ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
kırk yıllık şükela'nın şapka olması
-
bir keyif şukelamız vardı. onu da aldılar elimizden. kahretsin. yukarı okunu verdim kardeş deriz artık.
20 ekim 2016 manchester united fenerbahçe maçı
-
zico zamanında türk ligi yavaş. avrupada takımlar çok hızlı oynuyor. onları yenmenin tek yolu oyunu yavaşlatmak.
biz yavaş oyunda ne yapacağımızı biliyoruz ama onlar bilmiyor demişti.
sonuçta adam fenerbahçeyi ucl'de çeyrek finale taşıdı.
harbi o adamı neden gönderdiniz.
celal şengör'ün dinlere masal demesi
-
ya ne cehennemi babacım adam diyor ki ortada veri yok. musa asayı vurmuş kızıldeniz'i ikiye ayırmış arkasından gelen firavun ordusu suların altında kalmış, ama her şeyin kaydını tutan mısırlıların böyle bir, aniden ortadan kaybolan binlerce kişilik ordu, diye bir kaydı yok. yani bütün bu mucizeler milyarlarca yıllık geçmişin sadece 3-4 bin yıllarında gerçekleşiyor ve sonra bitiyor ne hikmetse diyor.
özeti bu. ayrıca birkaç kez gördüm “inkar etmek” diye. ya arkadaş sen kendi inandığın şeyi ne kadar önemsiyorsun öyle ya. yani böyle bir mantık olabilir mi? bu mantığa göre sen de noel baba gerçeğini “inkar” ediyosun.
kibre bak heriflerde. inanan doğru yolda inanmayan yanlış yolda değil, doğruyu inkarda. he amk senin ana babadan nesilden nesile aktarılan peri masalına inanmadı diye gerçeği inkar ediyor oluyor he. bu kadar kolaya kaçmayın.
köylerdeki komik lakaplar
-
tabut nuri. dedemin zamanında bunu öldü diye gömmüşler. gece mezardan sesler, gürültüler. köyün çobanı açmış mezarı bir bakmış nuri ölmemiş. beraber köye gitmişler. doktor gelmiş bakmış falan. harbiden canlı. nuri hayatına kaldığı yerden devam etmiş.
nasıl rahat insanlarsınız arkadaş? gece gece ses gelen mezarı açmak ne? mezardan çıkıp travma yaşamadan hayatına nasıl devam edersin güle oynaya? eski insanlar çok acayipmiş.
edit: nefessiz nasıl dayanmış diyenlere... ne bileyim ben? ben küçükken dedem anlatmıştı bir kaç defa. çocuk kafasıyla aklı edip soramadık o kadarını, affedin... belki uydurmuştur dedem, belki bir kaç saatlik oksijen kalıyordur mezarda. hiç alanım olan şeyler değil. bilemiyorum.
cep telefonlarının ötv oranının %50'ye çıkarılması
-
(bkz: evde telefon yapimi)
yaran tesadüfler
ankara'da sel sularının apartmanın içinden geçmesi
-
selin kim diyorum amk ben de, anlamadım önce meğer yağmur suyuymuş.
1.60 boyunda 45 kilo esmer pürüzsüz ateşli hatun
-
benim bu
şaka len 1,77 boyunda 80 kilo esmer pürüzlü samsunlu adamım ben
yiğit özgür'ün türkçe'ye kazandırdıkları
-
en az cem yılmaz'ın türkçeye kazandırdıkları kadar vardır. günlük hayatta deyim niyetine bolca kullanılır.
(bkz: tişikkirlir sipirmin)
three identical strangers
-
1980 yılında 19 yaşındaki new yorklu bobby üniversiteye başlıyor. daha ilk gününde, kampüste karşılaştığı insanların kendisine gülümsediğini ve "yaz tatilin nasıl geçti" diye sorduğunu görünce, önce "buradaki insanlar ne kadar sıcak kanlıymış" diye düşünüyor. ancak herkesin ona "eddie" diye hitap etmesi biraz kafasını karıştırıyor. sonradan ortaya çıkıyor ki, doğumda annesinden ayrılan ve bir aileye evlatlık olarak verilen bobby'nin meğer eddie adında bir ikizi varmış ve o da başka bir aileye evlatlık olarak gitmiş. bu iki kardeşin 19 yıl sonra birbirlerini tesadüfen bulmaları tabii olay oluyor ve gazeteye haber olarak çıkıyor. asıl büyük sürpriz, david adında başka bir gencin gazetedeki haberi görmesiyle başlıyor. haberdeki fotoğrafa bakan david "aa bunlar ne kadar da bana benziyor" diyor ve diğerleri ile buluşmaya gidiyor. evet bildiniz, kardeşler ikiz değil üçüzmüş. daha önce sadece yerel basınla kısıtlı kalan haber, iş üçüze dönüşünce tüm ülke çapında patlıyor. üçüzler haber bültenlerine, talk show'lara çıkıyor, dergilere kapak oluyor. önceleri bu şan şöhretin tadını çıkaran, gençliğin de etkisiyle zevküsefaya kendilerini bırakan üçüzler, daha sonra ailelerinin araya girmesiyle neden doğumda birbirlerinden ayrıldıklarını araştırmaya başlıyorlar. ve korkunç gerçekle yüzleşiyorlar. seyir zevkinizi bozmamak için bundan sonrasını anlatmayayım, ne kadar az bilirseniz o kadar iyi, ama filmimiz asıl bu noktadan sonra başlıyor.
ingiliz belgesel yönetmeni tim wardle kişiliğimizi oluşturan faktörler üzerine etkileyici bir yapıma imza atmış. üçüzlerin inanılması zor ama gerçek hayat öykülerini aktarırken, etkili araştırmacı gazetecilik yeteneğini güçlü bir hikaye anlatma becerisi ile birleştirmiş. ilk dakikaları haber bültenlerinin sonlarında verilen "ilginç haberlerle dünya turu" tadında ilerleyen film, yavaş yavaş bol katmanlı bir psikolojik gerilime dönüşüyor. en sonda ise üçüzlerin üzücü hikayesi yüreğimizi burkarken, sevgi dolu bir ailede yetişmenin, duyarlı birer anne-baba olmanın müthiş önemini daha derinden anlıyoruz. işte o anlarda türkan şoray'ın "sevgi neydi, sevgi emekti" sözleri kulaklarımızda çınlıyor.
bir babaya bilgisayar hakkında bir şey anlatmak
-
küçükken saçma sapan sorularımıza katlanan, cevap vermeye çalışan babaya bir şükran borcu olarak yapmamız gereken eylemdir.
babanın söylediği unutulmayan sözler
-
elindeki cevizli sucuğu gösterip "size sadrazam yarrağı getirdim" demesi.