hesabın var mı? giriş yap

  • küçük çaplı bir lego tutkunu olarak bazı noktaları ben de anlatmak isterim.

    öncelikle herkesin belirttiği gibi lego ismi leg godt yani iyi oyna anlamına gelmektedir.

    6 tane aynı renkli 4x2 brick, 900 milyondan fazla kombinasyonla birleştirilebilir. yani yaratıcılıkta sınır yok. tabi özel parçalar olmadan kafanızdaki kadar özel dizaynlar yapamazsınız (örneğin slope lar. her şeyin köşeli olmasını istemiyorsanız mesela)

    legonun bütün parçalarının üstünde lego yazar (bakacağınız yeri bilmeniz lazım, kiminde kabak gibi, kimindeyse karınca duası gibi). yani bir parça lego mu çakma mı anlayabilirsiniz.

    her sette lego ekstra parçalar verir, genelde çabuk kaybolabilecek parçalardır ve sete göre 7-15 parça civarındadır.

    lisanslı setler genelde daha pahalıdır. telif sebebi ile ama asıl kriter fiyat bölü parça sayısıdır. genelde ortalama 6-10 cent gibi kabul edilebilir.

    genelde herkesin temaları olur yani friends, technic, modüler, vb. insanlar bunların koleksiyonlarını yapar. zaman sonra da uzmanlaşır. örneğin ben technic biriktiriyorum ve 45.000 parçam var. technic dizayn ya da moc (my own creation) yapabiliyorum ama bu demek değil ki modülerde de akarım. hayır her tema kendi dinamiğini, düşünme ve tasarım altyapısını kullanır. bu da aslında sizin tercihinize kalmıştır aslında ya da düşünme yapınıza.

    şimdilik aklıma gelenler bu kadar, geldikçe editlerim.

  • dağılın cahiller açıklıyorum.
    olay şöyle: firma diyor ki cumaya gitmek isteyen varsa gitsin. bir kişi ben gidiyorum diyor kalan 3 kişi de o çalışmıyorsa ben de o gelene kadar çalışmam deyip içeride oturuyor. iki taraf da haklı.

  • bir arkadaşı mete gazoz'a soruyor.

    işte o soru ve cevap
    -zehirli bir ok'un olsa kime atmak isterdin?

    -atmak isterdim birisine de. birisi diyelim. şeklinde verdiği cevaptır.

    benim tahminim kardeşimiz o dönem kör kütük aşıktı ve o kıza atmak istiyordu oku ben öyle anladım. yoksa hepimizin aklına gelen kişi de olabilir mi acaba? kim olduğunu bilirsin sen.

  • japonya'da bulunan yonaguni adası (asıl adı yonagumi-jima) açıklarında bulunmuş ve gizemi hala çözülememiş yapıdır. denizin 23 metre altında bulunan yapı 182 metre uzunluğa ve 27 metre yüksekliğe sahip.

    1987 yılında köpek balıklarını daha iyi gözlemleyebilmek adına yer araştırması yaparken tesadüfi bir şekilde kihachiro aratake tarafından bulunmuş. 1987 yılında bulunsa da bilimsel olarak keşfi 1997 yılında yapılmış. yapılan testlerde yapının m.ö 10000 yılına ait olduğu söyleniyor.

    yapının gizemi insan tarafından şekillendirildiği/yapıldığı iddiasına yönelik. sebebi ise taş olan yapının çok keskin kenarları, basamak benzeri şekilleri olması ve hatta piramidi andırması. su tarafından bu kadar keskin bir şekilde aşınmış veya şekillendirilmiş olması neredeyse imkansız görünüyor. bu en genel kanı şu anda.

    fakat bazı bilim adamları ise böyle bir şeyin mümkün olmayacağını, o dönemde bunu gerçekleştirebilecek imkanların olmadığı görüşünde. bilinen tarih perspektifinden baktığımızda haklı olabilir bu bilim adamları. ama şöyle de bir gerçek var: (bkz: göbeklitepe).

    göbeklitepe de bilinen tarih kuramlarıyla tamamen çelişen bir yapı. nedense bazı batılı bilim adamlarının olaya yaklaşımı sorgulamaya yönelik değil gibi duruyor bu açıdan. öğretilen ve bilinen şeylerin temelde/başlangıçta yanlış olması demek, dindar kesime din yok demekle aynı etkiye sahip sanırım bazı bilim çevrelerinde.

    not: yabancı kaynaklarda genel olarak yonaguni monument olarak geçse de dilimize çevrilebilecek en mantıklı isim bu gibi geldi bana. yonaguni underwater ruins olarak da geçiyor bazı kaynaklarda.

    freediving yonaguni

  • dolandiranin degil, dolandirilanin linc yedigi ülkede, tekrar tekrar „umarim linc yemem“ yazmis baslik sahibi. olaydan daha aci bu bana göre.

  • mp3'ün müzik piyasasını öldürmediğini, aksine canlandırdığını düşünen zihniyettir.

    aslında sanatçıların ticaretten pek anlamadığının ilk göstergesi 1990'lı yılların başlarında yaşanmıştı. başta orhan gencebay üzere birçok müzisyen, kravat takıp, takım elbise giyip koltukaltlarında klasörlerle özel radyolara savaş açtılar. oysa özel radyo televizyonlar sayesinde pazar büyüdü ve beylerin (çok özür dilerim ama) biti kanlandı. talk show'lar, özel programlar, diziler falan. özel radyo ve televizyonlara açılan aptalca savaşın bir benzeridir mp3'e açılan savaş. mp3 müzik pazarını büyütür ve sanatçıların doğrudan albüm gelirlerini azaltsa bile medya endüstrisinden aldıkları parayı artırır.

    aslında gelişen teknolojinin kişilerin ekmeğini böleceği fikri yeni değildir. kökeni matbaa'ya karşı çıkan hattatlara, hezarfen ahmet çelebi'yi öldürmeye çalışan kayıkçılara, bir de metro yapılmasına karşı çıkan taksici dolmuşçulara kadar dayanır. "mevcut teknoloji ile nasıl para kazanırım" ın değil, "eskisi gibi nasıl para kazanırım" ın dışavurumudur.

    ben 1 günde 10 cd'de alsam 10 yılda 1 cd'de alsam aynı fiyat tarifesini uygulayan ve bana herhangi bir sadakat veya saygı göstermeyen satıcıya ben neden karşılıksız sadakat göstereyim? hem pazarlama adına hiçbir girişimin olmasın, 50 sene önceki plak satış yöntemlerine aynen devam et, rafa cd'leri dizip manav gibi müşteri bekle, ondan sonra teknolojiye savaş aç. değirmenle kavga etmenin 2000 yılı versiyonu. (bkz: don quijote) daha önce radyoyla, televizyonla yapılan kavga şimdi de bilgisayarla yapılıyor.

    bugün dünyanın en çok kopyalanan ürünleri microsoft ürünleridir ve ne ilginçtir ki dünyanın en zengin adamlarından biri bill gates'dir. biz kopyaladıkça adam zengin oluyor. çünkü dünyayı kendi ürününün bağımlısı yapıyor. o zengin olduğu için intikam duygusuyla kopyalamıyoruz. tam tersi biz kopyaladıkça adam zengin oluyor. yani beatles'ın mp3'ünü indirmeyen adam ertesi gün gidip beatles cd'simi alacaktır? tabii ki hayır. tam tersi mp3'ünü dinledikten sonra birçok albümün orijinal cd'sini aldığımı bilirim.

    son bir soru : futbolcular ile hentbolcuların kazandıkları paralar arasındaki uçurumun nedeni nedir? eğer cevabınız "stadların büyük, kapalı spor salonların küçük" olması ise zaten anlaşamayız. ancak cevabınız "ürün bağımlılığı" ise ortak bir zemine yaklaşıyoruz demektir. bu ürün bağımlılığını yaratmanın en kolay yolu ise bedava kullanımdır. insanlar futbola para vererek değil mahallede bedavaya oynarak, televizyonda bedavaya seyrederek alıştı çünkü. tıpkı kopya microsoft ürünlerine bedavaya alıştığı gibi.

    sözün kısası: birkaç sözlük yazarının fikriyle bu iş değişmez. daha geniş vizyonlu, global ve teknolojiyi kabullenen çözümler üretilmeli.

    hal böyleyken böyle..

    not : "filanca suser şarkı söylüyor, nefis de saz çalıyor. ondan iyi mi bileceksin" tarzı eleştiriler var. söylemek istediğim şey tam da budur. para kavgası sanatçıyı küçültür ve toplumdan uzaklaştırır. metallica mp3 ile mücadeleyi abarttığında bir toplantı çıkışında eski bir metallica hayranı "hey james, here is a dollar, sing me a song" diyerek suratına para fırlatmıştır. ne oldu şimdi? metallica mı kazandı?

  • gezi'nin yıl dönümünde bu fotoğrafı paylaşmış. emri vereni zaten biliyorduk, destekleyenleri de teker teker not ediyoruz. gezi üç yaşında arda, gezi büyüyecek; ali ismail hep on dokuzunda, berkin hep on dördünde kalacak. ve sen hangi takımda oynarsan oyna büyüyemeyip küçüleceksin.

  • an itibariyle mekke'ye inip, yön tuşlarıyla kabe'nin etrafında yedi tur atmamı sağlamış, sayesinde hacı olduğum program*.

  • turkiye'de kendilerinden ne once ne de sonra denenmemi$ bir $ov anlayi$i, bir taktik kurguyla program yapan ikili.. aslen cenk durmazel ve erdem uygan'dan murekkeptir.

    programlarinin ilerleyi$ plani plansizliktir ve pek hazirlik yapmadan geldikleri bellidir.. serbest du$u$, dogaclama, absurdizm konularinda ustad seviyesinde i$ yaparlar ve saglam bicimde soguk kanli adamlardir.

    ilk kez televizyon ekranlarina ciki$lari zannederim (hatta eminim) satel'de olmu$tur.. sali, per$embe ve cuma gunde iki$er saatten absurd mizansenler falan yaptilar ettiler. o siralar kent fm'de her gun 3 saat program yaptiklarini duydugumda deh$ete du$mu$tum..

    kaliteli bir hayal gucu, hizli bir hazircevaplilik formulleri olsa gerektir. bir keresinde canli yayina katilan sinirli bir izleyiciyle gecen;

    - bir saattir izliyorum sinirlerime hakim olamadim. bence programiniz cok bayagi, cok ucuz!
    - efendim biz programimizi herkes alabilsin diye ucuz yapiyoruz

    diyalogu olayi ortaya koymaktadir.