hesabın var mı? giriş yap

  • dizel araç depo ağızlarının benzinli araçlara göre daha geniş olmasından ötürü benzinli araca dizel yakıt konulması ihtimalinden daha yüksek bir ihtimalle gerçekleşebilecek durumdur. zira benzinli araç depo ağzına dizel pompası girmez. ancak tanker yanlış depoya yükleme yapmış ise dizel yakıt benzinli araca verilebilir. ayrıca kısa süreli kullanımda vereceği hasar, dizel yakıtın benzinli araca vereceği hasardan daha azdır.

  • videodaki grup mu daha garip yoksa bu insanlara "ooolumm bunlar asil eglenmiyolar lan eglenseleer ben bilirim zaten" diyenler mi bilemedim.

    lan kimseye zarar vermiyolar, kendi halinde takiliyorlar iste, halinden mutlu degilse cikar evine gider, elindeki en iyi opsiyon oysa takilir vs. baslik acacak ne var bunda amk.

  • tek başına owencan 'dır. ekşi sözlük trollu denince akla gelen açık ara farkla ilk isim kendisi.

  • karizmaların tavan yaptığı fotoğraf çekimidir. özellikle hakan balta, sneijder ve riekerink'e çok yakışmış.

    işte o poz

    fenerli arkadaşlar kıskanmış olabilirler, sizinkilerin de efsane bir pozunu vereyim madem de bir yerleriniz şişmesin. buyurun

  • yarım saattir sitenin tamamen yüklenmesini bekliyorum, meğer yüklenen hali buymuş.

  • belçika'da yasiyorum. esek gibi calisiyorum , maasimin 40% direkt gelir vergisine gidiyor. 14% gibi kdv olarak yine vergiye gidiyor. 6% sabit vergiler desek , maasimin 60% devlete gidiyor. bu adamlar 3.5 milyon euro'nun kaynagini gosteremiyorlar. benim gibi vergi versmis olsalar 2 milyon vergi veriyor olacaklardi.

    helal olsun alman polisine. iyi olmus.

  • 90's en çok o dönemde çocuk olanlara güzeldi. bunu birine anlatmak çok zor, zira 2020's de kendisinden sonraki nesillere bunu anlatamayacaktır. herkesin yazdığı gibi; çocuktuk, sokaklarda oynayan, herkesi tanıyan, tek endişemiz; annenin pencereye çıkıp, '' çabuk eve gel yeter çocuğum '' demesi olan dönemler. oyun oynarken sabit kalmayan çocuklardık, ahmet'lerin evin önünde bir başlardık, akşama doğru 3 km ilerlemişiz. sabit duramayan çocuklar, asla koyduğunuz yerde bulamazdınız ama yine de endişeye mahal yok. çünkü mahalle diye bir şey vardı, tüm çocuklar herkesindi. karnı acıktı mı, tüm çocuklara bir anne bakardı. genelde salçalı ekmek ile tüm çocukları doyurmayı bilen bir anne. o da çocuklar artık oyun oynarken kimin kapısına denk geldiyse, o günün şanslı annesi o olurdu.
    şimdiki çocuklarda inanılmaz bir dikkat bozukluğu var, misal mahallede 30 çocuk varsa hiç biri aynı şeyi sevmiyor, hiç birinin zevki diğerine uymuyor, birinin yediğini diğeri yemiyor. en önemlisi, okul dışında bir araya gelmiyorlar. biz pazar sabahı erkenden kalkıp o da varsa, trt'de aynı çizgi filme bakardık, hepimiz varyemez amcayı bilirdik, onu konuşurduk, onu severdik. şimdi milyon tane çizgi film kanalı var, bir çocuğun bildiğini bir milyon çocuk bilmiyor. bu çocuk duygularını kiminle paylaşabilir ki!
    biz tarkan'nın şarkılarını dinlerdik, ( ya da en fazla bir iki kişi daha ) herkes onu bilirdi, aynı şarkıya oynar, aynı şarkıya hüzünlenirdik. hepimizin hayali de benzerdi, duygu durumu da benzerdi, aşkları da benzerdi, çocukluğu da benzerdi. şimdi bir sürü şarkıcı ve bir sürü tanınmayan, bilinmeyen şarkılar... herkesin duygu durumu farklı ve ortak noktada buluşmak o kadar zor... ortak noktada buluşmak imkansız ise olan şey şu; birbirine güvenemeyen, dertleşemeyen, anlaşamayan, empati kuramayan, birey olduğu farz edilen ama yalnız insanlar... ortak nokta yoksa ve bağ kurulamıyorsa, bir şeyi sevmek de o kadar zor olur. çünkü birbirlerini tanımıyorlar, merak da etmiyorlar.
    '' peki, farklılar iyi değil mi ?'' diye sorabiliriz. evet farklılıklar her zaman güzeldir ama dezavantajları da insana dokunuyorsa, onları sindirmeden yaşamanın da kişileri kötü etkilediğini görebiliriz. konu burada farklıların olması değil, kişilerin ortak nokta bulup bağ kuramaması ile alakalı.
    90'lar emek harcanan dönemlerdi. navigasyonsuz adresleri bulurduk, neredeyse sevdiğimiz herkesin telefonunu ezbere bilirdik, herkesin ailesini tanırdık, çarşıda, bakkalda, sokakta hepsine denk gelirdik. komşu komşuyu bilirdi, arkadaş arkadaşı. ilgilenir, derdi ile ortak olurdu. bu paragraf için erich fromm sevme sanatı kitabında şöyle der; sevginin temel öğeleri etkin ilgi ve emek, sorumluluk, saygı ve bilgidir. yani şartlar insanların birbiri ile ilgilenmesini sağladı. dikkatlerini dağıtacak çok az şey vardı ve teknoloji gelişmediği için de herkesin birbiri hakkında ezberlediği, öğrendiği de çok şey vardı. şimdi ise sadece en yakın arkadaşımın telefonunu ezbere biliyorum. o da çok kolay olduğu için... yani bir insana karşı pişmeden, emek harcamadan onu da sevemezsin.

    yukarıdaki entrylerde 90's için siyasi iklimin bugünden daha kötü olduğu, insanların neyini özlediği vs... yazıyor. evet çok doğru, 90's siyasi olarak karanlık, aydınlatılması da belki 90 sene sürecek kadar kötü siyasi gelişmeler doğurmuş bir dönemdi. ama bu ülkenin rahat geçen bir on senesi zaten yoktu. 80's den sonra muhtemelen 90'lar günlük güneşlik gelmiştir. insanlar alışık oldukları için, bir şekilde hayatlarına bakmaya da devam ettiler. yokluğa rağmen bağ kurmaya ve var olmaya devam ettiler. çünkü yokluk, herkes için yokluktu. o yüzden o dönemin siyasi ortamı bu konu açıklamaya yetmez.

  • çocukluğumdan aklımda kalan garip fotoğraflardan biri.
    yaşım 12-13. karşı apartmanda - ama nası karşı bak, tam bizim evin hizasında. bizim evin ayna görüntüsü gibi düşün- birlikte yaşayan fantastik bir çift oturuyor. şimdi bundan 11 sene öncesine git. bak bakalım orda birlikte yaşayan çift denen şeyden kaç tane var. çevrede yarattığı yankıyı düşün. erkek olanın adını jose mariano koymuştum. (o zamanlar yayınlanan salak dizilerden birinin jönüydü ehehea) o yüzden bundan sonra kendisinden jose mariano diye bahsedeceğim.

    şimdi bunlar çevredekilerden oldukça farklı bir çiftti. zira evli olmadıkları için, evde bir aşk havası süzülür dururdu. o yaz, açık balkon kapısından, onların hayatına dahil olmuştum. hatta sitece olmuştuk ahahaha. ama bunlardan onların haberi yoktu sanırım. çünkü öyle davranıyolardı. akşam olurdu, jose kapıdan koskoca bir çiçekle eve girer, karşı evde bir fransız güncel dizi filmi mutluluğu yaşanırdı. abla mütemadiyen jose'nin kucağındaydı. kucağa atlandıktan sonra, evde mutfaktan antreye, antreden yatak odasına doğru ışık geçişini takip etmek zor olmazdı. aynı zamanda tasarrufsever de bir çiftti bunlar.

    gene gecelerden bir gece, abla mutfakta yemek yapmaya başladı. yere kadar olan jaluzi sayesinde görünmediklerini zannediyolardı fakat biz hepsini görüyor, god bless their love diyerek ellerimizi birleştirip tanrıya yakarıyorduk. abla tezgahta bişeyler doğrarken (oha detaya gel) jose mutfağa girdi ve yemek yapan o kadına arkadan sarıldı. 1-2 sallandılar. sonra ne mi oldu? mutfaktan antreye, antreden yatak odasına bir ışık geçişi. yemekten haber alınamadı.

    bu saadet bir kaç yıl böyle sürdü. hatta üst komşunun oğlunun dediğine ve bizim de şahit olduğumuza göre (hohoahah kaçmaazz) o evde çok daha çılgın hikayeler yaşandı. diğer başka ablalar gibi. sonra, aniden evlendiler. eve bi mutsuzluk çökmüştü. çocukları oldu. aşk bitmişti. ne yemek yapan ablaya arkadan sarılma kalmıştı, ne çiçek, ne ot, ne kucağa alma ne de ışık geçişleri.

    hayatımda ilk kez bi aşkın ölümüne, bir ikilinin macerasever genç bi çiftten "amca ve teyze"ye geçişine şahit olmuştum. ilişkilere bakışımı etkileyecekti bu.

  • ttnet'in yeni reklamında kullandığı slogan. sanırım "daha fazlasını vermeyeceğiz, bununla yetinin" gibi bir anlamı var.

  • zeytinyağı kurur, yapış yapış olur. onun yerine castrol magnatec dökmek daha mantıklı. molekülleri fay hattına bir mıknatıs gibi yapışır, senelerce kaygan kalır orası. küçük faylara da idarelik wd40 sıkabiliriz.