hesabın var mı? giriş yap

  • istanbul'un talebi olan yeni taksi sistemi, talimatlarla verdirilen oylarla ukome'de reddedildi. bu ret kararı teklifin tekrar gelmesine mani değil. 16 milyon istanbullu’ya ve binlerce taksi sürücüsü esnafımıza verdiğimiz sözün takipçisiyiz. doğru, er geç karşılığını bulur

  • (bkz: 30 yaş üstü espriler)

    edit: muhtemelen bu yarın dbe'ye girecek.
    ssg sadece esprilerden oluşan bir sözlük istiyordun buyur kına yak. senden tek ricamız biraz disiplin..çok gülmek isteseydik komikaze'de takılırdık ne işimiz var kutsal bilgi kaynağında!

  • yalnız ve insan gibi yaşayan erkek türü.

    iki yumurta kıran olmasa aç kalıp geberecek tiplerin ağzına sakız olur. lan sen daha kendi kendine hayatta kalamıyorsun ne ılığı?

  • şöyle kafa dengi 1-2 profesör, bir de merkezi yerde kelepir bir apartman bulursam (kapanmış dersane filan varsa en idealı o aslında) açmayı düşlediğim üniversite.

    ki insanlara "hangi üniversiteden mezunsun?" diye sorduklarında "oxford ve harvard üniversiteleri" diyebilsinler. göğüslerini gere gere.

    gerek eğitim kadrosu gerek yenilikçi yönetimi gerekse sosyal imkanları olarak devrim....yaratmayacak bir üniversite şimdi doğruya doğru.

    ama işte ücretsiz kablosuz internet olur. bir iki pinpon masası koyarız. sigara odası, kantini filan olur. yeter bence.

  • titanik'in o gece buzdağına çarptığı bölge tam bir buz dağı tarlasıydıq. yani titanik o buz dağına çarpmasa bile bir diğerine çarpması oldukça yüksek bir ihtimaldi. bunun sebebi de titanik'in ilk seferini çok talihsiz bir zamanda yapmasıdır. kışın kuzey kutbunu kaplayan buzlar kışın bitmesiyle mart ayı gibi erimeye başlar. ama tamamen erimez, aksine ana kütleden kopan büyük buz parçaları denize düşer, ki biz bunlara buz dağı deriz. bu büyük buz kütleleri nisan ayında kuzey atlantik'e kadar inmiş olur, yani tam titanik'in yolu üzerine. titanik'in battığı gece california adlı yolcu gemisi titanik'in battığı buz tarlasına rastlamış ve motorlarını durdurarak geceyi geçirip buz bölgesini gün ışığıyla daha rahat geçme kararı alır. bu tehlikeyi de kablosuz radyo aracılığıyla titanik'e bildirir. titanik'in radyo operatörleri o gün boyunca bozuk olan radyoyu tamir etmişler, radyo akşama doğru çalışmaya başladıktan sonra ise birikmiş olan yolcu mesajlarını iletmeye başlamışlardır. tam bu sırada gelen kulak tırmalayan yüksek frekanslı california'nın mesajına titanik radyo operatörü "kapa çeneni, meşgulüm" cevabı verir.
    fakat titanik yolculuğu boyunca çeşitli gemilerden buz dağı uyarıları almıştır. mürettebatın bu uyarıları ciddiye almayıp titanik'in hızını düşürmemelerinin sebebi şüphesiz dönemin muazzam gemi inşa tekniğidir: kompartman tekniği denilen bu yolla gemi su hizasının altından kompartmanlara bölünür ve bu kompartmanların arası su geçirmez duvarlarla bu duvarlar arasında ki geçiş ise su geçirmez kapılarla sağlanır. eğer gemi bir yere çarpar ve su almaya başlarsa su geçirmez kapılar kapatılacak ve yalnızca darbeyi alan kısım suyla dolacak, dolayısıyla gemi iskele veya sancak tarafına hafifçe yatsa dahi batmayacaktır ve yardım gelene kadar bekleyecektir. işin ilginç yanı sadece bir kaç ay önce titanik'in kardeş gemisi olimpik bir savaş gemisiyle çarpışmış ve iki kompartmanı suyla dolmasına rağmen yüzer vaziyette kalarak limana geri dönmüştür. bu sırada titanik inşa aşamasındaydı ve olimpic'in tamiri için bazı parçaları sökülerek olimpic'e takılmış bu da titanik'in ilk seferini daha geç bir tarihe ertelemiştir. buzulların kuzey atlantik'e indiği nisan ayına.

    titanik gibi olimpik sınıfı gemiler 4 kompartmanı suyla dolsa dâhi su üzerinde kalabilecek şekilde tasarlanmıştır. bu ve henüz bir kaç ay önce ki olimpik örneği şüphesiz mürettebatın bu gemiye güvenini arttırmış ve buz tarlasına girerken hız kesmemişlerdir. geminin batması ise temelde buz dağına çarpma şekliyle alakalıdır. çünkü titanik buz dağını muhtemelen 45 saniye kadar önce farketti ve dönüşünü yapmaya çalıştı. ancak dönüşünü tamamlamadan buz dağına sancak tarafından çarpar ve bu çarpma buz dağına paralel gidildiği için uzun bir süre devam eder. yani titanik buz dağına sürte sürte tam 5 kompartmanı hasar alarak buz dağını geçer, oysa gemi buz dağına baştan çarpsa bu kadar kompartmanın hasar alması olanaksız olur ve titanik yüzer vaziyette kalabilirdi. ama tabiki mürettebat o anda bunu düşünemezdi, tek düşünce çarpışmanın önlenmesiydi, bunun için yapılan manevra ise talihsiz bir şekilde geminin su altındaki kısmının boydan boya yarılmasına ve tam 5 kompartmanın suyla dolmasına neden oldu. ne demiştik? yalnızca 4 kompartman...

    bu arada şunu da ekleyeyim ki titanik batarken yardıma gelen carpathia adlı yolcu gemisi titanik'in girdiği buz tarlasından geçerken buzlar yüzünden zikzak çizerek, hızını düşürerek ve buz dağlarına bakan bir sürü gözcü ile titanik'in battığı noktaya ulaşır. titanik'in o mayın tarlasına tam yol ileri girmesi aslında felaketin habercisiymiş.

  • on üçüncü yüzyılda başlayan saat karmaşasının yansımaları modern zamanlara kadar gelmiş, hatta 1966’da amerika’da radikal çözümlere gidilmek zorunda kalınmıştır.

    on beşinci yüzyılın başlarında, avrupa’da bir şehir için bir saat kulesine ya da en azından, her yönden görülebilen bir saate sahip olmak, büyük bir olaydı. örneğin ingiltere’de windsor kalesi için 1350’de yapılan saatin, sırf çanının içindeki tokmağın 80 kiloya yakın olduğu kayıtlarda yer almaktadır.

    ingiltere’de edward iii ile fransa’da charles v, bir “saat yarışı” içine girmişlerdi. ortaçağ avrupasında, bir şehrin itibar görmesi, şehir olarak kabul edilebilmesi için büyük saatleri olması gerekiyordu. hatta şehirler, zaman zaman, “bizim saatimiz, sizin saatinizi döver” mücadelesine dahi girmekteydi: chartes’da bir katedral, saatin çanının yapılması için tarif vermekteydi: “palais royal’deki saat gibi veya daha iyi olacaktır. ses, eşit ölçüde güzel ve ahenkli olacak, saatin yapımında kullanılan metaller ise, sayıca ve ağırlık olarak, paris’tekini geçecektir.”

    böylesi saatleri yapabilmek için, şehirler, maddi krizleri dahi göze alıyorlardı: yine fransa’da, montelimar’da bir şehir saatinin yapımı, on altıncı yüzyılda, şehri, iflas noktasına getirmişti. bu masrafın gerekçesi ise, bilimsel nedenler değil, kentin/kasabanın gururunun okşanması idi. (mesela, 1410’da slovakya’da yapılan bir saatin kadranı, saatin yapımında maddi destek vermeyen cimri mahallelerce görülemeyecek şekilde yerleştirilmişti. eğer saatin yapımı için para vermiyorlarsa, saatin kaç olduğunu görmek için, yürümeyi de göze alacaklardı.) yine de, şehre ait bir saatin var olmasının beraberinde getirdiği prestij, daha ufak maddi kaygıların önüne geçiyor ve bu saatler, şu ya da bu şekilde yapılıyordu.

    bu, zaman içinde, kentlerdeki saat adedinde ciddi bir artışa yol açtı. tabii ki, mahalli saatler arasında da ciddi bir farka yol açtı; saatler, öğlen 12.00’ye göre ayarlanmaktaydı ama bu, kentten kente de farklılık gösterebiliyordu. halkın bunu pek umursadığı yoktu, ama gerçek zamanın ne olduğunu kimse bilmiyordu. öğlen ise, belli bir noktada mı öğlendi, yoksa 100 km ötede mi öğlendi? hemen hemen aynı zamanlarda, amerika’da, benjamin franklin, gün ışığından daha fazla faydalanılması ile ilgili birtakım şeyler söylüyordu. daha sonra da zaten, demiryolları ve trenler ortaya çıktı.

    trenlerle beraber, bir problem de doğuyordu; her şehirde saat farklı iken, yolcular, trenin henüz gelip gelmediğini nereden bileceklerdi. saatlerin doğruluk problemi pek yoktu, ama doğruluk da tek başına işe yaramıyordu. bir süre, iki kadranlı saatler kullanıldı, bunlardan biri “mahalli saat” için, diğeri de “tren saati” içindi (hatta henry ford’un dahi bu model bir saat tasarımı vardır). zor bir uygulamaydı ve devamı gelmedi.

    1884’de, bu meseleyi kökünden halletmek üzere uluslararası bir kongre toplandı. kongre fikri, ileri görüşlü bir mühendis olan kanadalı sandford fleming’den çıkmıştı. 1884 ekim ayında, yirmi dört ülkenin katılımı ile, washington dc’de uluslararası meridyen konferansı yapıldı. katılan yirmi dört ülkenin yirmi ikisi, greenwich için oy verdi. greenwich’in karşısına rakip olarak çıkan adaylar arasında, piramitler, kudüs ve hatta bering boğazı vardı. oy vermeyen fransa, ingiltere’nin metrik sistemi kabul etmesi kaydı ile oy verebileceğini belirtiyordu. fransa 1911’e kadar, kabule yanaşmadı ve hatta o tarihten sonra dahi, “gmt” ifadesini kullanmak yerine, bunun, paris zamanına göre, 9 dakika 12 saniye farkını belirterek telaffuz ettiler. çin de kabul etmeyen ülkeler arasındaydı, beş zaman dilimine yayılmalarına rağmen, tek bir saat uygulamasını benimsemişlerdi.

    her zaman ve birden bire kabul edilmemekle beraber, zaman içinde gmt dünya standardı haline geldi (mesela, detroit 1900’e kadar, kendi saat uygulamasını değiştirmemiş ve daha sonra da, kentin bir yarısı gmt’yi kabul etmişken, diğer yarısı eski saat uygulamasına devam etmiştir).

    1907’de, ingiliz bir mühendis olan william willett, gün ışığından tasarruf ile ilgili bir çalışma yayınladığında, kendisiyle alay edilmişti; bu sayede gece saatlerinde yakıttan* tasarruf edebileceklerini farkeden almanlardan ise büyük destek geldi.

    gün ışığına göre ayarlama yapılması, 1960’lara kadar, iyi kötü ve son derece düzensiz bir şekilde devam etti. bazen yapılıyordu, bazen işlerine gelmiyordu, örneğin ikinci dünya savaşı esnasında, uygulamada aksaklık ve kesintiler olmuştu. bu, büyük bir kargaşayı da beraberinde getiriyordu. şehirden şehre, eyaletten eyalete farklı saatlere göre hareket ediliyordu. mesela ohio ile west virginia arasında, 60 kilometrelik bir yolda, yolcular, yedi ayrı saat değişikliğinden geçiyordu. 1966’da, “uniform time act”, yani, zamanın kontrolünü, kentlerden kasabalardan alıp, bir düzene sokan kanun kabul edildi. yine de indiana (bazı bölgeler hariç) ve arizona (navajo yerleşim alanları hariç) gün ışığından faydalanma uygulamasını tümüyle reddetti. yani, tartışma, günümüzde dahi devam etmektedir.

  • milletin iliklerine sinmiş 'bişey olmaz abi'ciliğin sonucu gerçekleşmiş cinayet. tepeden tırnağa yani emekçisinden ceosuna bu anlayış sinmişken iktidar sahipleri bu anlayışı daha da körüklemekte, kaderle fıtratla yeni cinayetlere zemin hazırlamaktadırlar.

    işçiden örnek vereyim, adama diyorsun ki kafana baret tak, cevap olarak elindeki küreği alıp kafana geçirebiliyor adam. ya da motorlu testereyle taş düzelten adama koruyucu eldivenini tak diyince küfreder gibi bakıyor adam. niye? çünkü 'bişey olmaz abi' anlayışında. bunlar sırf gıcıklık olsun diye uydurulmuş, baret kafasını sıksın, eldiven elini terletsin diye konulmuş iş güvenliği maddeleri değil mi? hakikaten de birşey olmuyor ama. üç gün olmuyor bir ay olmuyor iki sene olmuyor. adam yıllarca niye kafasını baretle sıksın. ama 3 sene sonra kafası yarılınca ya da parmağı kopunca önce seni suçluyor sonra allah'ın takdiri diyor.

    mimardan örnek vereyim: adam cemaat yurdu yapan cemaatçi bir mimar, denetim yaparken diyorsun ki adama kardeş sen yangın yönetmeliğine göre planlamamışsın burayı ona göre tekrar çiz. adam sana küfreder gibi bakıyor yine. yok ne gerek varmış ekstra külfet geliyormuş vs vs. sanki yine gıcıklığına dedik. sonra adama 'yangın çıkarsa ve bir öğrenci ölürse burada savcının göz altına alacağı ilk kişi sensin' diyince haa deme ya diyip hemen düzeltiyor planı. evet based on a true story bunlar.

    siyasetçisinden örnek vereyim: pamukova tren kazasını hatırlarsınız. işte o kazadan bi üç beş ay önce itü'den bilirkişiler ilgili yerde etüd yapmışlar ve oradaki eski hattın üzerine hızlandırılmış tren konulması durumunda trenin raydan çıkacağını, çünkü kurba, yani dönüş yarıçaplarının hızlandırılmış treni kaldıramayacağını belirtmişler ve bunu kazadan önce bir toplantıda ulaştırma bakanına sunmuşlardır. sonra? sonrasını biliyorsunuz iki tane makinisti attılar içeri.

    tepeden tırnağa sorumsuzluk karakterimiz olmuşken başta belirttiğim gibi bu konuda halkı dönüştürmeye çalışmak bir yana daha da sorumsuzluğu, yandaşlığı, adam kayırmayı teşvik eden siyasi irade birinci derecede sorumludur.

  • normalde kürtçülerin başlığına yazmıyorum.

    ama biraz önce bu kişinin #29938239 numaralı entarisini görünce kendimi tutamadım.

    yazarımız bilindiği üzere türkiye cumhuriyeti toprakları üzerinde bir kürdistan kurulmasını fikirleriyle savunuyor. hatta (bkz: şemdinli'nin düşman işgalinden kurtuluşu) diye başlık açıp, türkiye cumhuriyeti'ni işgalci, düşman öge olarak ilan etmiş bile. böyle onlarca entarisi var ama şimdi yazmaya üşendim.

    şimdi bu arkadaş #29938239 nolu yazısında, 5 pkk'lının imhasından sonra şöyle bir cümle kurmuş: "maalesef bizim ülkemizde kanunlar zaman-zemine-şahsa göre esneyebiliyor."

    yani aniden işgalci tc gitmiş, bizim ülkemiz olmuş buralar.

    bir iddiamı yeniden dile getirmek istiyorum; kürdistan kurulsa bile bu ve bunun gibi şahıslar türkiye'den ayrılmaz, kapıdan kovsan, bacadan girer. türkiye'de yaşamanın tadını almış, biraz okuyup yazmış bir kürdü, öldürsen kürdistan'da yaşamaya ikna edemezsin.

  • naber dergisi üzerinden geyik yapmak için farklı zamanlarda iki öğretmen arkadaşıma " umut sarıkaya'yı biliyor musun ?" dedim. aldığım cevapları yazıyorum.

    " şarkıcı di mi o ? "
    " hangi sınıfta o hocam ?"

    8 b' de amk. ama bugün gelmedi dayısına zebra çarpmış.

  • herkesin çok mutlu mesut bir şekilde çok ucuza siparişler verdiği yıllar. sonra akp bu millet niye mutlu lan diyerek vergi getirdi.

  • bir tarafta furkan varsa diğer tarafa hiç bakmadan direkt olarak hak vereceğim için büyük olasılıkla olmayan ayar.

  • 1989 yılında alaska'da meydana gelen çevre felaketiyle ilgili, dünyanın en büyük petrol şirketi exxon mobil, 1994 yılında 5 millyar dolar tazminat ödemeye mahkum edilmiş, ancak bu ceza 1996 yılında federal temyiz mahkemesi tarafından yarıya indirilmişti. daha sonra haziran 2008'de yüksek mahkeme tazminatı azaltarak nihai ceza tutarını 507,5 milyon dolar olarak belirlemişti.

    san franscisco kentindeki 9. temyiz mahkemesi, bu kararı onaylamakla kalmamış, 1996 yılından itibaren firmanın ceza nedeniyle ödemesi gereken faiz miktarını da 500 milyon dolar olarak belirlemiştir.

    bu durumda exxon şirketi bu çevre felaketi ile ilgili olarak toplam 1 milyar doların üzerinde bir ceza ödeyecektir.

    (bkz: http://www.cnnturk.com/…olar.cevre.cezasi/531138.0/)