hesabın var mı? giriş yap

  • 1997 yılında dünyayı çoğaltımsal klonlama ile tanıştırdı. o bir klondu, çünkü o ve annesi aynı çekirdek dna’yı paylaşıyorlardı. diğer bir ifadeyle, hücreleri aynı genetik maddeyi taşıyordu. farklı nesillerde büyütülen tek yumurta ikizleri gibiydiler.
    vücudunun belli bir göreve hizmet eden bir parçasından alınan bir hücrenin tümüyle yeni bir organizma yaratmak için kullanılabileceğini bilim camiası dolly ile öğrendi, daha önce neredeyse tüm bilim insanları, bir hücrenin belirli bir görev edindikten sonra ancak aynı göreve hizmet eden hücreler üretebileceğine inanıyorlardı; bir kalp hücresi sadece kalp hücreleri, bir karaciğer hücresi sadece karaciğer hücresi yapabilir gibi...
    caanım dolly, genel olarak normal görünmesine rağmen, akciğer kanseri ve felç getiren romatizmanın neden olduğu acılardan sonra ötenazi ile hayatına son verildi.
    burada şöyle bir şey var, klonlamanın başarı oranı gerçekten düşük olduğu için -%1’den daha küçük- dolly’nin yaşaması mucize sayılabilir. 11-12 yıl yaşayabilen bir canlı normalde, dolly’nin hayatına kaç yaşındayken son verildi bilmiyorum ama sebepsiz seviyorum kendisini. mentos koyununu filan çağrıştıyor bana, şimdi görsellere baktım, bayağı da normal bişey aslında, ne bileyim, ben bazen hiç bilemiyorum

  • sadece motor bloğu üretemediğimizden dolayı motor üretemiyoruz demek doğru olmaz. motor bloğu dediğiniz şey bundan 100 yıl önce de üretiyordu... yani bir motor bloğu üretmek türkiye için atla deve değil. en azından türkiyede bunu yapabilecek çok iyi firmalar olduğunu biliyorum. motor bloğu maliyetleri elbette yüksektir ona lafım yok, bu şimdilik cepte dursun...

    asıl problem ülkede henüz adam akıllı teknoloji üretimi olmaması. global pazarda olan teknolojiler çok ileride ve patentli teknolojiler. yani öyle ferrari motorunu alayım, kopyalayıp üreteyim yapamıyorsunuz.

    şimdi bu noktada arge devreye giriyor. senin global pazara bir ürün çıkartabilmen için global pazarda bir rekabet gücün olması gerekiyor. bunun için de arge/teknoloji yatırımı yapman gerekiyor. fakat gel gelelim hesap kitap yaptığında astarı yüzünden pahalıya geliyor.

    milyarlarca dolarlık yatırımdan bahsediyorum. siz bu motoru ürettiğinizde belirli bir rekabet ortamına girecek ve bu ortamda satış yapmak zorunda kalacaksınız. yani eğer piyasadan kötü motor üretirseniz satamazsınız. iyi motor üretmek için de sizin çok ama çok ciddi teknoloji yatırımlarınızın olması gerekiyor. satışlarda kar yapmak için de sadece türkiye pazarına güvenemezsiniz. keza yapacağınız yatarımların maliyetlerini sadece türkiye pazarından çıkartmanız da mümkün değildir.

    mesela vw gurubu çift kavrama olarak bildiğimiz dsg şanzımanının argesini ve üretimini yapabilmek için fabrikalar yapıyor. sadece şanzımanı daha da geliştirebilmek için yüzlerce mühendis binlerce eleman çalıştırıyor.

    diğer yandan dünyanın en iyi otomobil markası olan mercedes bazı modelleri için motoru renodan alıyor... şimdi mercedes motor bloğu mu üretemiyor? mercedes arge mi yapamıyor? hayır olay tamamen arge ve üretim maliyetleri ile ilgili.

    global pazar diye birşey vardır. bu pazarda amerikayı baştan keşfetmenin pek bir anlamı yoktur. mercedes biliyor ki reno motoru sağlam, ucuz ve uzun ömürlüdür. mercedes markası için gerekli özelliklerde ve marka için yeterlilik testlerinden geçmiştir. ihtiyaçları olan motorları direk olarak renodan almak bu firmanın milyonlarca (belki milyarlarca) dolar kar yapmasını sağlıyor. adamlar bu paranın büyük bölümünü de gene argeye yatırmaktadır.

    bu durumda ne oluyor?

    1- mercedes kar yapıp, argesine yatırım yaparak gelecekte daha iyi motor üretecek ve bunu satıp kar edecek
    2- reno argesine milyarlarca dolar yatırdığı motorunu satıp para kazanacak, kazandığı parayla iyi bir motor yapmak için mercedes gibi arge yapacak.

    sen türkiye'de motor üretecek, sadece türkiye'deki belirli bir kesime bu motoru satacak olduğundan dolayı motor üretemiyorsun. çünkü bu işe girişecek iş adamları piyasayı benden senden daha iyi biliyor.

    yukarıda verdiğim örneklere bakarsanız reno da mercedes de win-to-win durumdadır. ikisi de her şekilde kazanıyor. peki biz? teknoloji üretemediğimiz ve belki on yıllar boyunca karşılıksız yatırım yapmaya bütçe ayıramadığımızdan dolayı yıllar boyunca sadece kaybeden taraf olduk.

    ayrıca motor üretmek için arge yapmak demek, eş zamanlı olarak yüzlerce parçanın ayrı ayrı geliştirmesini sağlamak demektir. vidasından somununa yüzlerce belki binlerce parçadan bahsediyorum. parası bir kenara böyle bir yapıyı oluşturmak ve geliştirmek bile yıllar süren mühendislik çalışmalarına ihtiyaç duyar.

    mesela yerli otomobil geliyor diyorlar... evet üretimi yerli olacak doğrudur. fakat bizim ürettiğimiz teknolojilerle değil. mesela bakın 2005 model saab markasının patenti için 40 milyon euro verildi. link

    buradaki husus yanlış anlaşılmasın. teknoloji patenti satınalmak kötü birşey değil. fakat 2005 yılında dünya genelinde az satılan bir aracı ülkenin sermayesi ile üretmek ne kadar karlı olur, kaç adet satabilirsin? artık neredeyse radar sistemlerinin bile standart olduğu bir global pazarda içinde eski teknoloji bulunan bir aracı kim almak ister...

    motor üretiminde problemi çıkartan şey motor bloğu filan değil. problem ülkenin gelen ve giden siyasi iktidarları da değil. problem ülke olarak global pazara sunacak bir teknoloji üretemiyor oluşumuz. ülke olarak teknoloji üretiminde çok geride kaldık. bunun da tek çaresi gökdelenlere yatırılan, koca şehirleri taş yığını haline getirmek için harcanan paraların bir kısmının teknoloji üretimine harcanması gerekliliğidir.

  • şu maçta bile acaba tur gelir mi dedirtebiliyorsa galatasaray, bize tebrik etmek düşer. helal olsun.

    dipnot: bronşlarıma kadar fenerbahçeliyim.

  • tayyip erdoğan tarafından söylenmiştir. valla kusura bakmayın dostlar. adam bu sefer haklı.

    debit: "tayyip haklıdır" diyip debe'ye girdim. güzel bir sosyal deney oldu. demek ki bombalar bu işe yarıyor.

  • biri erkek olarak kalmayı tercih etmiş olsa da istanbul hanımefendisi kibarlığında iken, diğeri kadın olmayı tercih etmiş olmasına rağmen kasımpaşa külhanbeyi kabalığındadır.

  • sürekli tekrarlana tekrarlana normalleşmiş şerefsizliklerdir.

    mesela, hastanede sıra beklerken sırada olmayan kişinin doktora bir şey sorup çıkıcam diyerek içeri dalması ve muayene olarak sıradakilerin hakkını yemesi.

    bir yerlerde işe girmek için torpilin gerekli olması ve artık bu torpillerin saklanmadan uygulanması.

    doktor ve hastane personeli yakınları sıra almadan muayene olabilirken normal vatandaşın aylar sonrasına randevu alabiliyor olması.

    şeklinde uzayan şerefsizliklerdir.

    edit:

    programlarda 25 dklık reklam girmek ve reklam bitip program başladıktan 10-15 sn sonra tekrar reklama girmek.

    mekana sizden sonra gelen ama kalabalık olan gruba sizden önce yemeklerin servis edilmesi.

    kariyer.net'te yapılan başvuruların çoğuna geri dönüş yapılmaması ve koyulan ilanların sadece özgeçmiş havuzu oluşturmak için kullanılması. yapılan başvuruların çoğunluğunun "başvurun iletildi" aşamasında kalması.

  • az önce bunlardan tamamen zararsız bir tanesine durduk yere amelenin birinin (mesleği amele) taş attığını ve taşın hayvanın sırtına isabet ettiğini gördüm. hep böyle internette falan bu hayvanlara işkence edenleri görüp iç geçirirdim, "şunlardan biri bir gün elime düşecek" diye, o gün bu günmüş. kendisini nazikçe (!) uyardım, bir daha yapmayacağına dair söz verdi yalvarırcasına (?). kıyamam (!).

  • imam değil sapıklardır.

    sayın avukat çocuk yaşta evliliklerin önüne geçilmesi yönünde bildiri ve konuşma yaptığı icin muhtemelen çocuklara göz koyamayacak olmalarindan rahatsız olmuşlar, eteği bahane etmişlerdir.

    yıl olmuş 2022,modern ve laik türkiye cumhuriyetinde etek giymekten rahatsiz olan insan lütfen bu ülkeden gitsin ve daha fazla ne varlığıyla ne de zihniyetiyle kirletmesin ülkemizi,zira yeterince kirlettiniz zaten.

  • okyanus ,deniz,deniz altı manzaraları görmeye tahammül edememe durumu. nefes darlığı,aşırı kalp çarpıntısı ve bayılmaya yol açar.
    bu fobiye sahip olanlar için deniz huzurdan ziyade huzursuzluk demektir.
    daha çok denizin sonsuz gibi görünen manzarasında devasa yaratıkları düşleyerek korkarlar. gece deniz manzarasında oturamazlar. su altı belgeselleri izlemek demek onlar için kabus dolu bir gece geçirmek demektir.

    aynısından kaynımda yok. bende var.

    şuracıktaki linkte de konudan dem vurulmuş. bilmeyenleri için talassofobiye giriş niteliğinde olmuş.

  • türkiye'deki yapısal işsizliğin sebeplerinden biri, belki de en önemlisidir. counter-strike zamanlarından kalma bu doğa olayını ilk olarak kim, hangi kafayla ve ne amaçla nick olarak kullanmış; yetinemeyip bir de mail adresi almış, gerçekten o kişiyle tanışmak istiyorum..

    ek: sahibi bulundu..

  • hava soğuktur...
    sen de küçük olmalısın.
    baban,annen yanında.
    ne derdin var ne kederin.
    belki de içerde yer yatağında yatıyorsundur he?
    akşam fındık falan konmuştur sobanın üstüne.
    o soba seni ısıtsın diye çalışan baban,oturmuş çay içiyordur.o kadar da keyif yapsın değil mi?
    sonra ışıklar söner,
    tavanda kırmızı bir gölge...
    sobadan gelen çıtpıt sesler...
    annen yatmamıştır daha.sobanın içindeki odunun,kömürün tamamen yanmasını bekler.
    belki de yanına uzanır.
    mutlusundur işte.
    huzurlusundur.
    büyüyünce,o günleri bu kadar çok özleyeceğini hiç düşünmemişindir.
    sobadan yansıyan ateşin kırmızısı,yerini kömürün rengine bırakır büyüdükçe.
    üzülürsün.

  • o köpek de doğanın kuralları gereğince özgür yaşayabilmek için sensiz yaşam alanları istiyor.

    rezalet değildir, güzelliktir. can harekettir.
    bir köpeğin denize girip eğlenmesini rezalet diye nitelendiren dangalaklarsız plaj alanları istiyorum artık ! !!