hesabın var mı? giriş yap

  • mehmet gürs ve cemre torun, bizzat üretim sürecine dahil olarak var ettikleri yeni rakıları prototip'i dükkana getirdiklerinde, rakıya olan bakış açısı üzerine konuşmaya başladık. ikilinin ilk vurguladığı rakıyı yudumlayan insanlara dair yorumları oldu, "rakı ile ilgili tanımlamalar yapılırken olumsuzluklar üzerinden gidiliyor." dediler. rakının olumlu yönlerinin öne alınmasından ziyade olumsuzlukları en aza indirdiği noktaların vurgulandığı bir dil tutturulmuş. bu benim gibi şarapseverlerin uzak olduğu bir dünya çünkü şarapta ilkin o güzelim aromalar ve damaktaki lezzet uzun uzun anlatılır. keyif kısmına odaklanılır.

    ancak rakı dünyasındaki bu dilin değişme zamanı geldi, artık öylesine farklı rakılar çıkıyor ki bu rakıların lezzetine odaklanmak gerek. çünkü bunca emekle üretilen rakının sunacağı geniş bir lezzet yelpazesi var. ileride daha da değişik rakıların piyasada olacağına şüphe yok.

    2020 rekolteli prototip, 7.100 şişe üretilmiş. elazığ'dan gelen öküzgözü üzümlerinin kullanıldığı %45 alkol oranına sahip rakıda, denizli, karaçay köyü'nün anasonları tercih edilmiş. rakı, hafif bir meşe fıçı dinlendirmesine tabi tutulmuş, buradan renk almamış. gelelim damağıma takılan notalara. yalnız bu konudaki yorumlarıma geçmeden belirtmeliyim ki ben rakıyı farklı oranlarda suyla seyrelterek denesem de en çok sek içmeyi sevdim. bu nedenle diyeceklerim sek haldeki prototip içindir. (normalde rakıyı sek içmem.)

    ilkin burunda çok güzel bir rakı prototip, insan koklamaya doyamıyor. anason baskın değil, onun dışında tatlı tatlı kokuyor. meyvemsi ve çiçeksi. damağı sıvıyor ve dolgun. tatlımsılık damakta devam ediyor. üzümün karakteri her bir yudumda alınıyor ki benim için vurucu kısmı bu oldu.

    peki bu rakıyı en çok neyle tüketirken sevdim? şaşırtıcı olacak belki ama kavun sorbe ile inanılmaz bir uyum yakaladı. hayatımdaki en leziz birlikteliklerden biri oldu. zaten bu rakı, yemek boyu masaya eşlik edebileceği gibi, yalnızca yemeğin sonunda hazmettirici içki olarak da servis edilebilir.

    son olarak notumu düşeyim, prototip bir son değil; dahası yolculuğun başlangıcı. her yıl cemre ve mehmet yenilikler deneyecek ve bir yerlerini kurcalayacaklar bu rakının. formülü aynı kalmayacak. biz de heyecanlanacak, bakalım bu sefer neler yapmışlar diyerek bekleyeceğiz.

  • gezici arkadaşlar gaza gelmeyin 2013den beri 1 çivi bile çakmayan şimdi hiçbirşey yapmaz

    bu seçim daha çetin geçecek gibi görünüyor ekonomik olarak sıkıntıda olan halka o sıkıntıyı unutturacak tekrar kendilerine bağlayacak malzeme lazım

    %70 in sağ partiyi desteklediği bununda %55 in iktidar tarafı olduğu bir ülkede eğer sokağa çıkarsanız kaybeden olursunuz

    bu dünya kimseye kalmaz bugün o yaptırır yarın başkası yıkar bunu unutmayın

  • w almanca'da "v" şeklinde okunan bir harf. v'yi de f gibi okuyorlar. cins adamlar. biz de o yüzden "dublü v" diyoruz. bu arada "dublü" ne amk, niye "çift v" dememişiz? duble de değil. dublü. acaba osmanlıca mı? "dubl-ü ve". bak olabilir ha. neyse.

    yani harfin doğru adı "çift v", zaten tipine bak: w. burada u yok. peki niye ingilizler "double u" (çift u) diyor?

    ingilizlerinki aslen almanca'dakinden başka bir harf. wynn adındaki rünik harften geliyormuş. şekli dört kibritten yapılan bir p harfine benziyor, üçgen bayrak gibi. okunuşu da "u" gibi. hatta eski ingilizce'de bazen "uu" şeklinde yazılıyor ve o yüzden "double u" ismini alıyor. amma velakin matbaa almanlar'dan ingilizler'e geçerken (malum "gutenberg") makinalarda wynn harfi bulunmadığından "dur lan şu harf bizim çift u'ya benziyor bari onu kullanalım" deyip bildiğin çift v'yi çift u yerine kullanmaya başlıyorlar.

    dolayısıyla "w" almanca'da "v" gibi okunurken ingilizce'de "u" gibi okunuyor. adı da ondan "double u" oluyor.

  • - :))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))
    - :)

    ayıp hakkaten...

  • birimizin özgürlüğünün bittiği yerde ötekininki başlar. bunu anlar buna uygun hareket edersek bu gibi problemler de azalacaktır.
    deniz kenarı değil herhangi bir yerde avrupalı turistin çocuğu ile bizim milletin çocuğu arasındaki farkı 1 dakikada anlıyorsun. düzgün bir aile terbiyesi, başkalarına saygı, başkalarının ve kendinin sınırlarını bilerek yetişen çocuklar nedense hiç de etrafı rahatsız etmeyen, kendi halinde takılan çocuklar oluyor. gel gelelim bizim milletin yetiştirdiği çocukları aşırı şımarık, ortamdaki tek çocuk oymuş gibi davranan, genellikle terbiye sınırlarını pek bilmeyen çocuklar oluyor.
    mesela bizim burada bir komşunun torunu var. bahçeye oynamaya çıkıyorlar. bahçe dediğim apartmanın bahçesi. çocuk sürekli en son ses, aşağıdan en üst kata bağırıyor anası babası da asla ikaz ermiyor. biz kaç defa uyardık da işte biraz uyarmaya başladılar. şimdi bu çocuktan duyulan rahatsız değil, ailesinin terbiye veremesininin doğurduğu bir problemden
    oluşan rahatsızlıktır. ben evden çalışan biri olarak bahçede oynayan çocuğa belli bir noktadan sonra katlanmak zorunda değilim.
    plajdakii çocuk mevzusu da aynı. kimse çocuktan çocuktan rahatsız olmuyor. rahatsız olunan şey etrafa rahatsız veren çocuklarını asla uyarmayan ebeveynler. öyle çocuk yetiştirirsen işte bunlar yetişkin olduklarında birer maganda olarak ortaya çıkıyorlar.
    bu belli sınırlar koymadan yetiştirme modasının sonu gerçekten sıkıntılı. asla sınırlarını bilmeyen çocuklar yetişiyor bunlar "hayırın" ne olduğunu bilmiyor ve ileride karısı sevgilisi reddedince aile içi şiddet doğuyor. e kaynağı yetiştirme tarzı işte.

  • sabah ise gelirken ayni renk ama farkli bir çift ayakkabiyla gelinir*, her ikisi de kahverengi oldugu halde birisinin arkasi açik birisinin kapali ayakkabilarla is yerinde gün geçirilir. derse girerken minimum ögrenci farketsin diye masa arkasinda durulur vs.

    aksamüstü is çikisi bir arkadasin arabasiyla sehre inilir. atm'den para çekilmesi gerektiginden arkadastan biraz beklemesi rica edilir, arabadan inilir. banka para vermez, bu arada arabada bekleyen arkadas arkadan gelen arabaya yer açmak amaçli bi kaç metre ileriye gitmistir. arkasinda park etmis olan arabanin ayni renk olmasi büyük talihsizliktir. para çekemeyen hatun söylenerek arkadaki arabaya biner. soför mahalllinde oturan adama hiç bakmadan dirdirlanmaya devam eder. kapiyi da kiracak gibi çarpar. arabada oturmakta olan adam da esini beklediginden dönüp bakmaz arabaya binene, onun yerine o da yüksek sesle karisi zannettigi kadina söylenmektedir çünkü. önceki arabada bekleyen arkadas dikiz aynasindan hadiseyi izlemekte, bir yanda da gülme krizine hakim olmaya çalisirken kornaya asilmaktadir. konusurken seslerin yabanci gelmesi üzerine arabadakiler birbirlerine ayni anda dönerler, bir an boyunca bos bos bakarlar, ayni anda çiglik atarlar. bizim hatun kaçar gibi arabadan iner, öndekine biner, öndeki araba, sürücüsünün gülme krizinden dolayi bir süre ilerleyemez.

  • biliyorum sana giden yollar kapali
    ustelik sen de hic bir zaman sevmedin beni

    ne kadar yakindan ve arada ucurum;
    insanlar,evler,aramizda duvarlar gibi

    uyandim uyandim, hep seni dusundum
    yalniz seni, yanliz senin gozlerini

    sen bayan nihayet, sen olumum kalimim
    ben artik adam olmam bu derde duseli

    simdilerde bir kopek gibi kosuyorum ordan oraya
    yoksa gururlu bir kisiyim aslinda, inan ki

    animsamiyorum yari dolu bir bardaktan su ictigimi
    ve icim goturmez kenarindan kesilmis ekmegi

    kac kez sana uzaktan baktim 5.45 vapurunda;
    hangi sarkiyi duysam, bizimcin soylenmis sanki

    tek yanli ask kisiyi nasil aptallastiriyor
    nasil unutmusum senin bir baskasini sevdigini

    cocukca ve seni uzen girisimlerim oldu;
    bagisla bir daha tekrarlanmaz hicbiri

    raslasmamak icin elimden geleni yaparim
    bu boyle pek de kolay degil gerci...

    alisirim seni yalniz duslerde oksamaya;
    bunun verdigi mutluluk da az degil ki

    cikar giderim bu kentten daha olmazsa,
    sensizligin bir adi olur, bir anlami olur belki

    inan belli etmem, seni hic rahatsiz etmem,
    son istegimi de soyleyebilirim simdi:

    bir geceyarisi yaziyorum bu mektubu
    yalvaririm onu okuma carsamba gunleri

    cemal sureya

  • bisiklet fiyatlarının uçmuş olması.

    bisiklet yolunun az olması.

    bisikletin ulaşım aracı olarak ciddiye alınmaması.

    gezegene ve ülkeye karşı ekolojik sorumluluk bilincinin olmaması.

    bisiklet tamir eden yerlerin ya işinin ehli olmaması ya da direkt tamir yerine yedek parça kilitlemeye çalışmaları.

    orta karar öyle bir özelliği olmayan bisiklet almak için 3 bin başlangıç gerekiyor market bisikletleri zaten çöp ona hiç girmiyorum.

    bu entryi girerken içeriden yazıyorum yaşım 45 ve bütün hayatımı bisiklet ile koordineli yaşıyorum.

  • standart techizatla birlikte size verilmis olan "12'den once uyandirmayin" tabelanizi yataginizin basucuna asmadiysaniz, sabah 0500 siralarinda cavusunuz basiniza gelir ve ayicikli ponpon terliklerinizi yataginizin onune koyarken elinde hazir tuttugu robdesambiri(???) size dogru tutarak, kalkmanizi saygili bir ses tonu ile rica eder. iste tam bu anda "daha once neden gelmemisim ki" diye dusunursunuz.. boyle baslar ilk sabah..