ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
grip aşısı
-
grip aşısıyla ilgili yazdıklarım üzerine özelden şu eleştiri geldi:
"içerisinde aliminyum, formaldehit ve thimerosal var. düzenli aşılama yapıldığında sinir sistemine az miktarda da olsa zararı var."
halbuki grip aşılarının hiçbirinde aluminyum yok: http://www.cdc.gov/…endices/b/excipient-table-2.pdf
formaldehit var (virüsleri deaktive etmek için kullanılıyormuş). ama formaldehit her gün yediğimiz meyve ve sebzelerde var ve aşıdakinden yüzlerce kat fazla miktarlarda mevcut: http://www.cfs.gov.hk/…ew_fa/files/formaldehyde.pdf
thimerosal çoğunda var (koruyucu madde olarak kullanılıyor). üzerinde çalışmalar yapılmış. bir zararı yok. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/15342856 çocuklar üzerindeki kümülatif etkileri de araştırılmış. sorun yok. http://onlinelibrary.wiley.com/…risa.12124/abstract hakkında "cıvaya dönüşüp zehirliyor" hurafesi var o da hatalı bilgi. metil cıva değil, etil cıva'ya dönüşüyormuş. etil cıva büyük moleküllü olduğundan kan beyin bariyerini geçemeyip vücuttan atılıp gidiyormuş. dünya sağlık örgütü de aynısını diyor: http://www.who.int/…hiomersal/statement_jul2006/en/
okurken grip aşısı hakkında bazı bilmediğim gerçekleri de öğrendim:
- hamilelerin grip aşısı olmasında sakınca yokmuş: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23635613 hatta grip aşısı doğan çocuklarda bipolar riskini azaltıyormuş: http://archpsyc.jamanetwork.com/…?articleid=1686037 bebekteki akut solunum enfeksiyonlarını engelleyebiliyormuş: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23856786 düşük riskini azaltıyormuş: http://www.nejm.org/doi/full/10.1056/nejmoa1207210 diğer doğum komplikasyonu risklerini azaltıyormuş: http://ajph.aphapublications.org/…journalcode=ajph&
- bağışıklık sistemini zayıflatmıyor, tam tersine güçlendiriyormuş. bağışıklık sistemi için bir prova gibi olduğundan.
bunları da kapsayan ve genel olarak tüm bu hurafeleri çürüten aldığım kaynak: https://gizmodo.com/…ng-all-the-flu-vacc-1455630807
kılıçdaroğlu'na çıkışan kadın
-
memleketi 10 seneden fazla bir süredir kılıçdaroğlu yönettiği için haklı bir tepki.
2013 yılının tek cümlelik özeti
-
"elbet bir bildiği vardır bu çocukların, kolay değil yoksa bu yaşta ölmek."
olması gerekendir.
beylikdüzünde bir gencin kafasını taşla ezen afgan
-
5-10 milyar euro gibi kimin cebine gittiği belli olmayan bir para için vatanın onurunu, namusunu, bağımsızlığını, huzurunu, can ve mal güvenliğini, çocuklarının ve kadınlarının istikbalini ve selametini satanların iftihar etmesi gereken tablodur.
bu daha ne ki?
bunlar logaritmik hızla çoğalıp, yayılacak ve mafyalaşmaya başlayacaklar. seyredin bakın.
yani bu adamlar taliban'dan kaçmış güya. öyle mi? lan bunlar taliban’ın ta kendisi. türk ordusunun asker sayısı kadar genç afgan erkek getiriliyor. hepsi de eli silah tutan, askeri eğitim görmüş, gerilla savaşında uzmanlaşmış tipler. sedat peker, çalınan ve kaybolan taktik silahlardan bahsediyor. amerikan ordusu ise yunanistan'a yığınak yapıyor.
bu neyin hazırlığı böyle? buyrun siz düşünün..
türkiye cumhuriyeti yıkılıyor..seyredenler utansın.
arda turan'ın ebru şallı'ya yürümesi
-
hayır ispanya'dasın ve internet üzerinden türkiye'deki 40 yaşında kadına asılıyorsun.
arda nasıl bir yokluk olm bu böyle?
(bkz: arda'nın barselona kız meslek lisesi önünde top sektirmesi)
14 temmuz 1987 queen afyon konseri
-
afyonlu ülkücü gençlerin açtığı "farrokh bulsara özüne dön" pankartına gülümseyerek karşılık veren freddie mercury, mihriban ve karahisar kalesi türkülerinden birer kuple okuyarak seyircinin gönlünde sarsılmaz bir yer edinmiştir.
konser sonrasında ahmet bağrıyanık "yöremizin türküleriyle ünlü olmaya çalışıyorlar" diyerek queen in jestine tepki göstermiştir.
gelinine cumhurbaşkanlığında kadro açan kayınbaba
-
özür, utanç beyanı içeren istifa mektubu yayınlayacağına, pisliğini örtbas etmekle uğraşan kayınbabadır..
minibüsçülerdeki kızgınım vites değiştirmesi
-
demem o ki, 107 yıllık şanlı kung fu hocalığımda rastladığım en kızgın vites değişikliği üniversite yıllarıma dayanır. bilenler bilir, bilmeyenler bilmezler; yurtlar bölgesinden binilen dolmuşun, çıkış kapısına varmasına kadar kampus içerisinde bir miktar yol alınır. işbu güzergahın süresi, dolmuş şoförünün o anki halet-i ruhiyesine göre değişir. hiç unutmam, aydınlık bir cumartesi akşamüzeriydi, henüz kahverengi kuşaktım ve ağır bir kung fu çalışmasını yeni bitirmiştim. maksadım kuğuları beslemek üzere tunalı'ya gitmekti. tabi serde gençlik ve kung fu'ya açlık da var olduğundan, biraz da 'yüzen kuğu tekniği' çalışırım diye dolmuşa bindim. hatıralarım beni yanıltmıyorsa, en arka koltuk sağdan ikinci sırada oturan civan mert bendim. araç hareket ettiğinde hepimiz neşe içerisinde dolmuş ücretlerimizi bizatihi takdim ettik. ağır ağır ilerliyorduk çamlar ve bölümler arasından. kısacası mes'uttuk. şoför, o yüzyıldaki her dolmuş şoförünün yaptığı gibi alışılagelmiş sorusunu sordu: "parasını veremeyen, parasının üzerini alamayan var mı?" bizler helal süt emmiş insanoğulları ve kızları olduğumuz için "aa bidakka hocam, ben paramın üzerini almadım" demedik. sergüzeşt yolculuğumuza devam ettik. derken, alışılagelmemiş bir şey oldu ve kaptanımız para alışverişini ilgilendiren sorusunu tekrar etti. garip bir titreşim yayıldı dolmuşun içinde. ense kökümüz ilk kez karıncalandı. galiba bunun nedeni biraz da şoförün sorusuna kattığı belli belirsiz sertlikti. bizler, yani kemal yekun 13 kişi kendi hallerimize rücu etmek üzereydik ki, aynı soru bu kez daha şiddetli bir tazyikle dayandı kulak kepçelerimize. susuştuk. “parasını veremeyen 2 kişi” lafzı şoförün ağzından patlak verince ise, ense kökümüzdeki tuhaf karıncalanma kuyruk sokumumuza doğru ilerlemeye başlamıştı bile. ince bir telaş kapladı hepimizi. dolmuşun kubbesini bu telaşla yapılan mırıldanmalar dolduruyordu artık. birbirimize bakıyorduk. bila ücret hareket eden o iki kişiyi tespit ve tenkide çalışıyorduk. ama nafile. galiba hepimizde güzel poker yüzleri vardı. “parasını iki kişi vermedi, versin” gürlemesi üzerine, orta sıralarda oturan volkmen kulaklığı takmış saf bir arkadaşımız “ha?.. ne… ne oluyor?” diyerek ayağa sıçradı. yediği naneyi anlamışçasına özür dileyerek parayı uzattı. ona kızsa mıydık, teşekkür mü etseydik bilemedik. çok karmaşık duygular besliyorduk hançeremizde. ama yarı yarıya da rahatlamıştık. geriye kalmıştı bir. artık onun peşindeydik. herkes birbirinin kulaklarına bakıyordu. başka volkmenli yoktu. takriben birkaç dakikalık kampus içi seferi adeta birkaç asırlık kabusa dönüşüyordu. öyle ki, ücreti peşinen takdim ettiğim halde o bir kişi yerine tekrar dolmuş parası vermeyi bile düşünmeye başlamıştım. lakin kefenin cebi olmadığı gibi kung fu elbisesinin de cebi yoktu. kuşağı vardı. üstelik iki tam dolmuş parası almıştım yanıma ve o dönüş parası da çorabımda mukimdi. vazgeçtim. ancak bu arada, ben böyle düşünürken de, şoförle dikiz aynasında göz göze geldiğimizi fark ettim. aslında herkes o aynaya bakıyormuştu. sadece gözler vardı kadrajda. adeta carl leone-sam peckinpah karışımı bir vahşi batı düello sahnesinin tam ortasında idik. sahneler, bir çift gözden başka bir çift göze kayıyordu sürekli. “parasını vermeyen o bir kişiiiiiii, parahısını versiiinnnnhhh” infilakıyla birlikte bel hizasındaki vitese hamle yapan şoför vitesi öyle bir kızgınlıkla değiştirdi ki, o koca demir yığını, adeta asfaltla hemhal olup meşke gelmişçesine sarsıldı. tanrım o ne sarsılıştı. tabi bilemiyorum, taklit yapmış da olabilir ama, tüm organlarımız ayrı sarsıldı. kampus çıkışa iyice yaklaşmıştık ve bazılarımız camlarda mevzi alıp çıkış kapısındaki görevlilere “kurtarın bizi bu manyaktan” diye bağırmak üzere kendilerini hazırlıyorlardı. ben kung fu’nun bana verdiği yetkiye dayanarak serin kanlıydım. (nefesimizi tutabildiğimiz, çivilere yatabildiğimiz gibi, kalp kapakçıklarımızı 3’e, 2’ye hatta 1’e indirebiliyorduk.) derken çok sert şekilde vites küçültüldü. durma noktasına geldik ve durduk. şoför el frenini çekti. şahadet getirenler vardı aramızda. önce, şoförün kendi kapısından çıkıp bizim dolmuşa giriş yaptığımız fıslayan kapıdan gireceğini ve allah ne verdiyse sunacağını düşündüm. ama sonra bu düşüncenin çok safdillilik içerdiğine kanaat getirerek, şoförün kısa yoldan, vites üzerinden atlayıp torpido gözündeki levye ile harikalar yaratacağı sonucuna vardım. mamafih ikisi de olmadı. o, baş seviyesindeki dev aynasından bizlere bakarak “parasını vermeyen o bir kişi var ya…” girizgahını beyan etti. arkasından gelecek sinkaflı kelimeler hepimizi ürpertiyordu. her ne kadar kısa bir es verilmiş olsa da cümle başlangıcına, zaman çok ağır ilerledi. sert bir esinti dolmuşun topraklı zemininde bir iki çalıyı önümüzden sürükledi. dolmuşun kepenkleri çarptı. bir anne çocuğunu eve soktu. kimileri gözlerini kapadı, kulaklarını yumdu. ben, elim abanoz saplı mınçıkamda, hasmımı bekliyordum. derken, cümlenin sonu geldi: “parasını vermeyen o bir kişi var ya…. işşallah sınıfta kalır!”
kim sınıfta kaldı bilemedik hiç. ben kuğuları besledim. ve o sene çok ‘kızgın vites’ yaptı.
köpeklerden korkan gence haddini bildiren kadın
-
bir köpek sahibi olarak gence hak veriyorum.
kötü günlerde kişiye güç veren sözler
-
"muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur."
üzerine tanımam.
askerde albaya yumruk atmak
-
normal bir olay. askerdeyken az albay dövmediydim. yaşlarına saygı duyup her hareketlerini alttan alırsanız tepenize biniyorlar hemen. o yüzden baştan ağırlığınızı koymanız gerekiyor. ilk izlenim çok önemli.
kavak yellerinin amacı türk aile yapısını bozmaktı
-
peşi sıra "house m.d. türk sağlık sistemini çökertmek için tasarlandı" açıklamasını beklediğimiz tespit.