hesabın var mı? giriş yap

  • kırılır mı diye düşünmeden, aklından geçen saygısızlığı yaptığın ilk gündür.

    o günden sonra poseidon'un tüm suları temizleyemez ilişkiye sürdüğün bu lekeyi.

  • alman sineması her ne kadar günümüzde hollywood'un gölgesinde kalıyor olsa da sinema tarihinin başlangıcından itibaren birçok türde öncü olmuş bir kültürel sinema mirasıdır. biçimlendirici yıllar, weimar cumhuriyeti filmleri, üçüncü reich propaganda filmleri, ikinci dünya savaşı sonrası filmleri ve yeni alman sineması olarak sayabileceğimiz her dönemde, kendine özgü politik gündemleri ve sinemanın toplumsal meseleleri resmetme gücünden yararlanma yöntemleriyle tanımlayabiliriz alman sinemasını.

    her dönemde birbirinden başarılı yönetmenler çıkarmıştır ki işte bu yönetmenler yaptıkları filmlerle birçok film türünde seyirciye sinemaya farklı perspektiflerden bakma cesareti ve heyecanı getirmişlerdir. alman sinemasına damga vurduğunu düşündüğüm on farklı yönetmenden on farklı film derlemeye çalıştım. her bir filmin izlenesi ve izlendiğinde alman sinemasının gizli kalmış lezzetlerine ulaştıran cinsten olduğunu söyleyebilirim. şimdiden iyi seyirler.

    (bkz: dr. mabuse der spieler) / yönetmen fritz lang / 1922

    efsane yönetmen fritz lang imzalı dr. mabuse, etkileyici bir şekilde zamanının çok ötesinde bir filmdir. yazar norbert jacques'in romanına dayanan bu film alman ekspresyonizmi üzerine adeta bir ders kitabı niteliğindedir. sinema tarihinde kara filmlerin öncü filmlerindendir ki rahatsız edici sahnelerle, birinci dünya savaşı'ndan henüz yeni çıkmış almanya'daki zorlu koşulların önemli bir sinematik sunumu olarak kabul edilir. kentsel sosyal çürüme ve insanın karanlık güdülere sahip olabileceği gerçeği ile parçalanmakta olan bir avrupa'nın siluetini gösterir seyirciye.

    (bkz: nosferatu eine symphonie des grauens) / yönetmen f.w. murnau / 1922

    korku filmi türünde eşsiz bir klasik. 1922 tarihli sessiz bir korku filminin aşina olduğumuz herhangi bir modern korku filmlerinin yarattığı etkiyi yaratabileceğine inanmak biraz zor olsa gerek. yine de yönetmen murnau'nun nosferatu'su, 1960'ların ve 70'lerin korku filmlerinde gelişen ve bu güne kadar devam eden kısa ve keskin şok tekniklerine başvurmaya ihtiyaç duymadan bir filmin gerçekten de korkunç olabileceğini kanıtlayan bir şaheserdir.

    (bkz: aguirre der zorn gottes) / yönetmen werner herzog / 1972

    aguirre, tanrı'nın gazabı gerçekten de etkileyici bir film. bu filmi çektiğinden beri yönetmen werner herzog, ana teması doğanın insanlık üzerindeki silinmez gücü olan maceracı yanı ile film yapan vahşi bir adam olarak günümüze değin gelmiştir. herzog'un nispeten erken bir çalışması olan aguirre'de, doğal güçlerin insanlığın en güçlü, azimli ve manyak dürtülerini bile nasıl ezebileceği irdelenir. izlemesi hem büyüleyici hem de bir o kadar rahatsız edici.

    (bkz: angst essen seele auf) / yönetmen rainer werner fassbinder / 1974

    bir yalnızlık hakkında basit, narin, melodramatik bir alman filmi. fassbinder alman kültürünü tehdit eden ırksal gerilimlerin altını çizmek için melodramın duygusal gücünü ustalıkla kullanır. fassbinder genellikle kamerasını belli bir mesafeden tutar. bu bizi filmin ana karakteri emmi'den uzak tutsa da onun hayata olan bakış açısının bir metaforu gibidir kameranın hareketleri. 70'lerin almanya'sındaki ırkçılığın somut bir tasviri ve aynı zamanda yalnızlığın derin bir keşfini sunan mükemmel bir film.

    (bkz: die blechtrommel) / yönetmen volker schlöndorff / 1979

    film 1920’li yıllardan ikinci dünya savaşı’na kadar avrupa tarihinin seyrine tanıklık eden oskar matzerath adlı bir çocuğun pikaresk bir hikayesidir. film alman yazar günter grass'ın 1959'da yayınlanan romanından uyarlanmıştır. günter grass, 1959'da dilimizdeki karşılığıyla teneke davul'u yayınladığında, sanki alman edebiyatına onlarca yıllık dilsel ve ahlaki yıkımdan sonra yeni bir başlangıç verilmiş gibiydi. akabinde yönetmen schlöndorff bu edebi eseri beyazperdeye taşıyarak seyirciye hem alman tarihi hem de modern dünyadaki insanlık durumu hakkında derin ama eğlenceli bir bakış açısı kazandırır.

    (bkz: das boot) / yönetmen wolfgang petersen / 1981

    tüm zamanların en başarılı alman filmlerinden biridir. 1981'de gösterime giren bu film, filme dahil olan birçok insan için bir sıçrama tahtasıydı ve bugün modern bir klasik olarak kabul ediliyor. sayısız ülkeye ihraç edildi ve televizyonlarda sürekli olarak yeniden yayınlandı. filmin vizyona girmesi sırasında yönetmen petersen'in kendisinin de birkaç röportajda söylediği gibi: ''filmin değeri, milliyeti ne olursa olsun cephedeki denizaltı askerlerinin gerçek bir resmini vermesidir. ilk kez bir alman savaş filminin, daha önce defalarca yapıldığı gibi almanya'nın suçluluğunu açıkça tartışmadığını, bunun yerine savaşın birçok yüzünü ve bireysel kaderini tartıştığını'' belirtti.

    (bkz: der himmel über berlin) / yönetmen wim wenders / 1987

    wim wenders'in temassız, sürprizsiz veya değişimsiz hayata dair kasvetli vizyonu ile keskin ikinci dünya savaşı görüntüleri serpiştirilmiş sinematografinin grilerinin buluştuğu enfes bir alman filmi. film tanrı'yla çelişmeye cüret eden ve bu nedenle dünya üzerinde berlin'e gönderilen iki melek cassiel ve damiel'in hikayesini anlatır. bu bedensiz iki figür sadece çocuklar tarafından görülebilir, ancak damiel trapez sanatçısı marion'a aşık olduğunda, yalnızca insan olma ve dolayısıyla görünür olma arzusuyla hareket eder.

    (bkz: das experiment) / yönetmen oliver hirschbiegel / 2001

    insanların sakladığı vahşet potansiyeli hakkında şok edici bir psiko-gerilim filmi. daha da şok edici, bunun gerçek bir olaya dayandığı gerçeğidir. sadizm tanımını, ''başka bir canlı üzerinde mutlak kontrol arzusu'' olarak düşünürsek eğer bu çalışma sırasında tüm sahte gardiyanlar zaman zaman mahkumlara sadistçe davrandılar. birçoğu günlüklerinde, kritik olay rapor formlarında ve deney sonrası görüşmeler sırasında kullandıkları yeni güç ve kontrolden memnun olduklarını ve çalışmanın sonunda vazgeçilmesine üzüldüklerini bildirdi. mutlaka izlenesi bir filmdir.

    (bkz: good bye lenin) / yönetmen wolfgang becker / 2003

    film, berlin duvarı'nın yıkılmasından önce ve sonra doğu almanya'daki karmaşık yaşam temasını ele alıyor. kendisini diğer benzer filmlerden ayıran özelliği, tarihin bu çok tartışılan dönemine alışılmadık bakış açısıyla bakmasıdır. yönetmen becker, doğu almanya'daki yaşamı batı ile yeniden birleşmeden önce ve sonra ustaca yan yana getirmiş ve kapitalizmin olmadığı bir dünya özlemi duygusu çok güçlü bir şekilde yansıtılmış.

    (bkz: sophie scholl die letzten tage) / yönetmen marc rothemund / 2005

    film, nazi rejimi sırasında, beyaz gül direnişi üyesi olan 21 yaşındaki sophie magdalena scholl (julia jentsch) ve kardeşi hans fritz scholl'un (fabian hinrichs) yaşadığı gerçek bir olaya dayanmaktadır. yönetmen rothemund, bu filmi sophie scholl'un insan hakları için adalet ve özgürlük mücadelesi üzerine adeta bir destana çevirdi dersek abartmış olmayız. izlenmesi gereken ilginç bir tarihi film.

  • evimin yanında kreş olması sebebiyle her sabah gördüğüm manzara.
    annesinin peşinden sürüklene sürüklene, ayakta uyur vaziyette kreşe bırakılan çocuk bu.
    küçücük yaşta yaşam kavgasına girişmiş bebecik.
    bir bıraksalar oracıkta kıvrılıp uyuyacaklar oysa.
    lan bir insan 3 yaşında mı başlar hayatın yükünü yüklenmeye?
    bir kaç sene sonra da okul derdi başlayacak.
    sonra sınavdı, ygs lgs igs hayatı sikilecek garibimin.
    sokaklarda topaç çevirmek, akşam ezanına kadar maç yapmak hiç olmayacak hayatında.
    varsa yoksa ders, sınav, koşuşturmaca.
    dershane, rekabet ve başarılı olma zorunluluğu.
    şu an ne olduğunu tam idrak edemese de birşeyler oluyor.
    tv'de mutsuz insanları görüyor.
    nefretten gözü dönmüş amcaları görüyor.
    polisler var, sirenler çalıyor.
    sonra uyku saati geliyor.
    sabah gene annesi uyandıracak.
    süklüm püklüm annesinin peşine takılıp kreşin kapısına bırakılacak.
    akşama kadar annesini özleyecek.
    debe edit:
    (bkz: taşlıdere ilköğretim okulu yardım kampanyası)

  • 676 sayılı khk ile üniversitelerde yapılan rektörlük seçimlerinin kaldırılması durumu. bunu yapanlar, "cumhuriyet seçimle gelmedi" diye ağlayıp padişahlığa özenenlerdir. "allah bizi okumuşların şerrinden korusun" diye dua edenlerdir.

    he seçim varken ne oluyordu? neredeyse raşit tükel'in yarısı kadar oy alan istanbul üniversitesi rektörü mahmut ak, "daha her şey bitmedi" diyebilecek kadar arsızlaşıyordu.

    yiyin efendiler yiyin, aksırıncaya kadar, tıksırıncaya kadar yiyin.

    debe editi: henuz bir universite ogrencisiyken, 50/d mucadelelerinde tanidim onlari. onlar is guvencesi icin mucadele ediyorlardi, biz hocama dokunma deyip dayanisiyorduk. en onde, hic yilmadan binlerce arastirma gorevlisinin hayatini kurtardilar.
    50/d eylemlerinin one cikan temsilcileri levent dolek, cemil ozansu, barkın asal, savaş karabulut, deniz morva ve daha bircok egitimsenli hoca, bu khk ile universiteden atildilar.
    once feto'den gozaltina alinan, sonra serbest birakilan taylan eren yenilmez de atildi.
    atilanlardan erhan kelesoglu ne demis:
    "bu akşamki khk ile üniversiteden atıldım.iü'de benimle birlikte atılan herkes eğitimsenli, muhalif, solcu arkadaşlarım. rütbe der takarız."

    onlarin sayelerinde halen universitelerde gorevlerine devam eden akademisyenler, dayanismazsaniz insan degilsiniz.

  • roma imparatorluğu'nun defalarca dağılmanın eşiğine geldiği üçüncü yüzyıl krizi döneminden günümüze gerçek boyutlu heykeli ulaşabilmiş yegâne imparator.

    m.s. 251 ilâ 253 seneleri arasında ve oldukça çalkantılı bir dönemde taç giymiş olan gallus, savaş meydanında hayatını kaybeden ilk imparator olarak kayıtlara geçen decius'un gotlar karşısında girişilen abritus muharebesi'nde hayatını kaybetmesinin ardından gotlar ile bir ateşkes imzalayıp moesia valiliğinden istifa etmiş ve apar topar roma'ya giderek senato'nun artık iyiden iyiye onursal bir hal almış onayını almak suretiyle imparatorluk makamına yükselmiştir.

    bu süreçte gotlar'ın tuna'nın berisine çekilme süreci oldukça sıkıntılı olmuş ve nehrin güney yakasında kalan imparatorluk kent ve kasabaları yoğun bir yağmaya maruz kalmıştır.

    doğuda da m.s. 252 senesinin başlarında mareades isimli antakyalı bir soylu, imparatorluğa baş kaldırmış ve antakya'dan fırat nehri'nde kadar olan bölgede kısa süreli olarak bağımsızlığını ilân etmiştir. fırsat bu fırsat diyen sasani şahanşahı birinci şapur da mareades'i sarayına davet etmiş ve ardından kendisinin emrine güçlü bir ordu vererek roma'nın suriye ve ermenistan vilayetlerini ele geçirmesini istemiştir. bu amaçla yola koyulan sasani ordusu, halep yakınlarında bir kasaba olan barbalisus'ta sasani kayıtlarına göre 60 bin kişilik bir roma ordusuyla karşı karşıya gelmiş ve bu muharebede roma ordusunu kelimenin tam anlamıyla yıkıma uğratmıştır. sasani kayıtlarına göre roma ordusu tamamen yok olmuştur ki muhtemelen anadolu ve doğu'da konuşlu tüm lejyonlardan bir araya getirilerek tertip edilmiş olması çok olası olan bu ordunun bu ağır mağlubiyetinden birkaç sene sonra dura-europos ve antakya gibi bölgenin tüm kıymetli kentleri birer birer sasani idaresi altına girmiştir. gallus'un hayatını kaybetmesinin ardından valerianus döneminde de süren savaşlarda sadece antakya'da tahminen yüz bin kişinin hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir.

    bu sırada galya'da bulunan imparatora karşı aemilianus adlı bir soylu isyan bayrağı açmış ve italya'ya doğru yola koyulup tahtı gasp etmek istemiştir. ordunun da trebonianus gallus'tan pek memnun olmadığı bilindiğinden senato da büyük ölçüde aemilianus'a destek vermiştir. ne var ki dönemin en meşhur generali valerianus, gallus'a desteğini sürdürmüştür ve aemilian'ı roma'ya varmadan mağlup etmek için ren lejyonlarını emri altına almaya başlamıştır. ancak bu sırada italya'ya gelen gaspçıyı karşılamakta geç kalacağını anlayan imparator gallus, büyük kısmı süvarilerden oluşan bir orduyla terni yakınlarında aemilianus'a yetişmiştir. kaynakların epey yetersiz olduğu bu çatışmaya dair bilinenler pek az olmakla birlikte aemilian'ın galip geldiği ve gallus'un bir şekilde ya kendi askerleri ya da aemilian'ın askerleri tarafından yakalanarak infaz edildiği anlaşılmaktadır. tarihçi alan bowman'a göre askerlerine ödeme yapmakta güçlük çekmekte olduğu bilinen trebonianus gallus, belki de aemilianus ile hiç savaşamadan kendi askerleri tarafından da katledilmiş olabilir.

    tahtı ele geçiren aemilianus ise yalnızca 26 gün sonra kaderin bir cilvesi sonucunda kendi askerleri tarafından infaz edilmiştir ve taht, dönemin nüfuzlu generali valerianus ve oğlu gallienus'a kalmıştır.

  • şu an yağlı ev böreği yiyerek okuduğum tüyolar.

    steroid falan demişler. gezegen değil miydi o ya?