hesabın var mı? giriş yap

  • kendisinin youtube kanalı, içerik ve şekil itibariyle bir youtube kanalının nasıl olması gerektiğine örnek teşkil eder. çok iyi bildiği bir konuda *, konuyu tüm detayları ve bilimselliği ile ele alıyor, izleyiciye mutlak surette yeni bir bakış açısı kazandırarak bir yarar sağlıyor. konuyla ilgili oluşturmaya çalıştığı standartlarla birlikte, videoları bir kerteriz noktası haline geliyor.

    kahve endüstrisindeki markalara bağımlı kalmadan, reklam kokan hareketlere girişimeden tüm gerekli maddi desteği farklı sektörlerden sponsorluk alarak ya da takipçilerinin bağış yapabildiği platformlardan (bkz: patreon) da yayın yaparak tarafsızlığını çok iyi koruduğunu ekleyebiliriz. böylelikle bir influencer görüntüsü ile kendi adını kötüye çıkarmıyor ve yeri geldiğinde bir çok markanın kafasına kafasına vurabiliyor. giriş tipi kahve öğütücüleri için yaptığı çalışma buna örnektir. yayının sonunda çekinmeden, bu öğütücülerden alacağınıza kahve aldığınız yerde öğütün daha iyidir, diyebilmiştir.

    kahveye olan ilgim on küsür yıl önce başladığı zaman kahvedelisi'nin entryleri bana rehber olmuştu. yeniden kahveyle ilgilenmeye başladığım bu zamanlarda ise hoffman'ı izlemek, bir ileri seviyede benzer bir etki yaratıyor diyebilirim.

    kanalından son yayınlanan videosu ise bir miktar bizden. bir grup sivil toplum örgütü gönüllüsü, suriyeli mültecilerin ülkemize kattığı kahve kültürünü anlatan bir video çekmişler ve şu anda hoffman'ın kanalında yayında.

    https://youtu.be/qdflas57_su

  • eski guzel gunlerinde olmasalar da ada derbisini buraya yazmadan olmaz

    sehir: rangers

    takimlar: glasgow rangers, queens park rangers, power rangers

  • sakarya'da yaşanan patlamada iş güvenliği uzmanı aslı bozkurt'un ifadesinde geçen cümledir.
    tam hali şu şekildedir;
    "olayın olduğu gün sakarya’daydım. o bölgenin güvenli olmadığını bildiğim için fabrikaya gitmedim."
    "işçilerden sürekli kendisine şikâyet geldiğini aktaran bozkurt, "işçiler bana, ‘burası patlayacak, başımıza bir şey gelecek, bir şey yapın’ diyordu. yapmış olduğum incelemeler sonucunda her şeyi iş sağlığı güvenliği kurul toplantı tutanaklarına yazmama izin verilmiyordu"

    yani iş güvenliği uzmanı raporları yalan yanlış bir şekilde doldurması için çalıştığı firma tarafından mobinge uğruyor. aksi taktirde patlayan fabrika, firma ile anlaşmasını fesih ederek istediği gibi rapor dolduracak başka bir firma ile anlaşacak. bunu yapabiliyor çünkü sistem-yasalar-yönetmelikler buna müsaade ediyor. buna müsaade edenlerin* umurunda olan iki şey var; bir fabrikatörlerin* "rahatsız" olmaması, iki ab standartlarında denetim mekanizmalarının göstermelikte olsa yapılarak ilgili akreditasyonların ab kurumlarından alınması. ve maalesef tıpkı gıda kontrol görevlileri, yapı denetim firması çalışanları,çevre mühendisleri* gibi iş güvenliği uzmanları da benzer mobinglere yönetmeliklerin-kanunların yardımı ile kolayca maruz kalıyorlar. yani yediğimiz yemekler,içtiğimiz sular, oturduğumuz binalar, çalıştığımız fabrikalar, yaşadığımız doğa bizzat şirketler ve devletin işbirliği ile sadece göstermelik kontroller yapılarak önümüze sunuluyor. bize kalan ise kanser*, patlamada ölmek, doğanın talan edilmesi gibi felaketler zinciri oluyor.

    haberde çok daha ilginç detaylar var. mesela emniyet müdürlüğünün denetimlerinden önceden haberleri oluyormuş. bu nedenle denetim öncesi göstermelik önlemler alıp denetimi sorunsuz geçiriyorlarmış. fabrikatörlerimizin emniyette bağlantıları olduğu iddiası yani. şaşırdık mı?

    neresinden tutsan elinde kalan bir olay. allah ölenlerin ailesine sabır ve bütün bu yozlaşmışlıklara direnecek dirayet versin.

    edit: suçu iş güvenliği uzmanlarına atanlar esas meseleyi kaçırıyorlar. denetim mekanizmaları şirketlerin insiyatifine bırakılacak şekilde düzenlenirse o imzaları atanlar her zaman olacaktır.
    özetle yaşananlar iş kazası değildir, planlı-örgütlü cinayetlerdir.

  • durup dururken aslı astarı olmayan yere kendine sıkıntı edecek işlere bulaşması.uzun ama komik diye yazıyorum.

    tam bir hafta önce, pazar gecesi iki buçukta uyanıp odama geldi ve direkt:
    -senin aklındaki ne? ne zaman evlenip barklanacaksın. senin sonunu hiç iyi görmüyorum.

    az çok huyunu suyunu bildiğimden gecenin bir yarısı rüyanda mı gördün demiyorum tabii, babamın bu tarz çıkışları normal geliyor bana.
    + baba o işler öyle kolay olmuyor pek
    -bence senin evlenmeye niyetin yok.
    + baba anladım da kimse yok şimdi hayatımda. kendi kendime mi evlenicem?
    - kız bulsam evlenirim diyorsun yani?
    + yani, evlenirim heralde.
    kalktı gitti.

    tek konuştuğumuz bu. aradan pazartesi geçti salı günü akşam eve geldim. elinde bir kağıt neşeyle:
    - oğlum bu kız seni seviyor, senden çok hoşlanmış. sen de bak beğenirsen hemen evlenin.

    abartıyorsam şerefsizim.işten gelmişim, elinde birinin adının soyadının yazıldığı bir kağıt. baba bu nerden çıktı şimdi diyorum, geçen konuştuk ya diyor. hayır olay nasıl bu hale geldi benden habersiz diyorum, anlatıyor.

    iş yerindekilere evlendirmek istediğim bir oğlum var diye konuyu açmış, mesai arkadaşlarından biri de benim de evlendirmek istediğim bir yeğenim var demiş, birbirlerine isimlerimizi vermişler pazartesi günü, adam salı sabahı iş yerinde ''bizim yeğen bakmış facebooktan senin oğlanı beğenmiş, senin oğlan da baksın kızı beğenirse görüşsünler'' demiş.

    şimdi tip olarak ahım şahım yakışıklılığım yok fotoğraflarda da kesinlikle fotojenik çıkabilen biri değilim ''kız seni beğenmiş.'' deyince insan bi' kıllanıyor. durumu arz ettim.
    - ne kadar kötü olabilir ki, dedi
    - beğenmezsen ararım adamı, oğlum yeğenini beğenmedi derim olur biter, dedi

    beklentiyi düşük tutarak açtım facebooku, ailecek pc başındayız, kızı arattım facebooktan. ilk tepki benim biraderden geldi:
    k-oooooha.
    + abartma lan hayvan herif, diye atarlandı bizim biradere.

    sonra bana baktılar. bende bir sessizlik. beklentiyi ne kadar düşük tutarsan tut, gördüğüm, düşük tuttuğum beklentinin de kat be kat altında. öyle sessizce bir otuz-kırk saniye ekrana baktık. babam konuştu yine ilk:
    - tabi biraz kilosu var, yok değil.
    + bayağı var baba.
    k- tam kışlık
    - lan sen sus (biradere atar.) abin ne diyecek bakalım.
    + valla baba, çok da konuşacak bir şey yok sanki. sen adamı ara bizim oğlan beğenmedi de o zaman.
    - böyle şeyler telefondan söylenmez, yüz yüze söylerim yarın iş yerinde. sen eminsin di mi oğlum, olmaz diyosun?
    + olmaz baba.

    sessizce dağıldılar. çarşamba günü işteyim, o adını arattığım kız ''merhaba nasılsın.'' yazmış facebooktan bana. akşam eve geldim, babam erkenden odasına çekilmiş, uyku moduna girmiş. girdim odasına, koltukta yatıyor gözünü aralıyor ama beni görünce geri kapatıyor, annem de yanında televizyon izliyor.
    + baba kızın dayısına söylemedin mi sen bugün, kız bana mesaj atmış.
    - söyledim oğlum bişe yok onda atabilir ya arkadaş olarak. o kadar şey oldu sonuçta aranızda.
    + baba sen adama oğlum kızı beğenmedi diye net olarak söyledin mi söylemedin mi?

    annemden çekindiğine eveleyip geveliyor. benim odaya geçtik. söylememiş, adam salı sabahı yeğenim senin oğlanı beğendi, senin oğlan da beğenirse görüştürelim deyince sevinçten benim oğlan kesin beğenir, oldu bu iş emin ol demiş adama. çarşamba sabahı da o dediğinden cayamamış, benim oğlum da senin yeğenini beğendi demiş.

    + e şimdi ne olacak?
    - ne yazmış kız sana?
    + merhaba nasılsın yazmış.
    - iyiyim sağolun siz nasılsınız yazsan eline mi yapışır oğlum?

    aynı akşam yazdım, çıktım.
    perşembe oldu, kız da kezbanın önde gideni. normalde herkesle konuşmazmış ama arada dayısı olunca bi' oturup kahve içebilirmiş, müsait olduğu gün haber verirmiş bana.sahi nelerden hoşlanırmışım, en sevdiğim yemek hangisiymiş, o en çok pembeyi severmiş... yazmış da yazmış. okuyorum, okuyorum cevap vermiyorum. perşembe günü de öyle geçti,

    cuma sabahı bi' baktım ''ya yazmayacaktın madem, babana neden aşık oldum dedirtiyosun.'' demiş.''oha öyle mi demiş gerçekten.kusura bakmayın o an boşluktaydım, boş bulundum hoşlandığımı söyledim ama inanın bir ilişki yürütecek durumda değilim psikolojik olarak, gerçekten özür dilerim.'' yazdım. kız kapak fotoğrafına ''beş kuruşluk adamları musallat ettik ömrümüze'' diye kapak resmi paylaşmış facebooktan. bu kadar kolay mıydı falan yazıyor. tekrar özür dileyip artık yazışmamızın da bir anlamı olmadığını söyledim.

    cuma da öyle geçti. cumartesi günü işe gittim, işten geldim, arkadaşı babama bozuk atmış iş yerinde, babam da benimle konuşmuyor şimdi.

  • çatal dillidir. bilgiye ihtiyaç duyanlar, dilenci de olsa hükümdar da olsa hep huzuruna çıkmışlardır. onlar sorar, pythia cevaplar. yalnız bu cevapların özelliği iki anlamı birden taşımalarıdır. pythia, python canavarının derisini taşıdığı gibi dilini de fiziksel ve metaforik olarak taşımaktadır. verdiği her cevabın iki anlamı vardır. iki anlamlı olan bilgi, mantıksal açıdan baktığımızda anlam yoksunu, ontolojik olarak baktığımızda da statü yoksunudur. yoksunluklar, cevabın niteliksel ve niceliksel özelliklerini de oluşturmaktadır. iki anlamlı cevabın niceliği adı üzerinde ölçülebilen iki anlamı birden aynı tümcede verebiliyor olmasıdır. fakat nicel özellik, cevapları mantıksızlığa çıkardığı için tek başına hiçbir şey ifade etmez. nitelikle birlikte bir anlam kazanır. iki anlamlı cevabın niteliği tek bir doğru imkanını yadsımaktadır. soruyu soran, cevabın içindeki metaforu yakalayabildiği ölçüde hakikate* giden yolculuğa çıkar.

    socrates, bu yolculuğa cuk oturan bir seyyahtı. pyhtia ona dünyanın en bilge insanı olduğunu söylediğinde, sokrates; ama ben hiçbir şey bilmiyorum ki dedi. gerçekten aslında her şeye hakimdi ya da bir şey bilmiyordu çünkü henüz olmayan bilgisiyle yapacağı bir ironi veya maiotik ile doğurtacağı her şeyin bilgisi yoktu.

  • "tam sabah-atv'nin önünde durayım da haberci arkadaşlara kolaylık olsun" diye incelikli düşünen başbakan sağolsun. sonraki ışıkta dursaydı bari de haber olsun diye kastığı anlaşılmasaydı.

    kılıçdaroğlu bunu yapsa ezik falan derdi akepeliler. kahveye gitti vatandaşla konuştu da yemediği laf kalmadı adamın. ikiyüzlülük, riyakarlık derken bunu da hatırlayalım, asıl kimin riyakar olduğu çıksın ortaya.

    davutoğlu da ışıkta durmayıp napacak? ofise gidip yukarıdan gelen talimatları dinleyecek garibim. dur da gelen geçeni izleyelim, istanbula gelmişiz, hava da güzel demiştir şoföre heralde.

  • bulduğunuz yerde öldürün. sonra yatağı öldürdüğünüz yere taşıyın.

    mutfakta öldürürseniz yer yatağı yapın.

  • –arka taraftan bedelini ödemeyen kaldı mı?

    –şuradan 2 tam 1 öğrenci bedel uzatırmısınız?

    meral hanım dokunulmazlığı yok bedel ödeyecek!

    mansur yavaş dokunulmazlığı yok o da bedel ödeyecek

    bay kemal sen de bedel ödeyeceksin

    ankara bedelini ağır öder?

    sebzeciler, meyveciler, halciler

    marketçiler, esnaf

    finans kesimi, para piyasası

    muhalif gazete ve tv'ler

    hepsi bedelini ağır ödeyecek

    sen
    sen sen
    sen

    maşaallah bedel ödemeyecek adam kalmadı. ülke değil bedel bank mübarek.

  • okul yıllarında hiçbirşey beni matematik dersleri kadar sıkmayı başaramadı. bu matematikle değil, tamamen öğretmenimizin yaklaşımıyla ilgili bir durumdu. kendisi yaşamı normal hayat ve matematik hayatı olarak ikiye ayırmış olan bir kişilikti. derste kımıldamanıza bile izin vermezdi. yere düşen kaleminizi eğilip alamazdınız mesela. öyle yani.
    herneyse benim sıra altından kitap okuma, yanımdakilerle konuşma, yazışma ve hatta camdan dışarıyı izleme girişimlerimin hepsi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. atatürkün gençliğe hitabesinde ve istiklal marşımızda kaç harf olduğunu sayalı 2 hafta kadar oluyordu. sınıfımızın zemini enine 84 boyuna 132 parça taştan oluşuyordu. ben dakikada 14 kez nefes alıyor ortalama 18 kez göz kırpıyordum. deli pösteki sayar gibi lafı benim için artık sadece pösteki sayar gibi şekline dönüşmüştü. hiç işinize yaramayacak şeyleri saymak delilik değildi, aksine akıl sağlığınızı koruyan uykunuzu kaçırıp zihninizi dinç tutan yararlı bir aktiviteydi ama sınıfta sayılabilecek şeylerin sayısı giderek azalıyordu. günlerden bir gün bir harita method yaprağında kaç kare var sorusu zihnimde bu yapraktan kaç adet kağıt gemi yapılabilir şekline dönüştü. evet işte aylardır aradığım, ihtiyacım olan şey buydu... origami.
    ilk denemeler tabi ki başarısızlıkla sonuçlandı. sevgili öğretmenim uzunluğu 5 cmyi geçen her gemiyi fark ediyor, yapım işlemi tamamlanır tamamlanmaz kaçak mal taşıyan bir gemi tespit etmiş sahil güvenlik botu gibi yanıma yanaşıyor ve el emeği göz nuru eserlerime el koyuyordu. daha küçük gemiler yapılmalıydı evet daha küçük, çok daha küçük. sene sonuna doğru kareli defterin bir karesinden gemi yapabilir hale gelmiştim. bu gemiler büyükleri kadar rahat tanımlanamıyor, öğretmenimin radarında tespit edilse bile ne oldukları çıkarılamadığından büyük bir tehlike atlatılmıyordu. sene sonunda matematikten geçmiş, akıl sağlığımı korumuş ve final sınavının soru kağıdından yapılma 286 parçalık bir filoyu matematik öğretmenime hediye etmiştim.
    öğretmenleri seviniz arkadaşlar. onlar içinizdeki yaratıcılığın aynasıdır.