hesabın var mı? giriş yap

  • yedi yıldan sonra morrissey'e neler olmuş dedirten albüm:bugune kadar, the smithsde ve solo çalışmalarında efektlerden özellikle kaçınan, şarkı sözlerinde dolaylı anlatımlara yer veren moz, aradan geçen yedi yılda biraz degişmiş; belki de yanlış anlaşılmalardan, garip sorulardan sıkılmış morrissey'ın ruh hali şarkı sözlerindeki direkt anlatıma yansımış da, "ahan da alın, size de böylesi yakışır, daha da bişey sormayın" der gibi. efektler de prodüksüyondan kaynaklanan ticari kaygı gibi gözüküyor.şarkılarda efektlerden çok moz'un eşsiz sesini dinlemek sanırım daha iyi olurdu.

    bu albümü morrissey'in en başarılı çalışması olarak nitelendirmek yanlış olur diye düşünsem de, o kadar zamandan sonra gelen yeni albümü morrissey'in bizlere,müzik alemine bir armaganı, lutfu olarak görmek gerekiyor. yine de albümdeki her şarkı birer birer dinlenesi, sevilesi, aşık olunası şarkılar. hem ben kimim ki onu eleştireyim:çıkacagını duydugum ilk günden çocuklar gibi sevindim.
    zaten, morrissey'in albüm kapagındaki "morrissey, you are the quarry" göndermesi de böyle eleştirilere bir cevabı gibi.

  • semender den ziyade yağ olarak kullandığı mazot dikkatimi çekti ya da 8 numara motor yağı.
    o daha çok midemi bulandırdı.
    etin tadını almamak için içine her şeyi koydular.
    bir ölü dedesini koymamışlar içine.

  • gıda zehirlenmesi kökenli ishalin tanımı ile ilgili reddit'te çok güzel ve eğlenceli bir anlatım okudum. o kadar beğendim ki türkçeye çevrip biraz da yorum katarak buraya paylaşmak istedim:

    bağırsaklarınız uzun bir tren yolu gibidir, aldığınız gıdalar da raylarda giden tren vagonlarına benzer. a noktası, yani ağzınız ile b noktası yani anüs arasındaki yolculuk süresi zaman zaman değişkenlik gösterebilse de genel olarak hep planlı bir sürede gerçekleşir.

    bir şeyler yediğiniz zaman, vagonları raya koyar ve b noktasına gönderirsiniz. bu vagonlar b noktasına ilerlerken ince tünelde (ince bağırsak) çeşitli noktalarda yolcular (besin maddeleri) inmeye başlar. yolculuk henüz bitmez ve bu yolculuk vagonların şeklini de oldukça değiştirerek paslı bir renge bürünmelerine sebep olur. tünelin geniş kısmına geldikleri zaman (kalın bağırsak) vagonların içinde uyuyakalmış yolcu olup olmadığı kontrol edilir (kalın bağırsağın tekrar emme özelliği) ve vagonların şekli inceltilerek b noktasından çıkışın sıkıntılı olmaması sağlanır. çoğu zaman bu tren vagonları b noktasının çıkış kapılarının tam önüne park ederler ve operatörün (tuvalet) uygun zamanda geçit vermesini beklerler.

    ancak tüm bu süreç, a noktasından bozuk bir tren seti gönderdiğiniz zaman karmakarışık olur. rayların her yerinde sensörler mevcuttur ve bu sensörler içerideki bozuk vagonları algılar ve süpervizöre (beyin) acil yardım çağrısı gönderirler. süpervizör raylarda çıkan saçma durumu yöneticiye (bilincinize) haber vermeden halletme taraftarıdır, aynı zamanda raylarda bir sorun olduğunu bilmenizi de istemez. bir seçim yapmak zorundadır: ya a noktasına büyük bir şiddetle geri gönderecek ve rayları parçalama riskini göze alacak, ya da mümkün olan en hızlı biçimde b noktasına gönderecektir. sorunun rayların neresinde yakalandığına göre bu konuda seçimini yapar.

    b noktasını ele alalım. süpervizör panik butonuna basar ve raylardaki (vücuttaki) tüm tren vagonlarının hızını maksimuma çıkarır. vagonları hızlandırmak ve oldukları yerden en hızlı şekilde atmak için bütün tüneller (bağırsaklar) suyla ve kayganlaştırıcıyla dolar. vagonlar birbirleriyle çarpışır, daha önce son derece muntazam düzende olmalarına rağmen hepsinin içini su ve kayganlaştırıcı basar ve böylece eski hallerinden geriye sadece eriyik püre gibi bir şekil kalır. bu sadece bozuk vagonları değil, o anda rayda olan diğer tüm vagonları da mahveder.

    medya (ağrı), içerideki vagon kazalarını bir yerden duyar ve derhal kontrolden çıkmış olan süratli vagonları çekmeye başlar. medya tabii ki bu bozuk vagonları raylara kimin koyduğunu öğrenmek ve birilerinin bu dikkatsizlik sebebiyle cezasını çekmesini görmek istemektedir.

    yönetici (yani siz) olan biteni korkuyla televizyonda canlı yayından izler ancak elinden hiçbir şey gelmez, zira süpervizör sağır kesilmiştir ve ofis çalışma saatleri dışında onunla iletişime geçmenizi sağlayacak bir cihaz bulundurmamaktadır.

  • internet çağında twitter üzerinden yaptığı fişlemeyi kağıda mı yazmış o cidden? papirüs üzerine yazıp arşive ekleseydin abi bu fazla teknolojik olmuş*

  • 19 parça kahvaltılığın 750 tl olmasından ziyade bunun bir lüks olarak görülmesi çok daha üzücü bence.insan gibi yaşamayı ne zaman gerçekten isteyeceğiz acaba

  • "ablam aşktan öldü, her şey filmlerdeki gibi oldu. hayat orada, o kıyıda, masalın berisinde kaldı."

    bi hikayem var.

    39 derece de ateşim var, ama olsun.

    anneannemin bi ablası varmış. 20 li yaşlardayken o, anneannem henüz çocukmuş 13-14.

    emine.

    emine çok sevmiş bir oğlanı. oğlan da onu. istemişler, anneannemin babası vermemiş. sonra bi daha istemişler, yine vermemiş. bir sürü istemişler, o hiç vermemiş. 2 yıl böyle uzaktan uzaktan sevedurmuşlar birbirlerini.

    emine'nin bahçesindeki kavak ağacının altında buluşurlarmış, o iki yılda koca kavak ağacı çürüyünce bir gün anneannemin babası çağır gelsinler vericem demiş. kızın hüznünü kavak ağacından sonra o da görmüşse demek...

    evlenmişler. tam 9 ay sonra ölmüş emine, ince hastalıktan. kara sevdaya düşüp babası vermeyince kan kusarmış meğerse.

    o ölmüş.

    adam tam 25 gün sonra davul zurna ile ikinci eşiyle evlenmiş.

    anneannem ne zaman bu hikayeyi anlatsa, ablam kara sevdadan öldü deyip ağlardı.

    şimdi, ben.

    edit: ekleme.

  • aile dostu olan bir öğretim görevlisinin odasına gitmiştim biraz muhabbet biraz dertleşme amaçlı. kapıyı çalıp içeri girdiğimde hocam okey oynuyordu bilgisayardan. beni kendine çok yakın gördüğü için "ooo hoşgeldin freewave" deyip bir yandan oyununa devam etti. sonra bir iki havadan sudan nasılsın, iyi misin, muhabbetinden sonra hocamın yanına oturup müsabakayı izlemeye başladım.

    ben arada "hocam şu taşı atan bence ben takip ettim ara taş çıktı." filan diye akıl veriyordum. lan birden bir şey dikkatimi çekti. masadaki diğer kişilerin adlarına bir bütün olarak bakınca böyle baya tanıdık geliyordu. sonra içimden lan yoksa deyip "hocam kimle oynuyorsunuz?" diye sordum. karşılık olarak da "hee onlar mı dekan, prof x hoca, prof y hoca."

    oha lan biz de ilim irfan yuvası diyoruz. adamlar üniversitede okeye dönüyor.