hesabın var mı? giriş yap

  • apollo 11'de 16 bit mimari kullanildi, toplamda 71kb'lik bir hafiza vardi. ayrica otonom bir sistem de degildi, yani dunyadan yonetiliyordu. oyle gta 5 calistiracak bir sisteme gerek yoktu. saniyede 85.000 komut isleyebilen bir islemcisi vardi.

    insanlara cahil demeden once en azindan google'da arama yapmak cok zor olmamali.

    edit: başlık başa kalmış.

  • çalın. iyi çalamayacaksanız da, virtüoz olamayacaksanız da, küçük yaşta başlamadıysanız da, günün birinde adınız gitarla birlikte anılmayacaksa da çalın. çalmak istiyorsanız, çalın.

    "gitar ayağa düştü hacı." diyenlere takılmayın. neymiş, vay efendim, herkes gitar çalmaya heves ediyormuş. bir toplum düşünün ki her bir ferdi bir enstrümanla az buçuk uğraşmış, bir enstrümandan üç beş ses çıkarmasını biliyor. ne büyük felaket, değil mi?

    güzeldir kardeşim. al gitarını, istersen iki tıngırdat bırak. istersen uğraş, çalış, öğren çalmasını. kimseye borcun yok, virtüoz falan olmak zorunda değilsin. çal gitsin.

  • başnot: okumaya başlamak üzere olduğunuz bu entry'de, dizinin 4. sezon 10. bölümüne dek epey ağır birçok spoiler bulunmasının yanısıra, ilerleyen bölümler için de tehlike teşkil edebilecek bilgiler mevcut olabilir. eğer, neden basitçe spoiler tuşuna basıp olası tatsızlıkların önüne geçmediğimi sorguluyorsanız, cevabım daha basit: şu an içinde bulunduğunuz başlık, breaking bad'deki sinekli bölüm. başlığın doğası gereği, yukarıda birçok spoiler okumuş ve aşağıda da okumaya devam ediyor olacaksınız. kısacası; brace yourself, spoilers are comin'!

    ~~

    öncelikle bir şeyi kabul etmek gerek; "fly", yani dizinin 3. sezonunun 10. bölümü, gerisinideki 29 bölüm ile kıyaslanamayacak kadar uçurum-vari bir tempo düşüklüğü içindeydi. sizleri te 1. sezona, yahut 2. sezona döndürecek değilim. "fly"'ın hemen bir öncesindeki "kafkaesque"'i hatırlarsak, bu uçurumun ne denli ölümcül olduğunu fark edebiliriz. vince gilligan'a şükürler olsun ki, "abiquiu", voltajın yeniden yükseltildiği, dozun yeniden arttırıldığı bölüm olmanın yanısıra, izleyicilerin "alışıktıkları" diziyi izlemeye devam edeceklerinin de habercisi oldu. ha, "abiquiu", "fly" gibi düşük tempolu bir bölüm olsaydı, diziyi izlemeyi bırakacak olanlardan mı olurdum? kesinlikle hayır. daha önce yazdığım herhangi bir sinema entrisine denk gelmiş olanlar bilecektir ki, sinema ve dizi dendiğinde kasvet dozu yüksek, sembolik anlamlarla bezeli, oyuncuların yeteneklerini sergileyebilmek adına uzunca süreler alabildiği işlere meyil ediyorum. peki doğrusunun da bu olduğu yönünde bir düşüncem var mı? kesinlikle hayır. elbette çokça tercih edilen, beğenilen, sevilen işler vurdulu-kırdılı-patlamalı-koşuşturmalı olacaktır. sektörün emri bu. işte bu yüzden vince gilligan'a şükürler olsun ki, azınlığı memnun etmek yerine çoğunluğa yöneldi ve tek bir kemer sıkışın ardından araba yakmalı, kamyon taramalı, kan dökmeli bölümler hazırlamaya devam etti. aksi halde, ben ve benim gibi beğenen az sayıda kişi birkaç bölüm ihya olacaktı ve ardından bum! ani bir izlenme oranı düşüklüğü ile diziye sağlanan reklam gelirleri giderek azalacak ve dizi sonlanmak zorunda kalacaktı. sanırım işin bu açısından bakarsak, yani diziyi halen izleyebiliyor olduğumuzu düşünürsek, "fly"'ın -bölüm sayısı hala artmakta olan- onlarca bölümlük bir dizide yegane düşük tempolu bölüm olması, hepimiz için hayırlara vesile olmuş demektir.

    "fly"'ın gerekliliği açısından daha evvel bu başlıkta ve farklı platformlarda çeşitli tartışmalar dönmüş. bu entry'yi okuyanlar da fazla uzaklara gitmesin diye yine bu başlıktan bir akil adam bakınızı vereyim, hem king dain'i, hem de ifadelerini destekleyeyim diyorum.

    (bkz: breaking bad'deki sinekli bölüm/@king dain)

    aslında bu bölüm, sadece walter white'ın iç dünyasına açılan bir kapı niteliği taşımıyor. (yine dikkatli izleyiciler fark etmişlerdir ve etmemiş olanlarsa -gönlüm ister ki- bir şekilde fark etsinler) 4. sezonun 10. bölümü'nün*, yani "salud"'un zirve noktalarından biri olan, jesse pinkman'ın meksika'daki pişirme labaratuvarındaki solosu, "fly" bölümü ile hem doğrudan hem de dolaylı yoldan birçok bağ taşıyor. doğrudan bağlardan ilk akla gelen, kesinlikle, jesse pinkman'ın, "fly"da olmayanı ettiği walter white'ın diline pelesenk olmuş "contamination" kelimesini kullanmak durumunda kalmasıdır. ki, bu kelimeyi yine anafikri walter white'a ait olan "...and then we gonna clean up every possible sources of contamination. and only then we cook!"** çıkışında kullanıyor. sanırım "fly"'ın ve söz konusu bölümün walter white'ın manyaklığa varan titiz çalışma azmine tuttuğu aynanın jesse pinkman üzerindeki kalıcı etkilerinden daha fazla söz etmeye gerek yok. jesse pinkman, walter white için, 2. sezonun 12. bölümü "phoenix"'teki bar sahnesinden de anımsanabileceği gibi, bir yeğenden hatta bir oğuldan farksızdır. walter white ise, jesse pinkman için, asla sevilen bir hoca olamadı belki ama kesinlikle çok şey öğrenilen bir baba oldu.

    "fly"... olanca durağanlığı fakat kesinlikle muhteşem derinliği ile dizinin en dolu bölümü... hem, ilk sezondan günümüze kadar dizinin şoför koltuğunda kim var? walter white. muavin koltuğunda kim var? jesse pinkman. eh, bu iki yol arkadaşının kafa kafaya olduğu koca bir bölüm çıkmış karşımıza. izleyip tadını çıkaracağımız yerde...

    -----------
    **: "...sonra da tüm olası kontaminasyon* kaynaklarını temizleyeceğiz. ancak o zaman pişirmeye başlayabiliriz!"
    -----------

    ~~

    dipnot: kalbur üstü her sözlükte irili ufaklı entryleri olan ben, altı yıllık sözlük hayatımda hiç bu kadar sakin sakin entry yazmamıştım. doğruyu söyleyin doktor bey, ölecek miyim?

  • muhtaç büyütülmemiştir. gak deyince mama guk deyince mama gelmemiştir önüne.

    ek işler yapmıştır üniversitedeyken. yan gelip yatmamıştır hayatının hiç bir döneminde.

    annesinden hizmet beklememiştir. sabah uyandığında, annesi/her kiminle yaşıyor ise, erken kalkıp sofrayı kurmuşsa, ben neden uyanmadım pişmanlığı duyar içten içe, tüm kahvaltıyı bu düşünceyle geçirir.

    hayatı bilir, yarın öbür gün, başka insanlara bağımlı yaşayanlar, yalnız kaldıklarında kendilerni kaybedecekken, bu insan hiç zorlanmaz yalnız kalmaktan.

    kendi kendine yaşar. ne kimseye yük olur, ne kimseye ayak bağı olur.

    ama çok da güzel yardıma koşar.

  • görüntülerdeki çiğköftecidir. istanbul, beyoğlu’nda çiğköfteci işleten baba oğulun dükkanına dürüm almaya gelen kişinin “ben olmadan kuş uçmaz buralardan, haracını vereceksin” lafına karşı gelen adamın dükkanını 10 dakika içinde 15 kişiyle darmaduman ediyorlar.

    sene 2022 hala birileri küçük işletmelerden zorbalıkla para topluyor. çocuğun ifadesine ve görüntülere bakın, bunlar bu özgüveni nerden alıyor sayın süleyman soylu ?

    edit: çiğköfteci’nin bir diğer konuşması burada.

    edit2: https://www.sabah.com.tr/…dugu-anlar-kamerada-video olayla ilgili yeni iddialar var ve eğer bu iddialar doğruysa, çiğköfteci burdaki herkesi ters köşe yapacak gibi gözüküyor :d

  • restoranda kuver açılır
    lokantada masada ekmek dolu bir kova ve birkaç şişe su olur

    restoranda paltomuzu vestiyere asarız
    lokantada paltomuzu yandaki sandalyeye koyarız

    restoranda masa hazırlanır / hazırdır
    lokantada masa ıslak bezle silinir

    restoranda yemekten sonra çay, kahve ne arzu ettiğimiz sorulur
    lokantada fazla sorulmaz, çay zaten getirilir

    restoranda çeşit çeşit tatlı olur
    lokantada kemalpaşa ve sütlaç olur

    restoranda garsondan hesabı rica ederiz,
    lokantada "usta günahımız neymiş bilelim" deriz.

  • az önce biten boston celtics maçında 70 (yetmiş) sayı atan basketbolcudur. 17/29 iki sayı, 4/11 üç sayı, 24/26 serbest atış istatistikleri ile bu sayıya ulaşmış ve bu arkadaşımız henüz 20 yaşında.
    bugün basketbolu bıraksa herhalde kimse birşey demez kendisine.*