hesabın var mı? giriş yap

  • programda evlatlık verdiği kızını arayan adam diyor ki; "eşlerimden ayrılma sebebim yemekleri yavaş hazırlamalarıydı. ben yemek yemeden duramıyorum. çok yiyorum."

    bunun üzerine müge'nin çözümü: "aşçı bir kadınla evlenin siz o zaman."

    şevki sözen hocanın çözümü: "ee o zaman yemek yapmayı öğrenin, istediğiniz gibi hazırlayın, yiyin."

    aradaki zihniyet farkının net özeti bence. :)

    debe editi: teşekkürler. :)

  • baştan söyleyeyim yaptığı yanlış değildir. herkesin hesabı kendine.

    bana garip gelen, durumun bu hale gelmiş olması ve toleransların sıfırlanması durumunu gözlememdir.

    sabah kahvaltı yapmak için fırından ekmek almış dönüyorken, börekçinin önünden geçerken aklıma su böreği düştü.

    börekçiye girip (baya kalabalık ve semtin gözdesi) bir dilim su böreği istedim. dikdörtgen tepsideki dilimlenmiş börekten büyükçe bir dilimi tartıya koydu ve dedi ki;

    börekçi; abi 51.5 lira.
    ben; kardeş 50 vereyim mi? bozuk taşımayayım.
    börekçi; abi 50 kurtarsa dükkan senin.
    ben; çatal, peçete de istemiyorum eve gidicem.
    börekçi; abi vallaha kurtarmaz.
    ben; 50 liralık olsun o zaman.
    börekçi; tamam abi.

    sonrasında, yemin ediyorum kuşa atsan yemeyecek bir parçayı aldı ve tepsiye geri koydu. koyduğu parça muhtemelen tepsi bittiğinde bulaşıkhaneye giderken üstünde kalan parçalardan biri olur. o derece küçük.

    tepside 18 ya da 20 dilim börek var. hemen hemen hepsi aynı ebatta. 20 dilim desek, 50 liradan 1000 tl.

    yine de diyorum. esnaf haklıdır. bana garip gelen tavır, davranış, tolerans ve esnafçılığın geldiği nokta.

    muhtmelen artık esnaf lokantalarında, pilavın üstünü de kuru fasülye ile ıslatmıyorlardır ya da ekstra yazıyorlardır.

  • öyküsü şu şekildedir efendim:

    --- spoiler ---
    yıl 1905. odessa limanında, karadeniz kıyısı açığında demirlermiş çarlık zırhlısı potemkin'deki gemiciler, başka sorunların yanı sıra bir de yedikleri etten kurt çıkması üzerine, artık canlarına tak edecek duruma gelmişlerdir. bir grup gemici başkaldırır ve kendi arkadaşlarından oluşan bir infaz mangasına bu gemicileri vurma emri verilir. asilerin elebaşısı "kardeşler! kime ateş açacaksınız?" diye bağırır ve başkaldırı gemi çapında bir isyana dönüşür.
    bu arada odessa sakinleri (işçiler, bebek arabalı anneler, sakallı üniversite hocaları, ayrıca bir sakat adam ve unutulmaz bir tip çizen kelebek gözlüklü yaşlı bir kadın...) isyancıların davasına hak verir ve kent ortasındaki geniş beyaz merdivenlerde neşeyle toplanır. beş dakika geçmeden birkaç yüz kazak askeri bu insanları yaylım ateşine tutar ve çiğneyip geçer. ama bu katliam devrimci ruhu söndüremez. son bölümde, potemkin zırhlısı, savaşa tutuşma kararlılığıyla bir çarlık filosunun üzerine doğru gider. filodaki toplar zırhlıya doğru çevrilmiştir, ama tam zamanında zırhlıdan "bize katılın" mesajını veren flamalar yükselir. filo ateş açmaz. herkes sevinç çığlıkları atar... budur...
    --- spoiler ---

  • giotto için rönesansın babası diyebiliriz. daha 10 yaşındayken babası koyunları otlatsın diye gönderdiğinde koyunların resimlerini kömürle taşların üstüne çiziyor. yaptığı resimleri görünce, o dönemki ressamlardan cimabue bunu yanına çırak almak istiyor. cimabue'nin dikkatini çeken şey giotto'nun gördüklerimi birebir resmetmesi aslında. hatta gerçekçiliğiyle ilgili şöyle bir şey anlatılır. cimabue resmi yapar ve bitmemiş halde atölyeden gider. giotto ise resmin burnuna bir tane sinek resmi yapar. cimabue geldiğinde sineği gerçek sanıp buna çok bozulur falan.

    assisi'de st. francesco kilisesinde çalışıyor. burada yaptığı, aziz francesco'nun hayat öyküsünü anlattığı resimlerle rönesans sanatı başlamış diyebiliriz. bu kilise iki bölümden oluşuyor. aşağı kısmında azizin lahdi bulunuyor. yukarı kısımda ise giotto'nun yaptığı, aziz francesco'nun hayat öyküsünü resmettiği freskler bulunuyor. azizin hayatını ise başka bir din adamının kaleme aldığı bir kitaptan aldığı bilgilerle resmetmeye başlıyor. freskler 16 panodan oluşuyor. dönemi için o kadar güzeller ki giotto bunlarla birlikte ciddi bir üne kavuşuyor o dönemler.

    burada yaptığı resimler kutsallıktan ziyade günlük yaşama gönderme. arka fon mesela mavi, bu da gökyüzüne yani dünyaya işaret ediyor aslında. herkes tarafından anlaşılmak için resimleri gerçekçi bir bakış açısıyla yapıyor. derinlik perspektif var ama biraz acemice, henüz yeterli olgunlukta değil. mekan algısını kullanıyor, arka planda mimari var. bu da dış dünya gerçekliğine bir gönderme gibi. her resim ayrı bir hikayeyi anlatıyor. hiyerarşiyi ortadan kaldırıyor mesela. burada yaptığı resimlerden birinde yatakta aziz yatıyor ve onun başucunda da isa var fakat ikisi de aynı boyda. ortaçağ resminde bunlar yok, hiyerarşi var.

    aziz francesco'nun şöyle bir hayat hikayesi var. kısacası, varlıklı bir ailenin oğlu. birgün rüyasında isa'yı görür ve olaylar gelişir modunda bir hikayesi var. giotto ise francesco'nun hayat hikayesini bu kilisenin duvarlarına resmetmiş.

    elbiselerini yoksullara verişi: bu resim o rüyayı gördükten sonra ailesinin yanına dönerkenki olayları anlatıyor. adam yavaş yavaş dünya nimetlerinden elini eteğini çekmeye başlıyor falan. bu arada resimde elbisesini verdiği kişi aynı zamanda asker.

    babasını reddi: resimde babasının arkasındaki insanlar assisi’nin soylu kesimi, francesco’nun arkasındakiler ise onun yolunun takipçisi, müritleridir. aralarında giyim açısından fark vardır. francesco’nun arkasındakiler sade, babanın arkasındaki insanlar şık giyinimlidir. bu adam günümüzde yaşasa babasının kuracağı cümle bence aynen şöyle olurdu: salak yemin ederim gerizekalı bu çocuk ya olurdu. ne bileyim bendeki izlenim bu en azından. artık babası ne kadar sinirlendiyse adamın donuna kadar almış. -öhm neyse ciddileşiyoruz-tablonun yukarısındaki el figürü ise tanrının elidir. rönesans resimlerinde bu tip bir el ya da yaşlı bir insan figürü tanrıyı simgeliyor. francesco da izleyicinin dikkatini bu el figürüne çekmeye çalışır. artık tanrının yoluna girdiğini ifade ediyor. babanın arkasındaki mimari sarayları, köşkleri ifade ederken francesco’nun arkasındaki yapı ise kiliseye gönderme yapar.

    francesco'ya saygı: azizin geçeceği yola halı seriyorlar, francesco ise halının kaldırılmasını rica ediyor. o kilise gerçekte de var ama şu an hangisi olduğunu bilemedim.

    su mucizesi: zaman birliğinin olmamasıyla burada karşılaşıyoruz mesela. farklı zamanlarda gerçekleşen olaylar aynı karede resmedilmiş. köylü susadığını söylüyor, öncesinde yürüyorlar. francesco onlardan ayrılıyor sonra. dua ediyor ve su fışkırıyor. köylü suyu içiyor, su sonra kayboluyor. olaylar farklı zamanlarda gerçekleşse de aynı karede yer alıyorlar.

    düğün: francesco bir düğüne gidiyor. düğünde, damadın 5 dakika sonra öleceğini söylüyor ve gerçekten de ölüyor. adam resmen şom ağızlıymış.

    kuşlarla konuşma: francesco bir süre sonra kuşlarla konuşmaya başlıyor. arkasında da müridi leo var. her yere onun peşinden gidiyor falan. leo, francesco'ya göre dünya nimetlerine biraz daha bağlı biri. sanırım biraz pisboğaz biriymiş. dünya nimetlerinden uzaklaşsın diye francesco bunun çorbasına kül atarmış arada.

    papa ııı. honorius ile konuşması: resimdeki konu franceso'nın tarikatını kurmak için vatikan’a gitmesi ve papa’dan tarikatını onaylamasını rica etmesi üzerinedir. sonuçta o dönem azizlere vaaz vermek için papa’nın onayı gerekir. papa ilk geldiğinde kabul etmez. bu olaydan sonra papa bir rüya görür. rüyasında franceso elindeki sütunu göstererek "bununla senin tahtını yıkacağım" der. ertesi gün papa francesco'nun azizliğini tanır. bir diğer görüş ise farklı bir grup olduğu için yönetmesi kolay olur diye papanın bu tarikatı tanıdığı yönündedir. bu resimlerde de francesco her zamanki gibi sade, papa ise şık bir kıyafetler içindedir. francesco öldükten sonra tarikat devam ediyor fakat 15.yy'da tamamen ortadan kaldırılıyor.

  • istanbul'da bir fabrikada çalışmaktayım burada yaklaşık 10 beyaz yakalı olarak çalışıyoruz. ben işe gireli 8 ay oldu ve ben yeni mezun bir mühendisim. 19 mayıs günü resmi tatil olduğu için bu hakkımı kullandım ve işe gelmedim. işverenimin bu konuyla ilgili bir şikayeti olmadı bana karşı fakat başka beyaz yakalı bir arkadaş kendi işini yetiştiremediği için 19 mayıs günüde işe gelmiş. şimdi bu arkadaş güya benden rütbeliymiş 5 yıldır çalıştığı için ve o geliyorken ben niye gelmemişim diye beni şikayet etmiş.

    işte tam olarak sorun bu. işverenine ben niye geliyorum diye şikayet edemeyip başkasını o niye gelmiyor diye şikayet ediyor. bütün beyaz yakalılar birbirinden içten içe nefret ediyor fakat kimse yüzlerine karşı söyleyemiyor bunu. iki yüzlüler.

  • adamın biri omuzunda maymunla bara girmiş. barda içkisini yudumlarken maymun da ordan oraya zıplayıp bulduğu herşeyi yiyormuş. bir ara bilardo masasına zıplamış ve herkesin şaşkın bakışları arasında bi tane bilardo topunu yutmuş. barmen "hey! maymununun ne yaptığını gördün mü?" diye bağırmış. "yoo, ne yaptı ki?" diye sormuş adam. "bilardo topumu yuttu!" demiş barmen. adam "hiç şaşırmadım. bu pezevenk gördüğü herşeyi yer" demiş ve hesapla, maymunun yediği herşeyin parasını ödeyip çıkmış.

    iki hafta sonra aynı adam maymunuyla yine gelmiş bara. barda içkisini yudumlarken maymun yine ordan oraya zıplamaya başlamış. barda bulduğu bir yeşil eriği önce kıçına sokmuş, sonra çıkarıp yemiş. bunu gören barmen iğrenerek "hey! maymununun ne yaptığını gördün mü?" diye bağırmış. "yoo, ne yaptı ki?" diye sormuş adam. "barda bulduğu eriği önce kışına soktu, sonrada çıkarıp yedi" demiş barmen. adam "hiç şaşırmadım. bu pezevenk hala gördüğü herşeyi yiyor. ancak bilardo topunu yuttuğundan beri herşeyi önce ölçüyor"