hesabın var mı? giriş yap

  • ilkokul: saç çekmek, kafasına top atmak

    ortaokul: hoşlanılan kızın eteğini kaldırmaya çalışmak, kız sinirlenince sırıtmak

    lise: derin ve anlamlı olması hedeflenen, ama klasik kesiş hareketinden öteye gidemeyen bakışlar

    üniversite: ders notu istemek, beraber ders çalışmayı teklif etmek

    ofis ortamı: iş çıkışı yemek yemeyi ya da bi şeyler içmeyi teklif etmek(artık yol yordam öğrenilmiş)

    emeklilik: beraber parkta yürümeyi teklif etmek

    *

  • 4 gün ve aşağısından bahsedenlerin şov yaptığını düşünüyor ve bir hafta kâfi deyip aranızdan ayrılıyorum,selametle...
    not: pasaklı sensin. kendi diyen,kendi olur. damdan düşen kel olur tşk:)

  • bir döneme damgasını vurmasına rağmen hiçbir zaman "saygın bir eser" olarak değerlendirilmemiş kitaplar serisi.

    tabii ki harry potter gibi efsaneleşmesinden bahsetmiyorum ama açlık oyunları seviyesine bile gelemedi. 2008 - 2012 arasında estirdiği fırtınayı ve yarattığı etkiyi düşünecek olursak bu tür satış başarısı elde etmiş gençlik serileri arasında en negatif gelişimi gösteren seri olabilir. hem filmler hem kitaplar çok ciddi alay konusuna döndü ve aşağılandı.

    bunun arkasındaki ilk neden harry potter ve açlık oyunları gibi serilerin kahramanlık öyküleri olup ana karakterlerin kötü olanı yenme mücadelelerini anlatmasıyken alacaranlık'ın bir romans olması. alacakaranlık serisi, her şeyden önce bir vampir kitabı değil, bir aşk hikayesi. buna karşılık harry ve katniss hiçbir zaman aşk hikayeleriyle öne çıkmadılar. toplumları için mücadele eden karakterlerin öyküsü, kişisel aşk dramasını anlatan bir kızın hikayesinden daha fazla saygı gördü. yine aynı şekilde serinin baş kahramanı bella swan'ın son kitaba kadar korunmaya muhtaç zayıf bir kişilik olması, onun katniss everdeen kadar sevilmesinin önüne geçti. daima zayıf ve silik bir karakter olarak hikayeye yön verme oranı oldukça düşüktü.

    bir diğer neden alacakaranlık filmlerinin kalitesinin çok kötü olması ve zaman içinde sosyal medyada caps kaynağına dönüşmesi. bu tür serilerin geniş kitlelere ulaşmasında filmlerin etkisini yadsıyamayız. bu sebeple filmlerin en azından elle tutulur olmasının önemi var. alacakaranlık ise bu konuda tam bir fiyasko. yine filmlere bağlı olarak başrol oyuncuların oynadıkları karakterleri ne kadar uzun süre üzerinde taşıdıklarının da etkisi büyük. emma watson bugün bile birçok fanın gözünde hermione granger olmaya devam ederken kristen stewart önce robert pattinson'ı aldatmasıyla, sonra saçını kestirip sarıya boyatmasıyla, ardından da biseksüel olduğunu açıklamasıyla fanların gözündeki "bella swan" imajından çok uzaklaştı. birçok fan hem stewart'a hem seriye sırtını döndü.

    başka bir neden serinin yazarının "seriden" ve "yazarlıktan" çok uzaklaşması. stephenie meyer, daha alacakaranlık serisini bitirmeden başka bir kitap çıkardı. sonrasında yazarlığa ara verip prodüktörlüğe başladı ve seriden tamamen uzaklaştı.

    ayrıntılara girdiğinizde bu nedenler arttırılabilir. ancak şu bir gerçek: dünya çapında 100 milyondan fazla satmış bir serinin "efsaneleşememesinin" temel nedeni kurgusunun sağlam olmaması. yazar farklı alanlara yönelmese ve filmler çok kaliteli olsa bile alacakaranlık serisi hiçbir zaman saygı görmeye değer bulunmayacaktı zira hiçbir faktör kurgudaki zayıflığı gizlemeye yetmeyecekti. öyle ki neresinden tutarsanız tutun elinizde kalıyor.

    buraya kadar serinin başarısızlığının genel nedenleriydi, bu noktadan sonra kurgunun başarısızlığının nedenlerine değinilecektir. doğal olarak buradan sonrası spoiler.

    --- spoiler ---

    en genelinden başlamak gerekirse, vampir kavramı özü gereği karanlıktır ve ölümsüzlük karşısında bir şeyleri feda etmeniz gerekir. güneş ışığı olur, gümüş kazıklar olur, insan kanı zorunluluğu olur. bu durum bir kural olmasa da ortada bir takas vardır. tabii ki yazar istediği fantastik canavarı kurgulamakta özgürdür, sonuçta bunun yasal bir tanımı yok ancak fantastik dünya kurarken en önemli, en hassas nokta kendi içinde tutarlı olmasıdır. ha, işte bu seride tutarlılık yok. cullen ailesi vampirliği bir lanet olarak görüp, yarım bir hayat şeklinde tanımlarken takas ettikleri hiçbir şey yok. bir defa insanken kişilikleri neyse dönüşümden sonra da aynı kişi oluyorlar, fiziksel dayanıklılık ve gücün yanında ekstra yetenekleri olabiliyor. herhangi bir şeyden etkilenmedikleri gibi güneşin onların üzerindeki tek etkisi parlamak. yazarın "karanlık bir hayat, ruhsuz bir yaşam" diye ısrarla altını çizdiği karakterlerin hepsi mükemmel eşlerine sahip, üzerine de aile kurmuşlar. hikayedeki tek sıkıntı arada bir hayvan kanı içiyor olmaları. onun dışında stephenie meyer'ın "vampir" olarak tanımladığı şey insanın upgrade edilmiş hali, gelecekte hayalini kurduğumuz yaşam biçimi. "biz çok karanlık yaratıklarız" deyip dünya üzerinde "tanrı kılığında" dolaşan fantastik yaratıklar yapınca hiçbir gerçekçiliği kalmıyor. seri boyunca edward, bella'yı dönüştürmemek için direniyor. neden? daha dayanıklı, daha güçlü, daha zeki, daha güzel, daha yetenekli, daha hızlı ve ölümsüz olmaması için. açıklama olarak da "senin ruhunu almak istemiyorum" diyor. kişiliğinden ve sevgisinden hiçbir şey kaybetmeyecek birinin ruhu nasıl gidebilir? ruh dediğimiz soyut şey bu değil mi zaten? meyer'ın hikayesinin çıkış noktası aşık olması yasak olan birine aşık olan edward'ı anlatmak. buraya kadar tamam ancak yarattığı fantastik canavara özgün bir isim bulsaymış daha tutarlı olabilirmiş. zira bu vampir tanımı ceza olmak şöyle dursun, bildiğiniz ödül. başınıza gelebilecek en iyi şey. sizi resmen "tanrılaştırıyor." bunun neresi "kırık hayat?" en büyük dezavantajı çocuk sahibi olamamaları olabilirdi ama onun bile yöntemi var ahah.

    ayrıntılara indiğimizde ise olay örgüsünün çok ciddi hatalar verdiğini görebiliriz. her şey bir yana "edward - bella - jacob" üçlüsü arasındaki dinamik baştan sona yanlış. "aşk üçgeni" nedir? iki kişinin (genellikle iki erkeğin) aynı kişiye (aynı kıza) aşık olması ve o kişinin birine karşılık vermesi sonucu ortaya çıkan kaos durumu. bu aşk üçgeninde bir kaos yok. edward bella'yı seviyor, tamam. jacob bella'yı seviyor, o da tamam. bella da hem edward'ı hem jacob'ı seviyor. peki, sorun nerede? ortalıkta "karşılıksız aşk" durumu yok ki. bütün aşklar karşılığını bulmuş. eğer paylaşamıyorlarsa bir araya gelip günleri karalaştırsınlar. tek yapmaları gereken "bella hafta içi seninle olsun, hafta sonu ben alırım" gibi bir zamanlama yapmak. üstelik bunu yapabilirler. hem edward hem jacob inanılmaz ölçüde fedakar. sorun ne o zaman? işte sorun tam olarak bu. stephenie meyer'ın bu aşk üçgeni olayını eline yüzüne bulaştırması ve resil rüsva etmesi.

    meyer, bella'nın aynı anda iki kişiye aşık olmasını iki şekilde açıklıyor. ilki, renesmee'nin bella'nın formunun bir parçası olması ve jacob'ın ileride ona mühürleneceği gerçeği. bu, bir noktaya kadar anlaşılabilirdi ama anlaşılamıyor. zira bizzat yazarın kendisi mühürlenme denilen olayın ilk bakışta gerçekleştiğini ve birden bağlanıldığını söylerken verdiği bir röportajda bella'nın jacob'la edward'dan çok farklı bir deneyim yaşadığının altını çiziyor. "bella, aşkın sadece bir formunu tanıdı, o da ilk görüşte aşk. oysa jacob'a aşık olması arkadaş gibi başlayan ve yavaş ortaya çıkan bir süreç" diyor. bunun üstüne de bildiğiniz gibi, renesmee doğduktan sonra bella ve jacob'ın birbirlerine olan duyguları anında ortadan kalkıyor. eğer yavaşça, birbirlerini tanıyarak aşık olmuşlarsa bu nasıl gerçekleşebilir? ya da aşklarının sebebi gerçekten renesmee yani mühürlenme ise başlangıcının da bu şekilde olması gerekmez mi? bu mantığa göre, bella aslında edward'a mühürlendi (yazarın tarif ettiği aşık olma biçimine göre) ve kalkması gereken aşk da bu. yazarın anlattıklarıyla yazdıkları arasında çok sert çelişkiler mevcut.

    olayın nasıl karıştığını, içinden çıkılmaz bir hal aldığını tarif etmenin imkanı yok. hiçbir şey bella'nın aynı anda iki kişiye aşık olmasını (hele hele edward'la ilk görüşte aşk biçimini yaşarken jacob'a uzun zaman zarfında aşık olması gibi kepaze bir ifadeyi) açıklayamıyor. ha, birisi aynı anda iki kişiye karşı bir şeyler hissedebilir ama birinin doğumuyla bu aşklardan biri ortadan kalkacaksa mantıklı olan ilk görüşte ortaya çıkan aşkın kalkmasıdır, uzun dostluğa dayanan aşkın değil. yani edward'a olan duyguları bitmiş olmalıydı. veyahut jacob'la olan ilişkisini buna uygun yazmalıydı.

    dahası da var, yazar "iki aşk" dengesini de kuramamış. yeniay boyunca hep edward'ın adını sayıklayan bella, tutulma boyunca jacob'dan başka bir şey düşünmüyor. serinin ilk iki kitabını okumadan doğrudan tutulma'yı okuyan biri edward'ın iki aşığın arasına girmeye çalışan üçüncü kişi olduğunu düşünür muhtemelen. tutulma boyunca bella'nın edward aşkı tamamen sözde kalırken tüm eylemleri ve düşünceleri jacob'a odaklı. sürekli onu düşünüyor, onu özlüyor, onun için endişeleniyor ve ona kaçıyor. ilk iki kitaptan bihaber biri tutulma'da bella'nın neden esas oğlan olan jacob'ı bırakıp yan karakter edward'ı seçtiğini çok merak ederdi.

    burada da bitmiyor. jacob black, edebiyat tarihinin en tuhaf üçüncü karakter sonuna sahip. bildiğiniz gibi aşk üçgeni olan hikayelerde kurguya genellikle ikinci oğlan için yeni bir karakter girer. bazılarında ölür, bazılarında kaderini kabullenip gider. hangi hikayede ikinci oğlanın esas karakterlerin çocuğuna aşık olduğunu gördünüz? bu nasıl bir son? üstelik bunun talihsiz bir sonucu var. renesmee, jacob'ı seçerse (ki seçecek) annesinin eski aşığı ile birlikte olmuş olacak.

    bu aşk üçgenini bir kenara bırakırsak farklı sorunlar da var. seride mühürlnen kurtlar olduğu söyleniyor ama esas mühürlenme vampirler arasında. onlar da tek bir kişiyi seçip sonsuza kadar onunla yaşıyorlar. tek eşlilik var. eşlerini kaybettiklerinde yeni bir ilişki yerine ya ölü gibi yaşıyorlar ya da ölüyorlar. victoria ve irina örneğinde olduğu gibi eşlerinin intikamını alıyorlar. bu tür ilişki de iradeye dayalı değil. bunun mühürlenmekten teknik olarak ne farkı var?

    yan karakterler de çelişkili hikayelere sahipler. rosalie'nin en çok istediği şey çocuk. normal bir hayatta yaşayıp çocuk sahibi olmak istediğini söylüyor ama midnight sun'da okuduğumuz üzere inanılmaz yüzeysel ve dış görünüşüne önem veren bir karakter. bulduğu her fırsatta kendi yansımasını izleyen biri mi insan olma şansı olsa geri dönüp sıradan bir hayat yaşayacak?

    meyer, midnight sun sonrası iki roman daha yazacağını açıkladı. bunlardan birinin jacob ve renesmee ile ilgili olması bekleniyor ama bu nasıl bir gelecek olacak? ikisinin kavuştuğu bir olasılıkta yarı vampir ve yarı kurt olan iki kırmanın çocuğunu düşünsenize. yarı vampir-yarı kurt. bu iki kırma için olabilecek en iyi gelecek arkadaş kalmalarıdır muhtemelen.

    aynı hikaye daha profesyonel bir yazarın elinde olsaydı çok daha tutarlı ve övülen bir seri olabilirdi. bütün kusurlarına rağmen yazarın oluşturmayı başardığı bir atmosfer ve fanları içine çeken bir uyum vardı.

    yıllarca sosyal medya platformlarında alay konusu olmaz, her youtube yorumunun altında "it's still a better love story than twligiht" yazısı yer almazdı.

    --- spoiler ---

    filmler ya da kitaplar ne olursa olsun alacakaranlık'ın çok kaliteli olduğu bir nokta var, o da müzikleri. filmler için öyle güzel şarkılar yazıldı ki seriye karşı hisleriniz ne olursa olsun, şarkılara mutlaka göz atmalısınız. (bkz: #116776720)

  • bir an önce faaliyete geçmesini istediğim uygulamadır. verilen haklı veya haksız cezalar bir yana böyle bir uygulama verilecek en güzel ceza olacaktır ceza almaya sebebiyet veren taraftara.

    alacaksın aynı 30.000 kişiyi işinden gücünden alıkoyacaksın yasaya uygun bir hale getireceksin. dikeceksin stadyumun önüne saat 3'te normal maça gider gibi. 5'te açacaksın kapıları. 19'da topu koyacaksın santraya. 90 dakika izlettireceksin yeşil sahayı. sonra stadyum çıkışı geniş geniş açmayacaksın çıkış kapılarını. dar olan taraflarını açacaksın öyle bırakacaksın herkesi evine. bak bi daha yapıyorlar mı ?

  • bir aydınlanma halidir ve bu hal başta kısa süreli bir yıkım getirse de sonradan yerini ‘’olsun lan, ben böyle iyiyim’’ demeye bırakıyor. en azından benim hayatımda böyle tezahür etti.

    bir arkadaşımla konuşuyoruz, diyor ki ‘’hatırlıyor musun hani erdal vardı, o da seninle aynı dönem mezun oldu. işte o sonra mimarlığın üstüne antropoloji okudu şu anda meksikada’da zapatistalarla ilgili araştırma yapıyor’’ mideme bir yumruk iniyor ama hala nefes alıyorum.

    başka gün okuldan birine rastlıyorum, ne var ne yok rutininden sonra, nerde çalışıyorsun soruları başlıyor. ben nihayet mesai saatleri insani, maaşı iyi bir işe girmişim, yıllarımı nasıl beş paraya ziyan ettiğimi anlatıyorum, o ‘’evet haklısın, ben de sonunda kendime geldim ve gelecek ay kanada’da sinema okumak için yola çıkıyorum’’diyor. ben buldumcuk olmuşken o bıkmış bile. yolunu çizmiş, hedefe nişan almış. ben hala aybaşına kaç gün kaldığını hesaplıyorum. o an sırtıma bir bıçak saplandı. zar zor çektim, yaşamaya devam ettim.

    en son da bir arkadaşın amerika’da bir üniversitede ders vermeye başladığını öğrendim. benden iki yaş küçük bu adam şu an orda ben de burada onun yazdığı makaleyi okuyorum. bir an kendimden geçmişim.

    ilk şoku atlattıktan sonra, durdum düşündüm. ne ki bu şimdi? tamam, onlar özel ama ben de harika punch yaparım mesela. içen cennete gider gelir. birkaç kişiyi gülmekten işetmişliğim vardır, hep anlatırlar. ne işe elimi atsam öyle veya böyle tamamlamışımdır. belki çok sıradan şeyler bunlar, belki benim gibi milyonlar var ama huzurluyum olduğum yerde.(sanırım hala prozacların etkisindeyim) canım istese ben de giderim*ama ben burada olmayı seçtim. sıradan insanlar ordusunun yıkılmaz bir neferiyim artık. mutfakta punch yapıyorum.

  • - icinizde bilgisayar muhendisi var mi?
    (elemanin biri el kaldirir, baska biri secilir. eleman elini indirir)
    -icinizde berber var mi?
    (aynı eleman yine el kaldirir.. bu sefer secilir. mutlu mutlu koşar)

    bizzat yaşanmıştır. (alaşehir, 2000)

  • osmanlı'nın paraları ne kadar boş beleş işlere harcadığının kanıtları olan haritalar. elin alman'ı geliyor senin yüzlerce yıl yapmadığın detaylı haritalandırmayı yapıyor.

    orhun kitabelerini gidiyor danimarkalılar buluyor, rus türkologlar okuyor.

    şu an karadeniz'de çayın yetişmesinin bile kredisi ingilizlere ait. adamlar işgale gelmeden nerede ne yetişir diye araştırmış. 600 senelik impartorluksa inek gibi sağmayı tercih etmiş bizleri, ne acı.

    anadolu'yla, türklükle alakalı bizi yapmamız gerekn fakat yabancılara ait araştırmalar beni cidden delirtiyor.