hesabın var mı? giriş yap

  • uçan hollandalı operasınını kaynağı, bir önceki dönemin coğrafi keşifleri sürecinde ortaya çıkan bir hikayeden gelmektedir. güney afrikanın en uç kısmı olan ümit burnu, o zamanlarda geçilmesi çok zor fakat bir o kadar da ilgi çekici, cazip bir keşif bölgesi olarak görülüyormuş. bir anlamda dünyanın ucu, karanın bittiği, sonsuz okyanusun başladığı yer olarak düşünülmüş. ümit burnu okyanusla karanın çok fazla içiçe girdiği, derin ve sığ suların birbire karıştığı bir noktadadır. kısaca bu bölge şeytanın dünyadaki evi olarak adlandırılmıştır. pek çok denizci bu bölgede hayatını kaybetmiş, sağ kalanların çoğu, avrupa'ya geri dönmek için kara yolunun seçmiş ama, afrika kıtasının uzun ve yabani topraklarında yitip gitmiştir. hikayenin aslı işe şu şekilde anlatılmaktadır. wagner'in operasının metni bu asıl hikayenin devamı niteliğindedir.

    dönemin en iyi denizcilerinden biri, avrupa kıtasından ayrılıp, cebelitarık'tan çıktıktan sonra en güneye, karayı takip ederek denizde pek çok badireleri atlatarak ümit burnunun açıklarına ulaşır. bu hollandalı kaptan, çok cesur ve mesleğinde bir o kadar da ustadır. ümit burnuna ulaşabilen tüm denizciler tek tek şanslarını denemek isterler. buradan geçip dünyanın diğer ucundaki zenginlikleri keşfetmek, tanrının diğer kullarını görmek için hepsi hayatlarını vermeye hazırdırlar. ancak şeytanın hiçbirine karşı merhameti yoktur. hollandalı denizcinin karaya ulaşmasından 1 gün önce, ümit burnu'nu geçmek isteyen bir kaptan ve tayfaları yok olmuşlardır. muhtemelen de şeytanın krallığını hüküm sürdüğü cehennemde azap ve işkence ile yaşayacaklarına inanılmaktadır. şeytanın kimseye merhamet göstermediği de, ne zaman bir kaptan yola çıkma kararı alsa, engin denizlerin köpürerek, kudurmuş bir kurt gibi gemilerin ahşap gövdesine saldırmasından anlaşılmaktadır.

    hollandalı kaptan'ın cesareti hayatta kaybedecek bir şeyinin olmadığını düşünmesindendir. kaptanımız aşk istemektedir. gerçek, kandırıcı olmayan, sadık ve tatlı olan aşkı istemektedir. ama bir denizciye bunu kim verebilir ki. bunu asla elde edemeyeceğini bilen hollandalı kaptan kendini okyanuslara adamıştır.

    tayfalarının dinlemesinin ardından ve yeterli su ve yiyecek ikmalinden sonra gemi yola çıkmaya hazırlanır. hollandalı denizcilerinin adeti olduğu üzere tayfaların ho ho ho bağrışmaları ile demir çekilir ve ümit burnuna doğru pupa yelken açarlar. ilk iki gün denizde hiç bir şey olmaz. bu durum hem kaptanda hem de diğer denizcilerde biraz kibire bile neden olur. artık ümit burnu görülmüyordur, gemi arkasına aldığı rüzgarla gıcırdıya gıcırdıya büyük bir hevesle ilerliyordur.

    denizcilerin şarkılarını ve "ho ho ho" nidalarını dinlemek için...
    (bkz: http://www.youtube.com/…uwjs1cjwz5i&feature=related)

    bir kaç gün geçtikten sonra, bir sabah aniden rüzgar yön değiştirir, onları adeta karaya geri sürüklemeye başlar. hollandalı kaptan ve tayfaları direnirler, hatta geri dönüşün olmadığını hep bir ağızdan bağırırlar. ne geri dönüş olacaktır ne de şeytanın krallığına gidilecektir. rüzgarın hızını hiç kesmemesi, denizcilerin moralini bozar ama dirençlerini hala korumaktadırlar. gemide ayakta durmak bile zorlaşır. herkes bir yerlere tutunmuş bu lanet şeyin bir an önce geçmesi için tanrıya dua etmektedir. nerden çıktığı anlaşılmayan ve bir anda ortaya çıkan bu rüzgar olsa olsa şeytanın işidir diye geçirir içinden kaptan. tayfalarına döner ve bağırır; "yelkenleri indirmeyin. geri dönmek yok, burayı geçeceğiz". ancak boşa çaba serfetmektedirler. ileride bir girdap onları içine çekmektedir. girdaptan kurtuluş ancak geri dönmekle, rüzgarı arkalarına almakla mümküdür. işte o sırada kaptanın tüm hayatını değiştirecek o sözler ağzından çıkıverir.

    -ey iblis, ey karanlıkların kralı, denizcilerin düşmanı. işte geldim krallığının kapısındayım. sana yemin ediyorum ki, inandığım tüm şeyler adına andım olsun ki, geçeceğim burayı. eğer geçemezsem krallığının en acı yerine gitmeye razıyım. senin pis yuvanda sana kulluk edeceğim, sana köle olacağım." son kelime daha ağzından yeni çıkmıştır ki, sanki gökyüzü ile deniz birleşmiş, her yer su olmuş gidecek bir yer kalmamıştır. uçan hollandalı ve tayfaları şeytanın lanetine uğramışlardır. artık şeytana hizmet edecek birer lanetli ruhlardır. yüzlerce yıl asla kurtuluşun olmayacağı bir köleliktir bu. dünyadaki denizcileri alıp hepsini tek tek şeytana köle edeceklerdir. şeytan hollandalı kaptana tek bir kurtuluş şansı verir bu azaptan. 7 yılda bir tayfalarıyla tekrar insan bedenine girecekler ve dünyanın bir limanına gidecekler. orada 7 gün içinde kaptan kendine bir kadın bulacak. öyle ki bu kadını kendine aşık edecek ve vakti dolduğunda tekrar bedenlerini terkedeceklerdir. taki 7 sene sonrasına kadar, aynı bedenle geri dönene dek. işte o dönüşte kendisine aşık olan kadın onun aşkına, onun sevgisine sadık kalmışsa, onu unutmamışsa ve bir daha asla başka bir erkeğe bakmamışsa bu lanetten kurtulacaktır.

  • hamburger ekmeğinin 'gerçek' olduğunun vurgusunun neden yapıldığını anlayamadığımız sandviç.

    ayrıca sandviçin güzelliğinden ziyade adam normalde nasıl muamele görüyorsa, 2 dilim salam 2 dilim peynir görünce havalara uçuyor ya la. afiyet olsun.

  • (bkz: sead halilagic dost)

    önce galatasaray'a geldi bu tosun. kulup sahip cıkmadı. hatta o dönem parası ödenmedigi icin ayrılan bekcinin kulubesini sead'a verdiler. kafasına da bir $apka takıp bekcilik yaptı bir süre. o kulube icinde $iirler yazdı ve kitap cıkarttı, istanbulspor, adanaspor, be$ikta$ formaları giydi.
    galatasaray forması giydigi dönem de $ampiyon yapamadı takımını ama be$ikta$ forması giyerken galatasaray'ın $ampiyonluguna katkı yapmı$tır.
    neresinden tutarsanız unutulmaz iyi bir insandı.

  • soğutur. ısı ile sıcaklık farklı şeyler.

    reaktörden atmanız gereken 100 joule enerji var diyelim. bunu sıcaklığı 25 derece 1 metreküp suyla da atabilirsiniz, 35 derece 1 metreküpten daha çok suyla da. sadece sistemden daha fazla su geçirmeniz gerekir.

    mühendisler daha iyi açıklar tabi. köpekbalığı uzmanı bile olan sözlükte bunun da uzmanı çıkar.

  • çapulcu dediğin gençler cnn int'te çatır çatır ingilizce röportaj veriyor,sen van minütten öteye geçemiyorsun :):)

  • evet bence her akademisyenimiz de her yeni makalesininin altına asker selamlı fotoğrafını koysun. hakimlerimiz dava bitince çakıversin bir selam. hatta ve hatta her işçimiz mesai sonunda asker selamını versin öyle çıksın fabrikadan.
    edit: ben mesela her entryden sonra çakıyorum selamı.

  • red kit'in azılı düşmanlarından biri olarak hatırlanır.

    billy the kid efsanesi aşağı yukarı dört yıl içinde, 1877'den öldürüldüğü 1881'e dek uzanan zaman diliminde yazılmıştır. o sırada, tam da morris'le goscinny'nin ilgisini çekecek türden, ölümsüz bir efsane bırakmıştır.

    goscinny'nin albümde* yazdığının aksine, billy the kid'in gerçek adı william h. bonney değil, henry mccarthy'dir. geleceğin billy'si 1859'da, çoğunlukla anne babası, patrick ve catherine mccarthy gibi irlandalı göçmenlerin yaşadığı bir new york banliyösünde doğar. babasının nasıl öldüğü bilinmemektedir. ama dul kalıp yeniden evlenen annesi 1873'de new mexico'daki silver city'ye yerleşir. genç henry'yi o dönemde çevresindekiler terbiyeli bir çocuk ve iyi bir öğrenci olarak anımsarlar. boş zamanlarında vahşi batı'nın kovboylarını anlatan dime novels'ı (on sentlik romanlar) okuyarak geçirir. goscinny'nin anlattığı, daha erken yaştan suça yönelmiş haydutlarla pek ilgisi yoktur.

    annesinin 1874'deki ölümünden sonra, henry bir koruyucu aileden bir başkasına geçer durur. yaşamak için ufak tefek işlerde çalışır. çünkü, kumarbaz ve alkolik olan üvey babası ona babalık edebilecek biri değildir. ilk kez 1875'de şeker değil ama bir parça peynir çaldı diye tutuklanır.

    işler billy için ancak 1877'de sarpa sarar: arizona'daki fort grant'e (red kit albümündeki fort weakling - cılız kale) yerleştiğinde, dönemin tanıklarına göre kentteki frank cahill adındaki demirci onu sürekli hırpalar. billy de en sonunda onu vurur. görünüşe göre meşru müdaafadır bu. cahill'in adamları peşine düştüğünden new mexico'ya kaçmak zorunda kalır ve tanınmamak için william h. bonney adını alır.

    billy önce bir hayban hırsızı çetesine katılır. sonra hayvan yetiştiricisi john tunstall'ın yanında koruma olarak işe başlar. tunstall, red kit'in le pied-tendre (lord badi) albümünün başkahramanına model olacaktır.

    o dönemde, bölgede arazi peşindeki insanların yanında yer alan tunstall'la lincoln kentini tümüyle ele geçirmek isteyen iki toprak sahibi, lawrence murphy ve james dolan arasındaki savaş kızışmıştır. ama billy ve regulators (tunstall'ın işe aldığı koruma takımının adı) görevlerinde başarılı olamazlar. murphy ile dolan'ın adamları onların işverenlerini 1878'de öldürür. lincoln'deki şiddet o kadar artar ki, yeni vali lew wallace billy'ye murphy-dolan çetesine karşı tanıklık etmek karşılığında af önerir. billy gidip tanıklık eder. ama savcı valinin verdiği söze uymaz ve kid'in hapisten çıkmasına izin vermez. o da kaçıp, regulators'tan geriye kalanlara katılır ve bir haydut yaşamı sürer. derken bir kaç ay sonra yeniden yakalanır. ölüme mahkum edilir. hapiste birçok söyleşi yapar. böylece efsanesini oluşturmaya başlar. tam idam edileceği gün başındaki iki nöbetçiyi öldürüp yine kaçar. bu kanlı kaçışlardan bıkıp usanan vali wallace, şerif pat garrett'ten buna bir son vermesini ister. billy'nin alışkanlıklarını iyi bilen garrett onu bulur ve 15 temmuz 1881'de, fort summer'da öldürür.

    red kit'te tüm vahşi batı efsanelerini birbiri ardına gülünçleştiren goscinny'nin gözünde kahramanın gülünç olabilecek tek özelliği billy'nin yaşıdır; dolayısıyla onu pis ve şımarık bir yumurcağa çevirmiştir.

    ve gerçek billy the kid: http://i.imgur.com/b2m1h.jpg
    ---
    (alıntı: red kit istanbul'da / yapı kredi kültür sanat)

  • kitap satın alma hastalığına tutulmuş bir insan olan walter benjamin'in bununla ilgili bir hikayesi mevcuttur:

    paris'te kendisiyle röportaj yapmaya benjamin'in evine giden bir muhabir, benjamin'in çalışma odasında yeni alınmış koli halinde bir çok kitap görür ve biraz alaycı bir şekilde " tüm bu kitapları okuyabilecek vaktiniz olduğuna inanıyor musunuz?" diye sorar.
    benjamin'de muhabire şöyle cevap verir "kitaplar yalnız okunmak için değil, aynı zamanda birlikte yaşamak içindir de. "

  • alışılagelmişin dışında bir yöntemdir.

    talebeyim, bir hastanın tansiyonunu ölçtüm, biraz yüksekti. hocaya durumu anlattım, tuz verelim dedi. “ama hocam” diyecek oldum, tuz ver oğlum benden daha mı iyi bileceksin dedi.
    hemşireler bir kaşık tuz yalattı. 10 dakika sonra bir daha ölçtüm. hocam tansiyon daha yükselmiş dedim. bir daha tuz verelim dedi. ama hocam bütün kitaplarda diyecek oldum, en iyi ben bilirim bu işi dedi ve hastaya tekrar tuz verildi. hasta kıpkırmızı oldu, artık hastanın gözlerine bakamıyorum bile ama dayanamadım bir daha ölçtüm tansiyonu. tansiyon tavan. .
    hocam hasta gidiyor dedim. artık eminim tansiyon ilacı verecek ya da en azından tuz vermeyecek. hayır bu benim yöntemim dedi. dünyada ilk kez ben uyguluyorum. daha çok tuz verin. gözlerime inanamadım. ama yine tuz verdiler. hastanın bilinci gitti, acilen bir şeyler yapmak lazımdı..

  • bütün listesine aşkölçcer gönderdikten sonra;

    "arkadaşlar face'ten size aşk ölçer yolluyo olabilirim sakın yanlış anlamayın virüs falan değil gerçekten yolluyorum manyağım çünkü ben"