ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
elektrokonvülsif terapi
-
1934'te ladislas joseph von meduna epilepsi ile şizofreninin birbirini antagonize ettiğini gösterip "lan o zaman biz şizofrenili hastaya epileptik nöbet yaşatırsak o iyileşir" mantığından hareket etmesi üzerine yapay nöbet yaratma çabalarının bir meyvesi olarak 1936'da ugo cerletti ve luciano bini tarafından bulunmuş ve uygulanmış bir tedavi yöntemidir. bu mantıkla hareket eden bir diğer tedavi yöntemi için (bkz: insülin koma tedavisi)
hakkında pek çok şey yanlış bilinmektedir.
- sanılanın aksine öyle çok da öcü olmayan, anestezi altında, kas gevşetici ile uygulandığında çok etkin, güvenilir ve ekonomik bir sağaltım metodudur.
- sanılanın aksine ülkemizdeki kliniklerin %99unda anestezi altında uygulanmaktadır. anestezisiz ekt diye bir şey söz konusu değildir. varsa öyle bir şey (bkz: bunu yapan insan olamaz).
- sanılanın aksine sadece şizofreni tedavisinde kullanılmayıp özellikle majör depresyonda farmakoterapiye tercih edilebilir olmakla beraber, maninin, bipolar duygulanım bozukluğunun, nöroleptik malign sendromun, deliryumun ve hatta parkinsonun tedavisinde başarıyla kullanılabilir. hatta va hatta epilepsi tedavisinde de başarısı gösterilmiştir.
- sanılanın aksine kontrendikasyonu da yoktur ekt'nin. sadece artmış risk durumundan söz edilebilir ki bunlar da kibas, serebral infarkt, mi, aktif kanamalı akciğer tüberkülozu gibi durumlardır.
- sanılanın aksine öldürücülüğü anestezi altında yapılan diğer tıbbi uygulamalardan yüksek değildir ve ekt ile görülen morbidite ya da mortalite hızının antidepresan ilaçlarla yapılan tedavide görülen morbidite ve mortalite hızından daha az olduğu kanıtlanmış bir gerçektir.
yiğit özgür
-
+ hızlandırılmış ingilizce kursuna hoş geldiniz!!! sen!!! yes mi no mu?!! çabuk!!! yes mi no mu!!!?!!
- ay n-no! no!!!
+ bok no!!.. sen!!! çabuk söyle ar yu çekindırılıst?
* ne?
+ zzt boston!!! azınıza sıçıcam hepinizin!!!
sözlükçülerin şu an ihtiyacı olan şey
-
şarj ale
arabayla merdivenlerden inen kadın
-
fren yerine gaza basıp hiç alakası olmayan masumları öldürmesindense, böyle kişisel salaklıklar daha iyi bence.
daha iyi demeyelim de hadi, daha kabul edilebilir diyelim.
atatürk'ün maaşı
-
atatürk'ün kınanması gerekir. sen tut bugünün parasıyla 620.000tl al sonra vefatının ardından tüm mal varlığını türkiye cumhuriyeti'ne bırak. olacak iş mi bu şimdi.
kendine acı çektirme yöntemleri
hayata dair gülümseten detaylar
-
üç yaşına girmek üzere olan oğluma uyuması için masal anlatıyoruz. birkaç gündür de ihale bende. ışıkları kapattığımız için aç masal kitabını oku durumu olmuyor. haliyle, kaba tabirle uydurup uydurup anlatıyorum bir şeyler. aklıma da köyden başka bir şey gelmiyor. zihin ne dolu köyle. neyse masalı anlatırken bizimki her cümlede araya giriyor. misal "selim ve babası sabah uyandığında inekleri sağmak için ağıla gittiler" diyorum ve hemen "baba peki kuzular yok mu?" diyor. var oğlum olmaz mı diyorum. bu sefer "baba peki tavuklar yok mu?" diyor. var arkadaşım onlar da var az bekle :) işte sonra ineklere yemek olarak saman verdiler diyorum. hemen ardından "baba peki su verdiler mi?" diyor. ya hayır masal mı anlatıyoruz, soru-cevap etkinliği mi belli değil. madem hayal gücün iyi, sen anlat diyorum. bu sefer de "bir varmış bir yokmuş baba" diyor ve kalıyor orada. devamı yok. yaklaşık 20 dakika süren bu mücadelemiz sonrası anne olaya müdahil oluyor ve nasıl oluyorsa uyuyor bizimki hemen. işin özü ben çok kötü masal anlatıyorum, kabul.
karısı kızıyla rakı içen insan
-
babam ciddi anlamda alkolikti. her gün bir yetmişlik deviren insan. * ben beş yaşıma gelince ettiğim bir laf üzerine komple bıraktı. ilaç, tedavi, destek almadan. bir gece çok sarhoş geldi eve, annemin ve babaannemin tuhaf bakışları eşliğinde abdest aldı, salondaki aynalı büfenin üzerinde duran kuranı indirdi, yemin etti bir daha içmeyeceğine. gecenin bilmem kaçı. kimse inanmadı. ben inandım. beş yaşında bir velet olarak, payım vardı bu işte, nasıl inanmayayım?
içmedi de... hatta sarsıntılı geçen, tüm vücudunun kurdeşen dökerek tepki verdiği, mikrop kapmasın diye ispirto ile kaşırken her yerini, elinde kalan ispirtoyu içine çekerken utanıp kıvrandığı günlerin ardından bağımlılığı tamamen bitti.
bu defa da "sofra" günleri başladı. ailemdeki tüm ehli keyiflere kendi elleriyle sofralar kurdu, içkilerini aldı, onlarla sabahlara kadar sohbet etti. öyle bir meydan okuma. bir yudum dahi içmedi kendisi bir daha ama.
işte biz büyüdük. bara falan beraber gelir, bize ısmarlar, öyle seyrederdi. sadece bir kere, su kenarında rakı içen insanlara bakıp, "keşke ağzımla içebilseydim şu mereti" demişliği var ki, hepimizin içinde yaradır.
keşke be baba. seninle hiç karşılıklı keyif yapamadık baba kız gibi ama biliyorum ki kralını yapardık olsaydın. kralını yapardık, zamanında bokunu çıkarmasaydın. kardeşimle yapıyoruz şimdi bunu. annem de ne seversek onu koyuyor sofraya, ne istersek onu pişiriyor. görsen derdin ki, "ulen, karı benim yetmişlikleri tuvaletlere döktü, bahçe duvarlarında kırdı, çocuklara sofra kuruyor, başlarım öyle işe"
eee bizde de böyle*
wuhan virüsünün hala türkiye'ye gelmemiş olması
-
muhtemelen enfekte birisi geldi , acilde parolü takıp reçeteye de augmentin yazıp evine yolladılar.