hesabın var mı? giriş yap

  • hem konum hem de içerik olarak aslında ingilizce bilip gene de altyazıları okumaya benzer..
    bilirsin aşağıda farklı bir şey yok, ama gene de gözlerini alamazsın.

  • --- spoiler ---

    rita bennett'in öldürüldüğü küvet sahnesi. daha doğrusu dexter'in onu bulma anı. çok etkilenmiştim ve baya üzülmüştüm. 2 duyguyu zirvede yaşatan bir sahne idi.

    --- spoiler ---

  • yuh artık dediğim özelliğin gelmesidir.

    taksiler ne işe yarar insan cidden merak ediyor.

    bu kadar çingenelik yaptıkları yetmemiş gibi bir de keriz parası kestirmek için özellik ekleniyor.

    dünya'da bir ilk...!

  • bilhassa bazı bilgisayar ve konsol oyunları ile gerilim filmlerinin vazgeçilmez unsurlarından biridir bu. filmin ya da oyunun bir anında mutlaka kahramanlar bilim adamının kaydettiği günlüğe ulaşırlar. kaydettiği diyorum, çünkü bu üzeri tozlanmış ciltli bir defter de olabilir, bir dizi ses bandı ya da video kaydı da... yani sonuçta kimsenin kalbini kırmak istemiyorum. kültürün sanatın klişesi olacak tabii. hayat da zaten bir klişe yumağı değil mi kedi gibi oynadığımız ama hala içimizdeki boşluğa dokunan ve bizi alev alev üşüten? (la yörü git!)

    burada beni rahatsız eden 2 şey var dostlarım:

    1. ısrarla bu günlüğü okuyan insanların deneyin sonucuyla ilgili olarak şaşırmaları.

    2. bilim adamının kaydın bir yerinde "hiç böyle yapmazlardı", "bugün tuhaf bir şey oldu" vs vs... deyip "kaçın lan kaçın arrrrrooooovvvv geliyle" diye bir dehşet mesajıyla olayı bitirmesi.

    bakın bir örnek verelim:

    3 aralık

    bugün yıllardır süren araştırmalarımın ilk sonuçlarını almaya başlıyorum. koyun-tavuk-insan ve gergedan dna'larını karıştırıp arsenikte beklettim. üç ay boyunca düzenli olarak plütonyum ve uranyum zerkedip, radyoaktif ışınlara maruz bıraktım. sonuç şaşırtıcı... kuluçka evresi başladı.

    19 ocak

    aman yarabbi... bugün çok tuhaf bir şey oldu. bu "şey"... bu "şey"... ama hayır, artık onun bir ismi var. ona at serumu deneyinde kaybettiğim bacanağımın adını verdim... onun adı artık cengiz.

    27 ocak

    doğalı bir hafta oldu ama şu an cengiz'in vücut fonksiyonları 38 yaşındaki bir adam, 4 yaşındaki bir gergedan, 14 aylık bir tavuğunkine eş değer. koyun kısmıyla ilgili yaş tahmini yapmak istedik ama sonuç olumsuz. en sonunda cengiz'in döş kısmından bir numuneyi vedat milor'e gönderdik. "erzurum civarında otlamış 6 aylık yağlı kuzu bu... kekremsi, güzel..." diye mail attı. o kısımları komple kesip kavurma yaptık. şu an cengiz'in döş kısmı yok.

    4 şubat

    hiç böyle yapmazdı... koyun kısmını yediğimiz için artık otla besleyemiyoruz. sanırım bir canavar yarattım, bugün asistanım erkan'a kendi yumurtalarını atmış. sanırım artık aman allam yo yo yooooodoooooooo....

    *

    yooooooo tabii... ne bekliyordun, ne olacaktı? bayrama el öpmeye mi gidecektin cengiz'le, düğünde halay mı cekecektin? yoooooo tabii.

    işte bu noktada video görüntüsünün aniden bulanıklaşması, ses kaydının bozulması ya da günlüğün ilgili kısmının cardattanak yırtılmak (kan iziyle birlikte) suretiyle "kayıp" olması çok olağandır. ama dediğim gibi beni asıl sinirlendiren bu günlükler ulaşan insanların tepkileri: "burda ne olmuş böyle tanrım..." lan ne olmuşu var mı, deney adı altında binbir mahluku karıştırıp aşılaya aşılaya hayvan etmişler, canavar etmişler hepsini. ne bekliyordun ki? deneyse en güzel deney gregor mendel'in bezelye deneyidir kardeşim. biliyorsunuz deney sonunda mendel, bezelye'nin yanında giden en güzel şeyin pirinç pilavı ve ayran olduğu sonucuna vardı. bakın üç yüz yıldır yiyoruz, bakliyatçı çiftçinin de yüzü gülüyor. allah razı olsun. geçenlerde mendel'in günlükleri çıktı yky'den. okudum. ziraat bankası tarım kredisine başvuran çiftçi günlüğü gibi günlüğü. ne bir fevrilik var, ne bir aşırılık. bezelyeler kıvama geldi diyor, mavi gözlü sedat yanımdaydı diyor bilme ne. bilimse bu da bilim, günlükse bu da günlük işte.

  • senin şehrinde kafede oturmandan ne farkı var? suçluyu yanlış yerde aramayın.

    edit: insanların hangi ruh halinde olduklarını bu açıdan nasıl anladınız?

  • çocuk tiyatrosu, dolayısıyla da pedagoji okumuş alelade bir insan olarak ne abartılması ne de yerilmesi gerektiğini düşündüğüm çocuktur. abartılmasın zira soyut işlemler dönemine girip girmediğini bilmiyoruz. ve lütfen yerilmesin çünkü henüz çocuktur.

    genel olarak çocuklar bu yaşlarda ilgilerini çeken konularda bilgi depolamaya meyillidirler. bütün dinozorları tanıyan, yaşadıkları dönemleri, fiziksel özelliklerini ezbere sayan çocukları düşünün, ya da eski mısır, vampirler, teknoloji hatta illuminati gibi konularda gece gündüz "araştırma" yapanları. bunun bir sebebi meraksa diğeri de yaşıtları ya da övgü almak istediği yetişkinler arasında bir şeyin uzmanı olarak kimlik kazanmak olur genelde. çocuk beyninin kümülatif bilgiyi depolama kapasitesini de unutmayın. neredeyse bir gecede on kıta istiklal marşı ezberlemişizdir hepimiz. ilerleyen yaşlarda hem konvansiyonel eğitimin yükü hem de ergenliğin kendine özgü öncelikleri nedeniyle bu savant benzeri eğilim gittikçe silikleşir ve sosyal hayatta çok yönlü iletişim kurmalarına katkı sağlayan "genel kültür"e yönelirler.

    şimdi başa döner ve bu çocuğumuzun soyut kavramları anlayabilme yetisini sorgularsak okuduğunu iddia ettiği kitaplardaki fikirleri birbirlerine ne derecede eklemleyebildiği, ne kadarınınsa bunlar üzerine olan tartışmalardan, hatta yetişkinlerin açıklamalarından kaynaklanan ikincil özetler olduğu bir soru işareti olacaktır. çocuğun zeka gelişiminin yaşıtlarına göre ileri olduğunu kabul edersek de yine felsefe okumalarına temel teşkil etmesi gereken tarih, siyaset, sosyoloji gibi alanlarda bilgi birikiminin olup olmadığı sorgulanmalıdır. videodaki çıkarımları bana ilk ihtimalin daha yüksek olduğunu gösterdi açıkçası. belli ki platon'un gerçek adı, felsefi akımların özet tanımları gibi bilgi parçacıklarına erişebileceği bir çevrede yaşıyor ve bunları tekrar ettiğinde bir ödül mekanizması işliyor. tıpkı videoda "çak" yapan yetişkin gibi.

    son olarak, -maalesef- ben de bu tür hasletlerin övüldüğü bir ailede yetiştim. annem 11 yaşında sofi'nin dünyası'nı okuyup bitirmemle övünürdü. ki gerçekten bitirmiştim ama kurgusal olay örgüsü dışındaki felsefe derslerini okurken aslında pek bir yere oturtamadığımı, haliyle keyif falan da almadığımı çok net hatırlıyorum. aklımda felsefe okulları, filozoflar, temel ontolojik sorular gibi parçacıklar olduğundan sorulduğunda birkaç cümle ediyordum ve bu kadarı bile deli gibi övülmeme sebep oluyordu. sonradan sonraya bunun ne kadar anlamsız olduğunu fark ettim ve gerçekten sevdiğim kitapları okumaya başladım. demek istediğim, bir çocuk bu yaşta pür kuramsal bilgiye maruz kalmadan da yaşama dair sorunlar üzerine düşünebilir. roald dahl, j.k rowling okumakta ya da iyi çocuk filmleri, tiyatro oyunları izlemekte bir beis yok. bunların birçoğunda temel etik kavramlar, sebep-sonuç ilişkisi, farklı bakış açılarını sorgulayarak kendi sonuçlarına varma gibi düşünsel pratikler zaten bulunur ve hikayeleştirme-özdeşleşme-duygusal bağ kurma yoluyla daha kalıcı bir kavrayış düzeyi yakalanır.

    spinoza okumasın demiyorum, yine okusun fakat umarım ailesi çocukluğun en büyük ve geri döndürülemez hazinesi olan sınırsız ve kuralsız merak ile hayal gücüne de yatırım yapmaları gerektiğini biliyordur. zira ömür boyu ciltlerce felsefe tarihi okunabilir ama özgür bırakılmış merak olmadan yeni fikirlere ulaşmak imkansıza yakındır.

  • müstakbel eşimle evlenmek için yanına taşındığımda içinde bir adet eş kişisi, çift kişilik yatak, kablolu tv bağlanmış bir adet antika bilgisayar ve üç çatalla gelen evdi bizimkisi. bir de dışarda yeme artık demem sebebiyle bir yıl kadar önce aldığı ve hiç kullanmadığı uyduruk tencere tava seti vardı ki ben ciddi bir ev aşçısıyım. alet edevat lazım diye çemkirmedim. öyle evlendik, bir yandan tayin bekleyerek.

    garaj üstü, buralarda kaynana dairesi denen bir artı bir minnicik bir evimsi. bazan o da yeter, en azından ihtiyaçlarınız netleşene kadar. yani bir kere evleniyorum diyerek sanki bir daha hiç vaktiniz, naktiniz olmayacakmış gibi ihtiyacım var mı yok mu diye düşünmeden her bir şeyi alıp kendinize yüklenmeyin. mühim olan sizsiniz ve sizin içinde bulunduğunuz şartlar. bana kendi çevremden manyakmısın diyenler de çıktı, hiç canımı sıkmadım. kendileri " eviniz mülk, çıkar kiracıyı otur. bahçedeki bit kadar evin neresine sığacaksınız. bir kere gelin oluyorsun, ne istiyorsan aldır ilerde nazın geçmez. hem yarın çocuğunuz olacak, bık bık vıdı " diye rengarenk yumurtalar yumurtladılar, aldırmadım. tayin gelse, başka yere taşınsak eve zurt diye kiracıyı kim bulacak. altı üstü iki kişi olan bizim için alınmış kervanlar dolusu eşyayı taşıma derdine kim düşecek. ne güzel içinde oturanı var zaten, biz ufak yerden ve gerekirse sadece birbirimizle başlarız ortak hayatımıza diye düşündüm.

    şimdi bakıyorum, iyi ki öyle alel acele ev dayayıp döşememişim. tayin olmadı ama çok daha güzel bir ev bulduk burda. knik arm ve karlı dağları yuva bilmiş insanların ışıkları uzaktan göz kırpıyor bu uğurlu eve. kapalı havalarda bulutlar altımızda kalıyor ve güneş altın başını gösterdiğinde öyle güzel süzülüyor ki ışıklar. kocaman pencerelerden yıldızları izleyerek battaniyelerin altında dürüm yapıyoruz kendimizi uzun kış gecelerinde. yeni taşındık, küçük evde geçen süre zarfında ihtiyaçlar oldukça listeledim ve çoğunu sakin zamanda, çok daha uygun fiyatlara alıp kutularında muhafaza ettim. buna rağmen hala televizyonumuz yok, salonda ışıl ışıl bir noel ağacı ve tombik bir kanepe var sadece. bu sadelik çok hoşuma gidiyor. yeniden evlenmiş gibiyiz. minik evimizi boyadım, şimdi kiraya vereceğiz. onu bunu, hemen şimdi istemek yerine mali kaynaklarımızı düzenlemişim iyi ki.

    yani evlenirken onca telaş arasında güzel huzurunuzu bozmayın, maddi manevi kendinizi cendereye sokmayın. yuva kuruyorsunuz ve madem ömürlük bir yol, uzunca zamanınız var ihtiyaçlarınızı temin etmek için.

    o yüzden eşya derdine düşmeden önce iki gönül bir olun, samanlığı seyran edin gitsin. gerisi kendiliğinden gelir.

  • biz şimdi bu çocuğu ekmek almaya giderken vurup 9 aydır can çekişmesine neden olanlara "emri ben verdim" diyenlerle sandıkta hesaplaşacağız, öyle mi?

    çocukların ömrüne oy biçenlere lanet olsun.