hesabın var mı? giriş yap

  • ünlü bir futbolcu olmasa eğer, haftasonları ottoman nargile cafe'de takılacak, ''sıkıntı yok karşim, adamsın, hallederiz o işi. olmadı ya merveyle, bana ne abi yoluma bakarım'' diye gezecek, muhtemelen facebook profiline takım elbiseyle çekilmiş, çatık kaşlı halinin fotografını koyup, '' acılardan öğrendik senden öğrenecek değiliz'' diye açıklama yazacak, ''osmanlı torunuyum,ecdad, 1453, '' diye gönderiler atacak, ''dririliş ertugrul'' hayranı olacak, 27 'sinde evlenip, haftasonu karısıyla yaptığı selfie'leri yine sosyal medyada paylaşıp '' allah bozmasın, çok güzelsiniz'' yorumlarına ''sağol karşim, darısı senin basına '' yazacaktı.

    ünlü futbolcu oldu. forması istenen adam oldu. ünlü kadınlarla yatıp kalktı. çevresi değişti, zengin kankaları oldu. iyi arabalara biniyor, pahalı saatler takıyor. sonunda da ''değişmedim'' diye prim yapıyor ama, o aslında dünyayı feth etti. aynada kendine bakıp ''sensin oğlum'' diyor. ''başarı diye bişey varsa o sensin. bayrampaşa'dan çıktın ama bak şimdi nerdesin, helal lan sana, helal oğlum. '' diye gazlıyor kendini.

    barış manço'dan gelsin:

    ''sapa kulba kapağa itibar etme dostum
    içi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
    para pula ihtişama aldanıp kanma dostum
    içi boş insanların bu dünyada yeri yok''

    edit: ne zaman arda yazsam debe'ye giriyorum. hesap soracak kesin.

  • 2023 model çağan ırmak prodüksiyonu.

    önce; (bkz: frankenstein/@justin mcleod) (bkz: mary shelley/@justin mcleod)

    1815 yılında yazılmış bir edebiyat eserinin uyarlamasına ''sıkıcı'' diyen, klişe diyen kültürel engellileri geçip konuya dönersek...
    (herif cidden 200 yıllık hikâyeye klişe demiş ya)

    (bkz: spoiler)

    "hakikat..? hakikat, insanın kalbinin çirkinliğidir. dışarısı, yani bu dünya âlem bize yalandır. bizim gibilerin tek hakikati budur yavrum... bizim gibiler hakikati birbirlerinde bulurlar. bizim toprağımız birbirimizin kalbi kadardır... ne kadar anlatsak birbirimizi, o kadar genişler topraklarımız"
    s1e6

    yapım daha başında size bir uyarlama olduğunu belirtiyor.

    çevresinden dolaşıp konuya gelecek olursak yapım ekibi muhteşem iş çıkartmış. müthiş bir 19.yy osmanlı istanbul'u ve bursa'sı kurulmuş. her detay incelikle seçilmiş. akıl almaz ölçekte setler kurulmuş.. o3 yapım masrafa acımamış.

    hele hele beşinci bölüm ile frankenstein ile carnivale dizisinin iç içe geçmesi müthiş bir fikir..
    burada sirk /gezici tiyatro olarak işlenen konu ana kaynak eserde yerleşik tiyatrodur. fakat ucubeler sirki / gezici tiyatro çok yaratıcı olmuş.

    her bir diyalog eski türkçe'ye olabildiğince sadık kalınarak yazılmış ve oyuncular bu dile özen göstermiş.

    eğer frankenstein aynı dönemlerde bir türk yazar tarafından yazılmış olsaydı tam olarak böyle bir eser ortaya çıkardı.

    tiyatro, sinema ve dizi sektörlerinde yapılmış 100'ü aşkın frankenstein uyarlamasında es geçilen ama frankenstein karakterinin yapı taşını oluşturan detaylar burada tane tane anlatılmış.

    mesela; ölüme ve sonrasına saplantılı olmasının nedeninin annesinin ölümü ile alakalı olması ve bu ölümü kabullenememesi... bunu yalnızca frankenstein (1994) filminde ve penny dreadful dizisinde görmüştük.
    penny dreadful/@justin mcleod

    yaratılanın (the monster) ilk kez insan içine çıktığı sahne diğer frankenstein uyarlamalarında es geçilir, danny boyle uyarlamasında ve penny dreadful dizisinde romantize edilirken burada olayın etkilerinin üzerinde durumuş... ki bu da yaratılanın kişiliğini oluşturan olayların en önemlilerindan biridir.

    kitabın yazıldığı dönemin değil de tanzimat dönemi sonrası osmanlısı üzerinden anlatılıyor olması da ayrı bir lezzet katmış.

    fransızcanın saray çevresi ve osmanlı halkı üzerindeki etkisinden bilim ve sanata doğru yönelen bir aydınlanma hareketine kadar.

    özellikle sokakların elektrik ile aydınlatılıyor olmasına vurgu gerçekten çok zekice çünkü penny dreadful dizisinde de abd - avrupa arasındaki kültür ve bilim farkını vurgulamak için özellikle bu konuya dikkat çekmişlerdi.

    dönemin osmanlısında ve özellikle yaşanan suni islam, mary shelley kitabında geçen ve mary shelley'nin tüm hayatınca savaş verdiği katolik bakış açısının yerine çok güzel bir biçimde oturtulmuş.

    hikâyenin orijinalinde geçen tıbben sorgulanması yasak olan detayların bu uyarlamada ibni sina üzerinden eleştirilmesi yine güzel detaylardan biri.

    avrupa'da 1900'lerin ilk yarısı bile karşı çıkılan bilimsel/tıbbi hareketlerden bahsederken ''yuh yahu, tanzimat zamanı serbest bırakıldı bunlar'' denmesi kahkaha attırdı. çünkü doğru detaylar...

    diyaloglara william shakespeare ve yunus emre detayları yerleştirilmesi kimin aklına geldi bilmiyorum ama hoş olmuş.

    çağan ırmak her ne kadar ülkemizde romantik komedi/dram filmleri ile biliniyor olsa da korku sineması konusunda kabuslar evi serisi ve açılışını montreal'de açtığı karanlıktakiler gibi filmleri ile bu türde daha önce de başarılı işler yapmıştı.

    dizide yer alan tüm oyuncular rollerini canlandırdıkları karakterlerin gerektiği şekilde yerine getirmiş.

    ps: bu diziyi iyi bir ses sisteminde izlemeniz gerek çünkü dolby atmos sistemin her bir kanalı akıllıca kullanılmış. her ses her detay muhteşem bir şekilde kaydedilmiş, ki zaten bu eserin en önemli yardımcı anlatıcısı da ses.
    (bkz: dolby atmos/@justin mcleod)

    ps 2: bu tarz netflix ile dünyaya satışı yapılan işler batılıların kafasındaki ve yüz yıldır tv/sinemada kasten yarattıkları türk/osmanlı algısının kırılması için önemlidir.

    geç mi kaldık... evet!
    ama bir yerlerden başlamalı.

    ps 3: çağan ırmak dramatizmi size tanıdık gelebilir ama şunu unutmayın, netflix için yapılan yerli yapımlar size yapılmıyor. tüm dünyaya satılıyor.

  • belki de ölümden en çok korkan insandır.

    çünkü hayattaki en büyük korkusu, gözlerini sonsuza yumduğunda çocuğuna kimin sahip çıkabileceğidir.

  • uzun süren, verdiğiniz emek sonucunda başarılı olma ihtimalinizin çok da yüksek olmadığı zor bir eylem.

    plak/vinyl record, pvc* ile aynı atadan geliyor.
    bir parça güneşin altında unuttuysanız, yüzey de eğriyse hemencecik yamulur. kargo şirketinde, sıcak bir havada minicik basınca maruz kalsa eğrilir. o eğri haliyle hemen "müdahale edeyim" derseniz, kırılır. oldu da sıcacık çayınızdan bir damla geliverdi üzerine, hatta damla ne ki? buharına biraz olsun maruz kaldı; yamuluverir hemencecik. 180 gramlıkların ısıya ve basınca biraz daha dayanıklı olduklarını söylemek gerek*, ancak 1965'teki son baskısının ardından out of print olmuş bir plağın düzeltilmesi çılgınca önemli ve bir o kadar da zordur. gelelim yöntemlerinize. epeydir plaklarla uğraşan bir kolleksiyoner olarak size ne yapmanız/ne yapmamanız gerektiğini kendimde aktarmayı deneyeceğim.

    ılık bez ve ütü kombinasyonu kesinlikle yapılmaması gerekenlerin başında gelir. [sun ra plaklarımdan birini bu uğurda feda ettim, neyse ki yedeği vardı.] çünkü ılık bez ne kadar kalın olursa olsun ütünün ısısını olduğu gibi yansıtır ve plağı fazla ısıttığı için plak yamulur. bunun ardından yamulan diğer taraf için de sıcak ütüyü kullanmak aklınıza gelecektir. üzgünüm, bu kez plak her yerinden genleşecek ve tamamen yamulacak.

    saç kurutma makinesi ise -çok yamulmamış, hafif eğri plaklar için- bana kalırsa akıllıca bir tercih. [kurtardığım very rare don cherry & latif khan plağı geliyor aklıma, ah!] genellikle tek yerinden küçük bir yamukluk barındıran plakların o bölgesi alta gelecek şekilde düz bir zemine koyup ardından saç kurutma makinesini çok yaklaştırmadan son devirde tutup diğer yandan özel plak temizleme beziyle ısınmış bölgeye bastırıldığında süper sonuç elde ediyorsunuz. [burada uyarmadan edemeyeceğim, plağı düzeltirken kesinlikle kağıt vs. materyaller kullanmayınız. düzelen kısmın ses kalitesi açısından özel silme bezi ya da çok yumuşak bir havlu kullanmanız oldukça önemlidir.]

    kaynar tencere kullanan arkadaşlara sahibim ve nasıl büyük yanılgı içinde olduklarını gördüm. gül gibi led zeppelin plaklarına acımayan bir arkadaş üç yerinden yamulan plağı düzeltmek için üzerine kaynar tencere koydu ve sonu ilk örnekte olduğu gibi; tamamen genleşip yamulmuş bir plaktı. altını tekrar çiziyorum efendim, çok yüksek ısıyla plak düzelmez, daha çok yamulur/eğrilir. kontrolsüz ısı zarar veriyor.

    iki ağırlığın arasına koymak nispeten mantıklı bir yöntem. özellikle ağır yamulan plakların saç kurutma makinesi evresine gelmesine yardımcı oluyor. ancak bunun için öyle 5-6 ansiklopedi vs. yerine çok daha ağır maddeler kullanılması gerekiyor. bbc'deki bir belgeselde 200-300 kg ağırlık kullanılması gerektiğinden söz ediliyordu. benim önerim ise yattığınız yatağın altı. [eh, 92 kiloluk bir genç adam olarak söylüyorum bunu.] hele radyatöre yakınsa birkaç haftada plaktaki yamuk sayısı büyük oranda azalacaktır.

    gelelim en ideal yönteme. yüzde yüze yakın düzelme sağlayan nefis yöntem ise biraz zahmetli elbette. çok kalın ve iri mermer gerekiyor bunun için. "nerede bulunur?" diyecekseniz, daha önce denemiş ve başarılı olmuş biri olarak mezarcılar diyebilirim. henüz kabartılmamış ya da oyulmamış iki ağır mı ağır mezar taşı arasına plağı koymanız ve bunları üstten/alttan radyant ısıtıcıyla bir güzel ısıtıp birkaç saat beklemeniz gerekiyor. daha kolayı da yakıcı güneşi altında ağır iki cam masayı birbiri üzerine koyarken araya plağı koymak ve camın geçirdiği güneş ışınlarının ısısı ve basınçla plağın düzelmesi için birkaç saat beklemek. sonuç mu? kesinlikle iyi ses kalitesine sahip plaklar!

    başarılar diliyorum.

  • 85 yaşından da bir adam doğum hanenin kapısında beklemektedir.
    doğumhaneden çıkan doktor şöyle bir b...a...kındıktan sonra yaşlı adama sorar:

    doktor- "içerde doğum yapan bayan yakınınız mı?"
    adam- "evet,eşim.”

    doktor- "ama bayan 25 yaşlarında..."
    adam- "tamam işte, eşim o. niye şaşırdınız, baba olamaz mıyım yani?"

    doktor- "yoo, aklıma benim dedem geldi de."
    adam- "nesi varmış dedenizin?"

    doktor- "kendisi av meraklısı idi. sürekli ava çıkardı. ancak yaşlanınca zorlanmaya başladı. bir gün ava çıkacakken kendisini uyardık, aman yapma dedecim, sen yaşlandın, ava gidemezsin diye. kendisi israr etti ve hazırlandı. e, tabi yaşlılık, çıkarken tüfek yerine baston aldı eline. ben de kendisiyle gittim. ormanda bayağı yol yürüdükten sonra bir geyik gördük. dedim ya, dedem yaşlı. bastonu omzuna koydu, doğrulttu ve geyiğe bastonla ateş etti. geyik o anda vurulup yere düştü..."

    adam- "olur mu, başkası vurmuştur onu."
    doktor- "ben de onu demeye çalışıyorum işte .. başkası vurmuştur