hesabın var mı? giriş yap

  • self-efficacy
    albert banduranin kullandigi bir terimdir, sosyal ogrenme kuraminda da kullanmistir ozyeterliligi. ogrenmenin ozyeterliligi yuksek olan insanlar icin daha kolay oldugunu one surmustur.
    ozyeterlilik kisinin genel anlamda kendi yeteneklerine ve kapasitesine olan inancidir. verilen gorevleri basarabilecegine, amaclara ulasabilecegine inanan insanlarin ozyeterliligi yuksek, ay ben bunu hayatta yapamam diyenlerin ise ozyeterliligi azdir (alcaktir yazacaktir garip durur diye yazmadim ama azdir da tuhaf durdu, neyse). bu inanc, yani self-efficacymiz, yani ozyeterliligimiz bizim bir isi basarip basaramayacagimizi etkiler. (evrene pozitif sinyaller vermek gibi)
    kisaca inanmak basarmanin yarisidir sozunu dogrular nitelikte bir terim.

    insanlarin davranislarini, motivasyonunu, dusunce sekillerini onemli olcude etkiler. self-efficacy'miz karsimiza cikacak olan zorluklara ya da yapmamiz gereken gorevlere nasil yaklasacagimizi belirler cunku. yuksek self-efficacy sahibi insanlar bu sebeple gozlemsel ogrenmeyi daha kolay gerceklestirebilir.
    ama cok da mantiksiz bir sey degil aslinda ozyeterlilik, cunku birey kendi ozyeterliligine bircok faktore bakarak karar verir ve normal kosullarda bireyin kendisinin ozyeterliligi hakkindaki gorusunun makul seviyelerde olmasi gerekir.
    ayrica (bkz: sosyal öğrenme kuramı/@marquee)

  • açmayın! cidden açmayın sinirleriniz hoplamasın.

    zira şöyle bi cümle duydum uğur ışılak için "yaşadığımız yüzyılın en önemli halk ozanlarından biridir."

    işin yalakalığını, yağcılığını, samimiyetsizliğini geçtim. bu ayıptır ayıp! kim lan bu adam halk ozanı oluyor?

    pir sultan'ın, aşık veysel'in, yunus emre'nin, nesimi'nin, mahsuni'nin ve daha nicesinin hakkına gasptır bu.

    sarayda soytarılık yaparak halk ozanı olunmuyor!

  • bunlardan bir tanesi de benim. beyaz çorabı bitirdiniz, kısa kollu gömleği engellediniz, beyaz atleti yedirmeyecegiz!

  • dünyayı uzaydan izleme fırsatı bulan insanların yakalandığı bir hastalık.

    gezegende yaşayan her canlının aslında tek ve bir bütün olduğunu, tüm canlıların dünyanın bir parçası olduğunu idrak edip, insan ırkının önemsizliğini farkederek yaşamı anlamsız bulmakla sonuçlanan bir durum. buradan bize sonsuz gibi gözüken mavi gökyüzünün aslında ne kadar ince bir tabaka olduğunu, bu kadar kırılgan olmasına rağmen yaşam ile ölümü birbirinden nasıl ayırdığını görmeleri ile de mutluluk ve endişe yaşıyorlarmış. bunu yaşayan astronotlar, dünyayı o şekilde görmenin, vücutlarındaki her bir atomun evrendeki her bir atom ile bağlantılı olduğunu, onların bir parçası olduğunu fark etmelerini sağladığını söylüyorlar. hepimizin yıldızlardan meydana geldiğini düşünürsek doğru bir düşünce bu aslen: (bkz: #38200814)

    şimdi bize etki etmiyor tabii ama eskiden bir çok insanın dünyayı uzaydan ilk görüşlerinde (televizyondan olsa dahi) benzer duygular yaşadığını düşünüyorum. düşünsenize yıl 1969, hayal etmekte dahi zorlandığınız uzayda olduğunu söyleyen bir adam televizyona çıkıyor ve "şimdi kameramı dünyaya çevireceğim" diyerek size televizyondan şu görüntüyü izletiyor. ürpertici.

    https://vimeo.com/45878034

  • itü'den fahri doktora ünvanı almış, can dündar'a konuk olmuş. istanbul'a ilk gelişini anlatıyor:
    "cebimde iki buçuk liram vardı. kırşehir'den ankara'ya kadar da otobüs iki buçuk lira, ben istanbul'a gidiyorum. ankara'da otobüsten indim, çığırtkanın birine gittim dedim ki "ben istanbul'a gideceğim, param yok". elimde sazım var ya, "çal" dedi ben başladım çalmaya... sırası gelince çığırmaya gidiyor, geri geldiği zaman çal demesine gerek yok, alıştım çalıyorum. ne zaman vardıysam, ta gece yarısına kadar saz çaldım. en son otobüsün arkasında şöyle bir oyuk yer vardı beni oraya verdi, istanbul'a kadar ayakta geldim."

    - "neşet ertaş ayakta geldi istanbul'a, bugün de ayakta alkışlandı."

  • sözlükten bazı arkadaşlarım bilirler, iki tane kızım var, büyüğü sudeniz işte, 7 yaşında.
    evden çıkacağı zaman ne giyeceğine karar vermek için bir on, on beş dakika düşünür. gelir sorar, baba bu oldu mu falan diye. yedi yaşında bir kız çocuğu güzel görünmek istiyor. kimseye kuyruk sallama derdi yok. sevgilisi yok. fingirdeşmeye değil cimnastiğe, yüzmeye falan gidiyor.

    şimdi kızım büyüyor, büyüyecek daha. sürekli büyüyor, kaygılanıyorum. ergenliğinden itibaren maruz kalacağı şerefsizlikleri düşündükçe elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemiyorum. biliyorum, öngörebiliyorum tacizin hangi boyutlarıyla karşılaşma ihtimali olduğunu.

    özgecan' da yedi yaşındaydı bir zaman. çantasında biber gazı taşıyacak kadar tanımıştı içinde yaşadığı ahlakı yüksek, bununla övünen toplumu. olmadı. olamadı. yaşayamadı daha fazla.

    sizler, kadınların gönlü olmasa süslenmez diyenler, sizler dişi köpek kuyruk sallamazsa diyenler, sizler evinde otursaydı ne işi var üniversitede diyenler; hepiniz katilsiniz. hepinizin elinde özgecan'ın kanı var.
    bunu bilin de, yine ne diiyorsanız demeye devam edin.

    benden uzak durun, ailemden uzak durun, sevdiklerimden ve onların ailelerinden.
    inandığınız her neyse belanızı versin. o allah değil bence. sahiden inandığınız bir şey varsa tabii.

  • başlık: az kalsın kuzenime tecavüz edecektim piçler

    1. malum yaz geldi, bunların yazlıkta kalıyoruz yine geçen gün abisi falan da yok evde. oturduk film izledik, tavla falan oynadık, yemek yedik işte. saat geç oldu ben yatayım artık dedim. dur ben sana şort vereyim dedi, iyi ver dedim. aldım şortu içeride giymeye gidiyodum tam dur ya burda değiştir nolacak sanki yabancı mıyım sen de dedi. şaşırdım amk. iyi dedim, çıkartım pantolonu boxerla kaldım. bu gördü tabi malı sırıtıyor falan amk birden avuçlayıverdi benimkini. şok oldum lan. ardından dudaklarıma yapıştı amk. bi tokat koydum buna dedim mehmet napıyosun lan kuzeniz biz amk. gitti koltukla bayağı ağladı falan. salak mıdır nedir amk tövbe tövbe.

  • şu adamın şovundan ben bile sıkıldım. her albümünü ezbere bilirim. o kadar da fanıyım. ama yok "kadınlar ık mık" yok "müzikten sıkıldım" yok "tükendim" eeee.

    (bkz: amlarına koyayım onların çok ayıp ediyorlar)

    zenginlerin derdi cidden çekilmiyor. utanmıyorlar da açıklama yaparken. az iç manyak herif. hay allah'ım ya.

  • bir türk boksör çıkıp "ben sizin savaşınızda yer almak istemiyorum, askere de gitmeyeceğim" diyip vicdani ret hakkını arasa hayatını karartacak tipler olarak muhammed ali'nin dik duruşunu öve öve bitiremezler.

  • have a hunch: (fiil) içine doğmak. örn: a kişisi: "blah blah blah" b kişisi: "oh, i had a hunch." (biliidim böyle olacağını)

    snitches get stitches: (cümle) birisini çocuksu bir şekilde tehdit etmek için kullanılan "cümle". "birini ispiyonlarsan, bıçaklanırsın ve sonucunda dikiş attırmak zorunda kalırsın" gibi bir anlama sahip.

    rest one's case: (fiil) genelde lafı gediğine koyacak bir şey söyledikten sonra kullanılıyor bu ve aşağı yukarı "söyleyeceklerim bu kadar" veya "ben diyeceğimi dedim" gibi bir anlamda kullanılıyor. örn: maç trt'de izlenir.... i rest my case!

    bring a gun to a knife fight: (fiil) "aşırı tedarikli davranmak" anlamında bir deyim. gerçek anlamı; "bıçakla yapılan bir kavgaya silah getirmek". 2 günlük tatile üç valizle gelen arkadaşınıza söyleyebilirsiniz.

    bring a knife to a gun fight:(fiil) "aşırı tedariksiz davranmak" anlamında bir deyim. tam anlamı "silahla yapılan bir kavgaya bıçak getirmek".

    unbeknownst to (him): (sıfat/zarf) "filancanın haberi bile olmadan, ruhu bile duymadan" şeklinde komple özneli yüklemli bir yan cümle yapmak yerine bu kullanılabilir. örn: unbeknownst to him, we have helped his family. (onun haberi bile olmadan, ailesine yardım ettik). yalnız bu kalıbı kullananlar entel dantel addedilirlermiş ha ona göre :)

    rub off on: (fiil) (birisini) etkilemek. örn: you're rubbing off on him. (sen onu etkiliyorsun.)

    cut me some slack: (deyimsel cümle) "bi rahat bırakın beni yav! iki dakka rahat ver be!" komple bu şekilde kullanılır. sakın ha bir özneye yüklem filan yapmayasınız!