hesabın var mı? giriş yap

  • bazen olur bu. özellikle simit gevrek değilse, ısırınca kolayca parçalanmıyorsa olur. insanoğlu sadece simitle beslenmek zorunda kalsa, evrim sürecinde şakaklarda mini üçgen boynuzlar çıkmasına neden olurdu heralde.

  • oturuyorum bir barda iki tane arkadaşımla, içiyoruz. hepimizin canı birbirinden sıkkın. garson geldi ve maytap bıraktı masalara. müzik durduğunda yakar mısınız dedi, olur dedik. doğum günü kutlaması falan zannettim. durdu müzik, yaktık maytapları. bir çocuk çıktı sahneye aldı mikrofonu, kız arkadaşını çağırdı yanına, diz çökerek çıkardı yüzüğü ve "hayatımın kadını benimle evlenir misin" dedi. mutluluktan ağladı kız tabii, sarıldılar ve evet dedi. müzik başladı ve şu an dans ediyorlar.

    ben ne mi yapıyorum? maytap tutuyorum tabii ki ne yapacağım.

  • "sanat bizim kendimize bile itiraf edemediğimiz duygularımızın, özelliklerimizin, hallerimizin tercümanıdır.
    bir romanda, kendimize dair bir hali görür, yalnız olmadığımızı hissederiz.
    bir şarkıda, derinlere gömdüğümüz duygularımızı duyar, kendimizle barışırız.
    bir resimde, farkına bile varmadığımız bir yönümüzü görür, kendimizi tanırız.
    bir fotoğrafta, başka hiç bir şeyin, bir cümlenin hatta koskoca bir romanın anlatamayacağı bir hali görür, duygulanırız.

    sanat bizim insanlığa karşı umudumuzu yitirmememizi sağlar. hayata karşı umutlu olmamıza yardım eder. bazen kimsenin bizi anlamayacağı hissine kapıldığımızda yanımızda olup bizi anlar; kimi zamansa yoğun duygularımıza teselli verir."

    demiştim birbuçuk yıl önce yazdığım bir entry'de. sanatın seyirci, dinleyici, okuyucu için böyle işlevleri var.

    peki sanatı yaratan kişi için, sanatçı için sanat ne ifade ediyor. hissedilen, bilinen ama kavranamayacak olanı alıp, farklı forma sokarak, kendi içinde işlenebilir hale getirmesini sağlıyor bence sanat. deleuze kişinin kendi nevrozlarıyla yazmadığını, dünyanın hastalığın insanla karıştığı belirtiler bütünü olduğunu ve edebiyatın bir tedavi girişimi olarak karşımıza çıktığını söyler.

    ona hem katılmıyorum hem de katılıyorum. kişi nevrozuyla yazar, nevroz bizim dışına çıkabileceğimiz içsel bir oda değildir. sanatçıyken nevrotik değilim, ama hayatımda nevrotiğim; sana karşı nevrotiğim, ona karşı değilim gibi bir hâl söz konusu değildir. çünkü bunlar bilinçdışı mekanizmalardır. nevroz aklı kapsar. insan nevrozuna dair bazı şeyleri sezer ama bunlar, uyanınca bir anlık anımsanıp sonra hemen unutulan bir ruya kadar gerçek gelir insana.

    üstelik herkes bir ölçüde nevrotiktir. nevrozun şiddeti ve insan ilişkilerine yansıma düzeyi, bunu büyük bir sorun olarak yaşayıp yaşamayacağımızı belirler. bence sanatçı nevrozunu, sanat üzerinden sağaltmaya çalışır. nevrozuyla yazar yani, ve burada deleuze yanılır bana kalırsa.

    ama şurada haklıdır. sanat bir tedavi girişimidir, gerek sanatçı için gerekse eserin içinde kendine ayna bulacak bizler için.

    orhan pamuk okurken, onun yarattığı obsesif dünyalarda yazarın kendisinden bir iz olmaması mümkün müdür? kendi obsesyonunu ve belki mimetik arzusunu okuruz satırların arasında. ve tam bir nevroz öyküsü gibi birçok kitabında yineler bu pattern. ne de olsa nevroz yinelemenin hikayesidir.

    martin gore dinlerken şarkılarının sözlerinde sadomazoşist öğeler kulağımızda çınlar. acı çeker, eteklerin katları arasında kaybolur, günaha girer, suç işler, cezasını çeker, psikoza bu obsesyonu ile direnir o sözlerde. bunu yaşamayan birinin bu hikâyeyi böyle anlatması pek güçtür.

    dostoyevski kumarbaz isimli romanını, kumar borcunu ödemek için yazmıştır. romanı otuz günde bitirirse var olan borcu silinecek, bitiremezse tüm kitaplarının telifini borçlu olduğu kişiye devredecektir. dostoyevski büyük bir kumar bağımlısıdır. romanıyla borcunu ödemesinin yanında belki kendini sağaltma çabası içindedir. nitekim kumarbazın özünü en iyi anlatan romanı yazmış, tasviriyle okuyacak tüm kumarbazlara ayna tutmuştur.

    özetle sanat ilkin sanatçının kendi devasıdır ama bunu paylaştığı insanlar yani biz okuyucu, dinleyici ve izleyiciler bu eserlerin kiminde kendimizden bir şey buluruz, eser bize göremediğimiz bir açıyı sunar, bazen teselli verir, bazen yarenlik eder.

    sanatçının devası, toplumun devası oluverir. böylece sanatçı toplumun, toplum sanatçının parçası olur, sanatçı ve okuyucu birbirinin içine geçer, birbirinin farklı görüntüleri olur, sanat hepimizi kapsar, yaramızı sarar, bizi birleştirir, sağaltır.

  • karsi taraf bisey anlatirken lafa boyle girilir, karsi tarafin anlattigi seyin agzina sicilir afedersin ondan sonra da ee? o degil de ne?
    o degil de oteki.
    hay allah belani versin.

  • başka bir mülakat sırasında, bir danışmanlık şirketinin işe alım uzmanı ile gelişen bir diyalog;

    +: şirketin işe alım uzmanı
    - : ben

    + müşteriniz sizden bir konuda acil bir sunum istedi. müdürünüz 1 saat içinde bu sunumu hazırlamanızı ve müşteriniz gelince onlara sunmanızı bekliyor. ama konuyu hiç bilmiyorsunuz, en ufak bir fikriniz bile yok, ne yaparsınız?
    - bu konuda bilgi sahibi olan takım arkadaşlarıma danışırım.
    +bu konuda bilgi sahibi olan kimse yok ekipte.
    - o zaman müdürüme sorarım, nasıl bir yol izlemem gerektiğini.
    + müdürünüz de bu konu hakkında bilgi sahibi olmadığını, müşteriden acil istenen bir sunum olduğunu ve sizin halletmeniz gerektiğini söyledi.
    - konuya bağlı olarak şirket içi belgelerden, eğitimlerden veya internet üzerinden araştırma yaparım. en kısa sürede bulabildiklerimi derleyip sunumu hazırlarım.
    + bu konuyla ilgili şirketinizde bir bilgi veya doküman bulunmuyorsa?
    - o zaman bu sunumu yapmak için doğru adres değiliz demektir. belki de müşteri yanlış bir şirketten yanlış birşey istemiştir, karıştırmıştır. en önce bunu kontrol ederim.
    +... (gülümseme ve sessizlik)

    hayır nasıl profesyonel bir şirketsek artık, sahip olduğumuz hiç birşey yok. sadece müdür, müşteri ve ben varız sanırım. insanın çalışası gelmiyor zaten bu sorulardan sonra.

  • "aşkım" yazmış. tabi bizim bünye öküz olunca, açarsın telefonu ve "mesajın yarım kalmış. ne yazacaksan söyle" denir.

    işte kadın ve erkek arasındaki en büyük farklardan biri budur. onun aşkı kabardığı için sms atar, sen ise tüm iletişim araçlarını fonksiyonel olarak kullanırsın.

    kadınlar mı zor, biz mi danayız bu yaşıma geldim halen anlayamadım.

  • şiddetin bir başka çeşidine maruz kalmış merhume. dr olmam sebebiyle bir çok insanla karşılaşıyorum, ve maalesef erkeklerin hastalanan eşlerinden çok kolay vaz geçtiğine şahit oluyorum. kadınlar ise yıllarca yatalak eslerine sonsuz bir merhametle sahip çıkıp yanlarında oluyorlar. genellemeler hatalıdır evet vapurlar da tuhaftır hayat da