hesabın var mı? giriş yap

  • hayatimda gordugum halka seklinde bagaj bandi olmayan tek havalimani. bavullar kosu bandi gibi duz bir bagaj bandi uzerinde gelip sonunda bir duvara carpip oraya yigiliyorlar. fantastik.

  • (bkz: al işte kırdın)

    soruları soran abla, kağıttan okuduğu soruların sırasını değiştirse, hababam’daki meşhur şaban-müfettiş sahnesi gerçek olabilirdi...

    ayrıca sorular belli; cevapları dinlemek için oraya bu robotumsu yerine bi teyp getirilse aynı işlevi yapardı.

  • ''19. yüzyıl, kapitalist etikte yeniliğe yol açmadı. avrupa'yı kasıp kavuran sanayi devrimi, bankerleri ve sermayedarları zenginleştirdi ama milyonlarca işçiyi sefalet içinde fakirliğe mahkum etti. avrupa kolonilerindeki durumsa daha da kötüydü. 1876'da belçika kralı 2.leopold, bir sivil toplum kuruluşu kurarak orta afrika'yı keşfetme ve kongo nehri civarındaki köle ticaretiyle savaşma amaçlarını duyurdu. kuruluş aynı zamanda bölgede yaşayanların hayatını iyileştirmek için yollar, okullar ve hastaneler yapmakla görevliydi. 1885'te avrupalı güçler bu kuruluşa kongo havzasındaki 2.3 milyon kilometrekarelik toprağı vermek konusunda anlaştılar. belçika'nın 75 katı büyüklüğündeki bu topraklara, o zamanlar özgür kongo devleti deniyordu. bölgede yaşayan 20-30 milyon insanın fikrini soransa olmamıştı.
    bu insani yardım örgütü, kısa bir süre içinde gerçek amacı büyüme ve kar olan bir şirkete dönüştü. okullar ve hastaneler bir kenara bırakıldı ve kongo havzası çoğunlukla yerel halkı acımasız bir şekilde sömüren belçikalılar tarafından yönetilen madenlerle ve çiftliklerle dolduruldu. kauçukendüstrisi özellikle çok vahşiydi. kauçuk hızla önemli bir sanayi ürünü haline geliyordu ve kauçuk ihracatı kongo'nun en önemli gelir kaynağıydı. kauçuk toplayan afrikalı köylülere giderek daha yüksek hedefler konmaya başladı, bu hedeflere ulaşamayanların da ''tembelliklerinden'' dolayı, vahşice cezalandırılıp kolları kesiliyordu, zaman zaman da köylerin tamamı katlediliyordu. en ılımlı tahminlere göre, 1885 ve 1908 yılları arasında büyüme ve kar sevdası yaklaşık 6 milyon insanın yaşamına mal oldu(kongo nüfusunun en az yüzde 20'si). hatta bazı tahminler bu rakamı 10 milyon'a kadar çıkarıyor.''
    yuval noah harari, sapiens, kapitalist itikat, kapitalist cehennem, sayfa 327

  • sabah saat dokuz sularında durağa giriş yaptım. durakta benden başka yetmişlerinde şık giyimli bir yaşlı teyze vardı. durağın uç kısmında ayakta bekliyor, sık sık kolundaki gümüş saate bakıyor, saatten hemen sonra trenin geliş yönüne değil gidiş yönüne dönüyordu. belki de yanlış yerde bekliyor diye düşünüp onu uyarmak için yanına yürüdüm. yürürken birisi sırtıma dokundu. refleks olarak geri dönüp baktım, kimse yoktu. etrafımda bir tam tur atıp yanlış his kanısına vardım ve tekrar teyzeye baktım. teyze kaybolmuştu. allah korusun raylara mı düştü diyerek koştum. raylarda yarısına kadar içilmiş bir marlboro touch'tan başka bir şey göremeyince doğruldum. nereye gitti lan teyze derken beklediğimiz bostancı istikametine değil de kadıköy istikametine gidecek tren perona geldi. trenden bir kişi indi, yetmiş yaşlarında şık giyimli o teyze. yavaş yavaş yürüyüp önümden geçti ve onu ilk gördüğüm yerde ilk gördüğüm şekilde beklemeye başladı. şu, bir yerdeki fırtınaya katılmak için hızla koşar gibi aniden vurup geçen rüzgarlardan biri esti. benim sırt çantamı bile sallarken teyzenin kılını dahi kıpırdatmadı. dikkatle onu izliyordum ama o bunu zerre umursamıyordu. saatine bakıyor, trenin gidiş yönüne dönüyor, tekrar saatine bakıyordu.

    artık onunla konuşmadan ölemezdim. yeniden depreşen niyetimle bir adım atmıştım ki tren perona yaklaşırken raylardan duyulan o metalik filinta sesi duyuldu. teyze heyecanla elini kalbine koydu. tren yaklaşmaya devam ediyordu ancak görünürde bir şey yoktu. görmediğim bir tren istasyonda durdu. sesi vardı ama kendi yoktu. sonra aniden istasyonda bir adam belirdi; yetmişlerinde şık giyimli bir adam. teyzeye doğru bakıp 'nebahat' diye bağırdı. teyze onu duymuyordu. tekrar 'nebahat' diye bağırdı ve koşmaya başladı. o yaklaşırken ben umursamadan dikilen teyzeye döndüm. dalgın dalgın ona doğru bakınırken amcanın koşu yolunu kapattığımı fark etmedim. yanımdan geçerken sırtıma dokundu. kenara çekilmemi beklemeden yanımdan geçti. teyze bu kez gözlerimin önünde hiç orada yokmuş gibi kayboldu. gözünüzü kırpıp açın ve orada olan bir şeyin artık olmadığını hayal edin, tıpkı öylece. yaşlı amca peronun ucuna gidip rükuya gider gibi eğildi, ellerini dizlerine dayayıp soluklandı ve ağlamaya başladı. sonra doğruldu, kolunu kaldırıp teyzenin kolundaki gümüş saate benzeyen saatine baktı. kadıköy yönüne giden trenin sesi duyuldu. amca oraya doğru koşmaya başladı. tren göründü. gelip efendi gibi peronda durdu ve içinden yetmişlerinde şık giyimli o teyze indi. yaşlı amcayı gördü boynuna sarıldı. tren yeniden hareket etmeden el ele tutuşup trene bindiler ve kapılar kapanıyor sinyali duyuldu. o anda onları kaybetmemek için trene binmem gerektiğini fark ettim ama artık çok geçti.

    tren gitti, ben şaşkın şaşkın durağın, teyzeyi ilk gördüğüm köşesine yürüdüm. bir sigara yaktım. birkaç duman aldıktan sonra orada sigara içilmediğini hatırlayıp sigarayı raylara fırlattım. sonra sigarayı oraya atmamam gerektiğini hatırlayıp ona doğru baktım. az önce orada gördüğüm ikinci sigara yoktu ve benim az önce attığım sigara o ilk gördüğüm sigaranın aynısıydı.

    edit: (bkz: renkli rüyalar oteli hikaye) devamlılığı olan benzer hikaye.

  • bizi çekemeyenler yine paranın çekiciliği demiş sevgilim. ben 41 yaşındayım, sevgilim 22 yaşında. aramızda şu ana kadar maddiyatın bahsi dahi geçmedi. sadece okuluna gidip gelirken otobüste zorlandığı için arabamı ona verdim, ben işe servisle gidip geliyorum. bölümü zor olduğu için okurken çalışamıyor. bu sebeple ev kirasını ben ödüyorum. kyk kredisi almasını istemediğim için o ihtiyacını da ben karşılıyorum. güzel gözükmesini istediğim için makyaj malzemelerini de ben alıyorum hep. o da beni çok seviyor. yalnız mezun olmasına yakın biraz soğuk davranmaya başladı ama sanırım okulu biteceği için stresli..

  • günün anlam ve önemine binali'yen:

    "yaa biz adamlara pedofiliyi anlatamıyoruz, atam gidip bunlara erzurum'da sivas'ta cumhuriyeti anlatmış nasıl ikna etti acaba aq ya"

  • google'dan üşenmedim baktım;

    prof. dr.
    bildiğin profesör doktor demek

    dr. h. c.
    honoris causa olarak geçen ve kişinin yaptığı önemli bilimsel araştırmalar sebebi ile kendisine verilen bir ünvanmış. fahri doktora gibi galiba.

    mult.
    multiple yada multiplex olarak geçen bir ifade yani birden farklı bilimsel alanda h.c. sahibi olan kişiye verilen ekstra bir ünvanmış bu da.

    a. m.
    celal şengör'ün ön adlarıymış. ali mehmet.

    hepsi bu.

  • tehlike işareti, sinyali olarak algılansa da tam karşılığının tehlike çan(lar)ı olduğunu ve kavramın temsil ettiği şeyin aslinda sandıgımdan ne kadar daha güçlü olduğunu fark etmek bana çok faydalı gelmişti. belki birilerine faydam dokunur.

    susma haykır, red flag'ler vardır!