hesabın var mı? giriş yap

  • top bu adamdayken yaşadığım güven hissini bir tek insan hakları evrensel beyannamesini okurken yaşıyorum.

  • ayni olay benim de basima gelmisti 100 bin cikmisti ancak megerse bir tane degil , 3tane cikmasi gerekiyormus. karmasik bir oyun , garip kurallari var.

  • oxford tarafından yılın kelimesi adaylarından biri olarak gösterilmiş.

    tam olarak aslında yediğiniz şeylerin çöpünden, bulaşığından rahatsız olmamak, sezon sezon dizi izlemek, koltukta uyuyakalmak, yağlı saçlardan, istenmeyen tüylerden, bir süredir duş almamaktan pişman olmadan, uyumsuz ama rahat giyinmek, diyetten, uyku düzeni ve spordan uzak kalınca vicdan azabı çekmemek ve tam olarak "salmak", "insanlıktan çıkmak" gibi bir anlamı var. "normalde gece vakitlice yatar, sabah yulaf ezmesi yerim ama goblin modundayım o yüzden bu diziyi bitirir öyle yatar, kalkınca da gofret yer, kola içerim..." gibi.

    dünya, sağlıklı ve esen yaşamı bir zorunluluk gibi sundukça özellikle pandemi döneminde bu zorlama pozitifliğe, sağlığa tepkisel böyle kelimeler ve paylaşımlar da patladı. bir ara pandemi diye evinde normalde instagram ve netflix ile on altı saat geçirebilecek tipler "ayh pandemide her yer kendi arşivini internete açtı da bedava her gün müze gezip üniversitelerden eğitimler alıyorum, evde sporumu yapıp podcastler dinleyerek ekmek yapıyorum, her anımı değerlendiriyorum canıms..." diye abarıyordu, hah işte goblin modu, bunun bir zorunluluk olmadığına, insanlığın içinde arada bir insanlıktan çıkmanın da var olduğuna dair bir tepki. çok da yerinde.

    bu arada yılın kelimesi adayının iki kelimeden oluştuğu da gözlerden kaçmadı. diğer adaylardan biri de bir etiket hatta: #istandwith. biri de metaverse. bence goblin mode iyi, güzel bu, bu olsun.

  • ekşi sözlük yazarlarının maç hakkındaki sikimsonik tahminlerini kimsenin sallamadığı maç.

    amk varsa sağda solda okuduğunuz ilginç bir bilgi, bir anektod, bir foto, bir video yazın şuraya.

    atletico alır.

    madrid alır.

    final maçı haliyle 2 takımdan biri kazanacak aynı şeyleri daha ne kadar tekrar edeceksiniz amk.

    gol dakikası veren var, bunun çocukluğuna inmek lazım. bu ne ilgi budalalığı.

  • arkadaşlar merhaba, bu başlık şimdiye kadar neden dolmamış?

    benim gibi hayatı boyunca evde hiç üst üste iki gün boyunca oturmamış, bunu sevmemiş, evde biraz fazla zaman geçirince sokağa çıkma, hayata karışma arzusu, hatta ihtiyacı duyangillerdenseniz şu günlerde çok zorlandınız ve hayatı özlediniz. benim için evde hayat yok krdsm ya, zorla mı. işte bizim gibi milyonlarca insan da aynı şeyleri hissederek evde hayata benzer bişi olsun diye kendini bitki bakımına verdi ve böylece son yıllarda zaten bir trend haline gelmiş evde bitki yetiştirme çılgınlığı iyice büyüdü, büyüdü, kendi içinde bir sektör haline geldi. bu sektör, plant youtube (plantube) ve çılgınlıkları hakkında daha sonra yazmayı düşünüyorum aslında. ama şimdi buraya kendi engin deneyimlerimden ve pek tabii ki plantubedan edindiğim bilgilerle yeni başlayanlar için genel bir bitki bakım entrysi yazacağım. ama merak etmeyin ki çok uzun olmayacak çünkü göreceksiniz ki yazının ana fikri ışık, su gibi temel bitki ihtiyaçları dışında bitkilere dair genellenebilecek çok da fazla şey olmadığı yönünde olacak. başlayalım.

    ışık: evet, bitkilerimiz için en önemli faktör sudan ziyade ışıktır. mümkünse güneş ışığı, mümkün değilse yapay bir şekilde grow light. bilirsiniz ki bitkiler çok güneş sevenler ve az güneş sevenler olarak ayrılırlar, ama istinasız hepsi ışık severler. hiç güneş ışığı almayan mutfağınızda buzdolabının üstüne koyduğunuz bitki kusura bakmayın ama can çekişerek ölüyor. dolayısıyla evinize bitki alacaksanız ilk göz önünde bulundurmanız gereken faktör ışık olmalı. genel olarak ficus ailesi (kauçuk olarak geçen ficus elastica, keman yapraklı kauçuk olarak geçen ficus lyrata vs.), hoya (mum çiçeği) ailesi, sukulent ve kaktüsler, pilealar yüksek güneş ışığı seven bitkilerken; deve tabanı olarak geçen monstera türleri, prayer plant (dua çiçeği) ailesi, pothos (sarmaşık) ailesi, syngonium türleri görece düşük ışığı tolere edebilir bitkilerdir. burada yüksek ışık derken günde en az 4-5 saat direktimsi güneş ışığından bahsediyoruz (ki bu da pencereye olan uzaklık, pencerenin baktığı yöne göre değişir, mesela güneye bakan pencereler kuzey yarımkürede her zaman kuzeye bakan pencerelere göre daha direkt bir şekilde güneşi alırlar). düşük ışığa karşı en toleranslı olan bitkiyse paşa kılıcı (sanseveria) ve zizzi bitkileri gibi zor koşullara alışık çalımsı bitkilerdir. yine de en toleranslı bitki bile ışık sever diyip bu konuyu kapatalım. grow light konusu içinse ayrıca bir yazı yazacağım sanırım.

    su: bence bitki bakımı konusunda en çok karıştırılan konu su oluyor, çünkü bu işe yeni başlayanlar genelde iyi bakımın sık sulamadan geçtiğini düşündüklerini için bol bol sulayıp bitki köklerini çürütüyorlar. eğer bitkinize "o kadar da su vermiştim niye öldü anlamadım" diyorsanız, büyük ihtimalle tam da fazla suladığınız için öldü o bitki. hiçbir bitki için haftada bir, iki haftada bir sulanır gibi genel geçer kurallar yoktur, bitkinin yerine, boyutuna, saksısına, mevsime ve aldığı ışığa göre su ihtiyacı değişir. ama genel olarak hiçbir bitki su içinde oturuyor olmaktan hoşlanmaz. sukulent, kaktüs türleri, sansevieria gibi su sesmez türler tamamen kurumadan sulanmamalı (tahmini iki hafta), monstera, syngonium, hoya, tradescantia gibi türler üst tabakası kuruduktan sonra (tahmini bir hafta- on gün), dua çiçekleri, fern, peace lily gibi nem sever bitkilerse üst tabakaları azıcık kuruduktan sonra sulanmalı (tahmini beş gün-bir hafta). ama dediğim gibi bu yazılan zaman aralıkları tamamen tahmini ve hiçbir bitki bu şekilde bir sulama rutinini takip etmemeli. zaten bir süre sonra halinden, tavrından, yapraklarını bükmesinden ne zaman suya ihtiyacı olduğunu anlıyorsunuz.

    saksı: eveet, erken bitki ölümünde önemli rol oynayan bir başka faktör de saksılar sanırım. terracotta, plastik ve beton olarak üç ana gruba ayırabiliriz. ben beton saksı kullanmadığım için diğer ikisi üzerinde duracağım. bitkileri ilk aldığımızda genelde plastik altı delikli saksılar içindeler ve bir çok insan eve gelir gelmez bitkiyi o saksıdan çıkarıp dekoratif durması için yeni, bazen altı delikli olmayan ve hava almayan sırlı saksılar içine koyuyor. bitki, yeni ortamına alışmanın üstüne yeni saksısına alışmanın şokunu yaşıyor ve üstüne bir de fazla sulanıyorsa havasız saksısı içinde hızlı bir şekilde kötüye gitmeye başlıyor. bu bakımdan ben bitkileri gerçekten büyüyüp ihtiyaç duyacakları bir hale gelene kadar saksılarından etmiyorum. üstelik hoya gibi bazı türler saksı değişimden hiç hoşlanmıyorlar. saksı değiştirmek gerektiğini bitkiyi saksıdan çıkarıp köklerin tabana deyip değmediğini kontrol ederek anlayabilirsiniz. eğer çok sulamayı seviyorsanız saksı değişimi yaptığınızda terracotta saksılar alın, çünkü bu saksılar hava aldıkları için fazla suyu muhafaza etmeyeceklerdir. çok su isteyen peace lily, fern gibi bitkileriyse suyu koruyan plastik saksılarda tutmak daha avantajlı olabilir. her zamanki gibi bitki ihtiyacına göre değişen bir şeydir saksı seçimi.

    bitki besini: genel prensip bitkinin büyüdüğü zamanlarda ayda bir, iki haftada bir ek besin vermek, büyümediği kış aylarındaysa hiç ellememektir. bunun üzerine ve bitki çoğaltma üzerine bir sonraki entrymde detaylı bir şekilde değineyim diyorum, ne de olsa lanet covid bür süre daha devam edecek gibi.

    son olarak bir amme hizmeti daha yapıp favori plantuberlarımı buraya bırakıyorum. dediğim gibi bu mesele de başka bir yazının konusu ama girişi yapalım:

    planterina (en ünlülerinden biri, benim de ilk tanıdığım oldu sanırım.)
    summer rayne oakes ( kendisi bir ara evindeki bitkilerle her güne bir bitki videosu çekti ve 365 günü tamamlayabildi)
    kaylee ellen (daha ziyade nadir bitkiler üstüne)
    harli g (bebeğini doğurma sürecine şahit olduk ve çok tatli bişi allahım)
    crazy plant guy (esprileri kötü ama sempatik)
    nick pleggi (bazen kişisel hayatından falan da bahsediyor, dedikodu yapıyor, arada sivri dilli olabilen tek plantuber olduğu için seviyorum)

    türkiye'dense sanırım şimdilik sadece fem güçlütürk'ün labofem'i var, dolayısıyla henüz satürasyona ulaşmamış açık bir alan bu. meraklısına duyrulur. neyse yoruldum, hadi bakalım bir saat oyaladık kendimizi ve işten kaytardık, darısı diğer günlere.

  • aile hekimliğinin zorluklarından biridir gezici hizmet. mesleki jargonu mobildir.

    evet ortada bir hizmet vardır ama devletçe içeriği belli değildir. türk işi yani. her ilde farklı şekilde uygulanır. kimi köye gider ilaç yazar, kimi aşı yapar, kimi yatan hastalara bakar, kimi de hiç gitmez gitmiş gibi yapar.

    yıllar önce bulunduğum doğu ili genelinde, ailelerin maddi ve coğrafi imkansızlıktan hastaneye ulaşması zor olduğundan, aşı-izlem gibi uygulamalar yapılıyordu mobilde. biz de giydik önlüğümüzü, gittik aşı ve izlem yapmaya. tabi köyde bir korku havası, beyaz önlüğü gören çocuklar kendini oradan oraya atıyor.

    bir evin kapı girişinde aşı yaparken, arkadan birinin yaklaştığını hissettim, sırtıma dokundu. dönüp baktığımda önünü ilikliyordu yaşlıca bir amca. doğu şivesi ile "hocam çok yaşlı bir babam var, ölüm döşeğinde ama rica etsem bir tansiyon bakar mısın, çok üzülüyorum." dedi.

    zaten hayır demezdim ama bu nezaket karşısında bekletemedim bile. aile sağlığı çalışanı aşıları yaparken ben de gittim dedeye bakmaya. yürürken oğlu, dedenin ne kadar dindar olduğunu anlatıp durdu. 10 yıldır yatıyormuş kısmı felçli ve 10 yıldır sürekli tesbih çekip dua ediyormuş. geldiğimizde ben dedenin olduğu odaya girince, oğlu da terlik getirmeye yandaki evine gitti.

    köyde yaşayanlar bilir, evin dışında ufacık bir odada yatıyor dede. giriş kapısı 170 cm. penceresi yok. her taraf yeşile boyanmış, kapı bile. köşede hafif bir yükselti kenarında delik, hem tuvalet hem banyo. duvarda dedenin, siyah beyaz flu askerlik fotoğrafı ama tavana sıfır :) bir de üzerinde bilmem ne ticaret yazan, kenarları iğrenç kırmızı plastikten kare şeklinde ve çok ses çıkaran saat, tabi o da tavana sıfır. sanırım bir de kuran var başucunda asılı. yerler plastikten yapılmış ahşap desenli örtü (bkz: marley) ama zemin düz olmadığı için taşlar batıyor ayağa. ve yaz günü bile soğuk yerler.

    aklımda soru işareti. 10 yıldır televizyon olmayan odada ölmeyi bekleyen dede. sıkılmadan bunalmadan. sürekli yorgan altından tesbih çekerek 10 koca yıl.

    yer yatağına uzanmış, arkası dönük, üstünde 5 kat yorgan.

    yatağa yaklaşıp dedeyi uyandırmak adına silkeledim. "dede, dedee, deeeeddeeee"

    hafiften hareketlenir gibi olunca, ben de arkamı döndüm çantadan tansiyon aletini almak adına.

    o sırada bir hızlı hareket oldu dededen. ne olduğunu anlamadım. birden doğruldu, ben de hızlıca anlamak için ona doğru dönünce göz göze geldik. gözlerini sonuna kadar açmıştı. ve susuz kalıp çatallaşmış sesine rağmen bağırdı bana.

    dinim islam, kitabım kuran, peygemberim muhammed aleyhisselam.

    olayı anladım ama gülmekten konuşamıyordum. dede sınavına çok iyi çalışmıştı ama muhtemelen beyaz önlük yüzünden kafası karışıp, cevapları yanlış zamana denk getirmişti. hani yetkim olsa alırdım cennete. o kadar kesin, kararlı, inanmış söyledi. sonra bende beklediği azraili mi bulamadı yoksa farkına mı vardı bilmiyorum arkasını dönüp yine yattı.

    bir iki ay sonra da zaten defin raporu için geldi oğlu.

    dedem umarım cevapların doğrudur. ne güzel şey değil mi, böylesine inanmak :)

  • her boşluğa sağına soluna bakmadan pat diye atlamalarıdır. sonra da motorcuları fark edin diye bas bas bağırmalarıdır.
    edit1:imla
    edit2: mesajla uyaran arkadaş eklememi istedi; "yol olmadığında fütursuzca kaldırıma atlamaları"
    edit3: ara sokaklarda yayaların arasından zikzak çizerek hayvan gibi gitmelerini de eklememi istedi bir arkadaş.
    edit4: ters şeritten gidip yol vermedin diye bozuk atmalarını da ekleyelim.