hesabın var mı? giriş yap

  • sevgili dedem 90 yaşında, boğazına müthiş düşkün bir adamdır. tatlıyı, tuzluyu, eşkiyi, pastayı, böreği, çöreği buldu mu hayatta affetmeyen bir adam olarak, haliyle de kilo ve sağlık sorunları yüzünden anneannem tarafından sıkı bir perhize maruz bırakılmaktadır.

    bir yaz günü öğle vakti odasındaki kanepeye uzanmış, gözleri kapalı, yüzünde mutluluktan oluştuğu belli olan bir gülümseme ile parmakları ile alnına hafif hafif vurarak bir ritm tutturduğunu gördüm ve aramızda şu diyalog gelişti:

    - dede yatmışsın güzellik uykusuna. maaşallah, keyfin yerinde.
    + öyle öyle (halen gülümsüyor)
    - hayırdır dede ya? niye gülüyosun böyle, ne düşünüyorsun?
    + anneannen yarın kurabiye yapacakmış da, onun hayalini kuruyorum.

    sadece bir kurabiye yemesine izin verildi diye bu kadar mutluymuş meğer adam... ey yaşlılık, bakalım bize neler yaptıracaksın?

  • - okulda bugün ne yaptınız tatlım?
    - tenkyu merimaç demeyi öğrendim.
    - veri...
    - evet. sen bana bir şey verince tenkyu merimaç diyeceğim.

  • karada ölüm yoktur ona...
    pek çok insani özellikleri artık yoktur.muhtemelen yaşadığı stresli dönemden kalan uykusuzluk sorunu vardır.geceleri az uyur.kurt kışı atlatır ama yediği ayazı unutmaz misali kötü günlerini geride bırakmış olsa da yediği kazıkları unutmaz.

    bu tipleri mutu edemediğiniz gibi artık üzemezsiniz de.

  • mucize kurtuluşunu genelde üzerindeki teknoloji harikası kıyafetlere bağlamışlar, ama aslında kıyafet ikinci planda. kurtuluşa sebep olan esas teknoloji halo.

    bilmeyenler için:

    halohalo

    görsel olarak göz tırmaladığı doğru. bu yüzden şiddetle karşı çıkanlar vardı. böyle yarışlarda bu tür koruyucuların olmaması gerektiğini söylerlerdi. görüldüğü üzere milyonlarca kişinin gözünün önünde bir insanın hayatını kurtardı ve ne kadar gerekli olduğu konusu tartışmaya kapanmış oldu.

    dün halo'nun nasıl işe yaradığına dair bazı video ve görseller paylaşıldı. twitter'da radioestadio motor hesabı da konuyla ilgili bir video yayınladı. ben video'dan tek bir kare aldım. o zaten halo'nun grosjean'i nasıl yardımcı olduğunu net şekilde gösteriyor.

    çarpma anı

    eğer halo olmasa, grosjean direkt olarak bariyerlere çarpacak ve izleyenlerin bile uzun süre etkisinden çıkamayacağı bir trajedi yaşanacak. kaza anında "neden kazayı göstermiyorlar" diye sitem edenleri de anlamak güç. tam olarak bu sebepten göstermiyorlar işte. fia bu konuda çok katı ve çok başarılı. pilotların iyi olduğu bilgisi gelene kadar asla kazaya dair hiçbir şey göstermiyorlar. halo olmasa mesela, o anın videosunu izlemeye cesaret bile edemezdi kimse. yahut grosjean alevlerin içinden çıkamasa, o anı izleyip ne yapacaksınız?

    kaza sonrası fotoğraflarda grosjean'e açılan yaşam alanı daha net görülüyor.

    görsel

    barikatı parçalayan halo sapasağlam

    daha sonra ise evet, kıyafetleri ve kaskı sayesinde hafif yanıklarla alevlerin içinden çıkmayı başarıyor. tabi bir diğer husus da yarışın henüz başı olması nedeniyle medikal aracın hemen arkada olması ve olaya olabilecek en hızlı şekilde müdahale edebilmesi.

  • aynı annenin, çocuğuna külotlu çorap giydirirken külotlu çorapla birlikte çocuğu havaya kaldırdığı da görülmüştür.

  • "hangisi daha kötü olurdu; bir canavar olarak yaşamak mı, yoksa iyi bir insan olarak ölmek mi?"
    her karesi ile hatırlanacak bu filmin unutulmayacak repliği.

    shutter island dennis lehane'nin romanından senarist laeta kalogridis tarafından uyarlanmış 2010 yapımı bir martin scorsese filmi.

    bu yorum başından sonuna kadar spoiler içerir, bunu baştan söylemiş olayım.
    filmin olağanüstü bir matematiği olduğunu, ancak sonuna geldiğinizde başıyla doğru ilişkiler kurabileceğinizi ve sürprizlere açık olmanız gerektiğini de hemen belirteyim.
    neden dedektifi deniz tutmuştu, neden "su işte, çok fazla su " diyerek kendini toparlamaya çalışıyordu, neden karşılayanlar ellerinde silahlar, tetikte ve tedirgindiler, neden bahçedeki her hasta dedektife selam verip tanıyormuş gibi gülümsüyordu; o sırada verdiğiniz bütün cevaplar yanlıştı.. hepsini sonunda anlamlandıracaksınız.

    hikâye 1954 yılında geçer. bir polis dedektifi (orjinalinde u.s marshal) edward/ "tedy" daniels çok sevdiği eşini vurmuştur. çünkü eşi (michelle williams) 3 çocuğunu öldürmüş, tedy eve geldiğinde gülücükler içinde "bak ne güzeller değil mi, hadi sofraya oturtalım " diyecek kadar hastadır.
    vicdan azabı ve suçluluk duygusu öyle korkunç bir noktaya ulaşır ki, dedektifin gerçekle bağı kopar, hayali kişiler ve kimlikler yaratır. mahkeme tarafından tedavi olmak üzere zindan adası'na gönderilir. her tarafı koyu gri sarp kayalık olan bu ada'dan kaçış imkânsızdır. anlaşıldığına göre, zeki olduğundan ve bir kimliğinden diğerine geçiş yaptığından doktorlarla arasında bir kedi fare oyunu yaşanmıştır.
    sonunda bir mizansen hazırlanır. dedektifin eşinin profilindeki bir hastanın kaçtığı ihbarı üzerine hastamız, dedektif tedy daniels olarak yanında hiç tanımadığı, o güne kadar birlikte çalışmadığı yardımcısı chuck'la(mark ruffalo) adaya ayak basar.

    "disosiyatif durumların en uç ve şiddetli şekli olan çoğul kişilik bozukluğunda kişi, birden çok kimlik veya kişiliğe sahiptir. her kişiliğin bir adı, yaşı, anıları ve kendine özgü davranışları vardır. bu kişilik ya da kimlikler birbirini tanımazlar, birbirlerinden habersizdirler."
    bir uzman böyle söylüyor.
    psikolojide multiple personality (çoklu kişilik bozukluğu), büyük travmalar sonucunda ortaya çıkan ve zihnin bölünmesi ile sonuçlanan kişilik bozukluğu.
    tedy daniels ilk travmasını 2. dünya savaşı sırasında yaşamıştı. sonra evine geldiği bir gün eşine "neden ıslaksın bebeğim?" diye sorduğunda. bu soru ve kadın rüyalarından hiç çıkmayacak, gözünün önünden gitmeyecek.

    shutter island'daki ashecliffe hastanesi tehlikeli akıl hastalarına hizmet veren bir kompleks; yetkin doktorlara, donanıma, katı kurallara sahip.
    uygun bulunanlara gözden girilen veya beynin açılması suretiyle lobotomi uygulanıyor. "arıza" yapan sinirler çıkarılarak insanın huzurunu bozan anıları yok ediliyor. doktorlara göre hasta rahatlıyor, sakinleşiyor fakat hayalete dönüşüyor. sessiz, sarsak bir hayalet.
    soğuk savaş yılları sürerken, ajanların yakalandığında konuşmalarını engellemek için yürütülen bu proje hastaların denek olarak kullanılmasından başka bir amaca hizmet etmiyor.
    anıları olmayan dolayısıyla işkence altında bile anlatacak bir şeyi olmayan hayaletler..
    yıllar içinde yüzlerce deney, yüzlerce ameliyat..
    acı veren anıları unutmak insanoğlunun en büyük arzularından.. fakat bedeli bu. aslında travmaların bedeli..
    nazi artığı alman doktor "travma sözcüğü yunanca yara demek, almanca rüya.." demişti..

    dedektifle tıbbi ekip arasında oldukça gerilimli birkaç gün geçer. fırtına, rüzgar, yağmurun oluşturduğu karanlık distopik bir atmosferde dedektif, birbirine karışan hayaller, gerçekler, rüyalar ve özellikle ölmüş sevdiklerinin hayali ile oldukça zor anlar geçirir. ekip tarafından kafası karıştırılmak suretiyle sürekli sınanır.
    sonunda doktor cawley(ben kingsley) tüm itirazlarına rağmen onu tıbbi sicili ile yüzleştirir. kendisi bir süredir dedektif değildir, adaya birlikte geldiği yardımcısı, yardımcısı değil, 2 yıldır ondan sorumlu olan doktordur. adaya geldiği andan itibaren tüm çalışanların içinde olduğu bir tiyatro oynanmıştır.
    kişiliklerinin, eşine uygun bulduğu kişiliklerin, isimlerinin çözümlenmesi yapılmıştır.
    2 yıl boyunca kendisine düzenli ilaç tedavisi uygulanmış, tam düzeldi sanırken başa dönülmüştür. öyle der, doktor müdür cawley..
    bu son şansıdır. yoksa lobotomi uygulanacaktır.
    çözülür tedy daniels, mesele kendini affedemiyor oluşudur. dediğine göre, eşinin hastalığını görmezden gelmiş, tedavisini yaptırmamıştır. bu yüzden eşinin de çocuklarının da katili odur.
    tedy yaşadıklarıyla ve yüzleştikleriyle yaşayamayacağını anlar, yardımcısına/doktoruna girişteki cümleyi söyler ve son derece aklı başında olarak ama hasta taklidi yaparak kendi sonuna doğru, hayalete dönüşmek üzere direnmeden yürür.
    kendisine verdiği hem ceza hem ödüldür bu..

    shutter island sıradan bir gerilim filminin çok ötesinde, insan psikolojisinin gizemli dehlizlerinde yolculuktur.
    akıl hastalıklarının ardındaki insanın dayanma gücünü aşan travmatik deneyimlere; 2. dünya savaşı'na katılan askerlerden başlayarak, abd'nin özellikle vietnam, ırak, afganistan savaşlarından sonra yüksek sesle dile getirilen tssb ve ayrıca bipolar bozukluk, alkolizm, mp gibi muhtelif hastalıklara hatta uygulanmış tedavi yöntemlerine bir projektör tutar.

    shutter island efsane oyunculukları, hüznü, ürkütücü atmosferi ile seyredeni etkisi altına alan ve kolay unutmayacak bir film.

    her karaktere uygun olmayan bir fiziğe sahip leonardo di caprio'nun bu çok zor rolün üstesinden yüzünün akıyla çıktığını söylemek gerek.
    mark ruffalo, ben kingsley, michelle williams, emily mortimer, patricia clarkson ve küçük yan rollerdekiler bile çok başarılı oyunculuk çıkarmışlar.
    çekimleri peddock adası, whittenton kayalıkları, wilson dağı gibi gerçek mekânlarda yapılan filmin izleyici üzerinde yarattığı o ürpertici etkiyi mekân seçimindeki başarı kadar görüntü yönetmeni robert richardson'a borçluyuz.
    fakat krzysztof penderecki'nin no. 3: passacaglia – allegro moderato'su olmasa ne richardson ne de mekân o sinir bozucu etkiyi yaratmakta bu kadar başarılı olabilirdi.
    filmin "hoş geldiniz!" diyen soundtrack'i nasıl bir film izleyeceğinizin işareti..
    birbirinden güzel tüm müzikleri, passacaglia dahil, scorsese'nin uzun süredir çalıştığı robbie robertson tarafından seçildi.

    anladığım kadarıyla, shutter island eleştirmenler tarafından beğenilmedi. fakat izleyenler tarafından çok beğenildi. scorsese'nin en çok gişe hasılatı yapan bu 2. filmi, martin scorsese ve leonardo di caprio'nun ödül almayan tek işbirliği olarak sinema tarihine geçti.