın!
    başvurularına geç randevu verilsin,
    mahkemelik olduğunda müştekî ise davası ötelensin, hakkında dava açılmışsa hemen defteri dürülsün!
    hem vergisini dürüst ve zamanında ödemeyecek hem de "eşit" adalet isteyecek öyle mi?
    sürünsün ibne.

    böylece kamu memurları, vergisini dürüstçe ödeyen vatandaşın işlerini öncelikli ve rüşvetsiz yapmış olsun.

  • geziye katılan onurlu insanları unutmamak için bir liste gerekliydi. yayın hayatı boyunca en faydalı işe imza atmıştır.

    teşekkürler akit.

  • 19 ağustos 2023 galatasaray trabzonspor maçının 90+3. dakikasında penaltı noktasının 1 metre gerisinden kafayla topu çatala takan ırz düşmanı.

    yok kampa katılmamış, yok fiyat arttırmaya çalışıyor, yok tatili uzatıyor diye cazırdıyordu bizim taraftar. bırak tatili falan bu adam "yhaa benim netflix'te dizim var. onu izleyip ikinci yarıda giricem oyuna." dese itiraz etmeyeceğiz beyler. bu da böyle bir manyak işte.

    ulan o değil de şu aptal aşkın olayım şarkısını da sevdirdin ya bize daha bi şi demiyorum.