hesabın var mı? giriş yap

  • genlerinin steven tyler 'in genlerinden baskin cikmasi sayesinde, liv tyler 'in lotr serisinde gollum yerine arwen oynamasini saglamis kisi

  • hangi başlığa yazayım diye ararken çıktı karşıma. eziklik değil de ukte benimki. ortalamanın çok üzerinde bir başarıya sahipken, çocuk yaşta öğrenim hakkı elinden alınan, otuz olayazmış ancak halen içinden bundan mahrum bırakılmanın öfkesini atamamış ben...

    dün gecenin ortasında göz yaşları içinde uyandım. yine.
    insan bu yaşa gelir de hala kendini okul koridorlarında, sıraların üzerinde, dersliklerde görür mü diyorum. yine annemle kavga ediyorum, 13 yaşında yalvar yakar okumak istiyorum diye mücadele ediyorum tek başıma.

    elimden alınan çocukluğuma, sahip olmadığım hiç var olmamış anılarıma, öğrenmeye olan aşkıma, dört duvar arasına kapanmış 10'lu yaşlarıma, gençliğime ağlıyorum o kabuslarda.

    arayı kapatmak için kalkıp ders çalıştığım, gizli gizli kitap okuduğum uykusuz kaldığım geceleri, üzerine yine her sene birinci olduğum medrese derslerini, sekiz senede öğrenilecek ilmi dört senede hıfzettiğim o günleri hatırlıyorum.

    maddi her imkana fazla fazla sahipken bana istemediğim bir yol çizen aileme bakıyorum. sonra kaybettiği zamanı telafi etmeye çalışan kendime. yetişemiyorum.

    ezik değil ama eksik hissediyorum, kaybolmuş hissediyorum. geç kalmış hissediyorum. şu an olabileceğim yeri hayal edip olduğum yere bakınca, yapılan haksızlığı hatırlıyorum tekrar tekrar. öfkeleniyorum.

    bana sorulmadan tayin edilmiş hayatıma, elimde olmayanlardan dolayı, elimde olanlarla yaptığım seçimlerin beni getirdiği yere bakıyorum...

    çevremdeki insanların, sırf o "diploma" denen kağıt parçasına sahip değilim diye kaale almayışlarını, potansiyelimi görmeyi iletimi, cahilliklerini hazmedemiyorum.

    başka kadınların ne güzelliğine, ne zenginliğine, okudukları "iyi" okullara bakıp kıskanıyorum, imreniyorum...

    her şeyi sineye çekiyorum ama bunu aşamıyorum!...

    edit: mesaj kutusundaki sayıya şaşkınlıkla uyandım. sonradan anladım ki dünkü iç döküşüm debe'ye girmiş.

    elbette okumayı bırakmadım; liseyi açıktan bitirip, yaşıtlarımla mezun oldum. şu an ise açık öğretimden sosyoloji okuyorum. yine de bu bazı şeylerin yerini doldurmuyor. şu an örgün eğitim almak istesem yine dış engellerle karşılaşacağım. yine de belki ileride olur...

    çok söylenmiş; herhangi bir üniversiteyi okumuş olmak için değil, ciddi anlamda kaliteli eğitim veren, bilgi üreten ve ürettiren bir okuldan derece ile mezun olmak isterdim.
    ne yazık ki, bu olsa bana açılacak kapıları, okuduğum kitaplar açmıyor.

    "maddi durumun yerindeyse önemi yok" diyen de var.
    benim için bu -elbette o da önemli ama- meslek sahibi olmaktan ibaret değil...

    evet, yine de okumanın yaşı yok ve bırakmış değilim ancak bazı şeyler zamanındaki gibi olmuyor ve yaşadığımız bazı şeyler unutulmuyor.
    ben de bunun vermiş olduğu anlık duygu yoğunluğu ile yazmıştım.

    son yazdıklarım bölük pörçük oldu biraz ama...

    attığınız her mesaj ve iyi dilekleriniz için tek tek teşekkür ediyorum.*

  • altı ay kadar önce, mecidiyeköy'deki kat otoparkının oradaki peronlardan otobüse bindik. otobüs hareket etti ve cadde ile sokağın köşesindeki ışıklarda kırmızı ışığa yakalanınca durdu. otobüsün sağında da ekip otosu var. otobüsü ışıklarda gören bâzı vatandaşlar kapının önüne birikip şöföre kapıyı açtırmaya çalışıyorlar. şöförler de polis varken açmazlar pek kapıları. kapı açılmayınca yolcu adayları ümitsiz bir şekilde sağa sola dağıldı. daha sonra orta yaş üzeri bir teyze elinde alışveriş torbaları ile kapının önüne geldi. megafondan gelen sesler sırası ile:
    - pıhh pffkııhhhhk, açabilirsin !
    - ffkııhhhhk, otobüs, açabilirsin !
    - kkkkkhk, otobüs kapıyı açabilirsin !
    - iyetete, aç kapıyı iyetetee !
    - iyeteeteea, bayanı bekletme !

  • talimat olmadan kıçını kaldırmayanlar olduğu sürece daha çok ekşiciyi yaftalarsınız.

    t: yoktur, tepki göstereni vardır.

  • zengin bedevi, çölde devesi ile giderken, az ileride “su, su" diye inleyen birini görünce, hemen devesinden atlar ve ona kana kana su içirir. ardından da karnını doyurur.

    bedevinin yardım ettiği kişi kendine geldikten hemen sonra, zengin bedeviyi etkisiz hale getirerek, bedevinin neyi var neyi yok, hepsini alır.
    sonrada bedevinin devesine binerek oradan uzaklaşmaya başlar.

    soyulan bedevi hırsızın arkasından defalarca, “sakın bunu kimseye anlatma" diye bağırır.
    hırsız bedevi önce aldırış etmez buna ama uzaklaştıkça kafasına dert olur ve geri döner. soyduğu bedevinin yanına gelerek ona sorar;
    “neden kimseye anlatma" diyorsun. kumların üstünde oturan soyulan adam şöyle der;
    eğer bu yaptığını anlatırsan, bundan sonra çölde gerçekten aç ve susuz kalanlara hiç kimse yardım etmez.

    not: alıntı.

  • abd’deki afro amerikalıların kaderini değiştiren sporcu: marshall taylor

    marshall walter taylor, 26 kasım 1878'de ındianapolis, abd’de doğan bir bisiklet yarışçısıydı. amerika birleşik devletleri'nde ırkçılığın ve ayrımcılığın yoğun yaşandığı bir dönemde büyüdü ve afro amerikan kimliği nedeniyle birçok zorlukla karşılaştı. etnik kökeninin getirdiği zorluklara rağmen taylor büyük bir yarışçı olmak, herkese neler yapabileceğini göstermek istiyordu bu yüzden bu hayalinin peşinden gitti. taylor'ın yeteneği ındianapolis'teki yerel yarışlarda ortaya çıktı. hızı, dayanıklılığı ve kararlılığı, bisiklet mağazası sahibi eski bir şampiyon olan louis birdie munger'in dikkatini çekti. louis, taylor'un antrenörü oldu ve onun ilerleyen yıllarda bir şampiyon olmasına yardım etti.

    fakat, 18 yaşında bir neslin kaderini değiştirecek olan taylor için bütün olayların fitili 5 aralık 1896 yılında new york city'deki madison square garden'da altı günlük bir yarışta başladı. bu etkinlik, dünyanın dört bir yanından en iyi bisikletçilerin katıldığı son derece prestijli bir yarıştı. taylor yarış boyunca hem diğer rakiplerinin hem de seyircilerin sözlü tacizlerine, fiziksel şiddetine ve performansını sabote etmesine yönelik ırkçı tavırlara ve ayrımcılığa maruz kaldı, dönemin amerika’sı öyle bir toplumdu ki 1894 yılında, siyahilerin yarışmasına izin vermeyecek şekilde tüzüğünü değiştirmişti. taylor’ın beyaz bisikletçilerle rekabet etmesine izin verilmedi, hatta bazı oteller de kendisine hizmet etmeyi veya kalacak yer sağlamayı reddettiler fakat taylor karşılaştığı bütün bu zorluklara rağmen dayanıklılığını ve kararlılığını koruyarak yarışı kazandı ve onun bu zaferi, bisiklet sporundaki ırksal tutumu ve engelleri yerle bir ederek ulusal bir sansasyon yarattı.

    bu başarı afro amerikalı sporcuların en yüksek seviyelerde başarılı olabileceğini kanıtlayarak diğer siyahi bisikletçilerin ve sporcuların önünü açtı, aynı zamanda gelecek nesillere ırk veya geçmişe bakılmaksızın hayallerinin peşinden gitmeleri için büyük bir cesaret verdi. taylor yıllar boyunca toplumdaki sistemik ırkçılığa karşı mücadele etti ancak amerika toplumu için değeriyse 1932'de fakirlik içinde hayatını kaybettikten sonra anlaşıldı. evi bir müzeye çevrildi, bisikleti sergilendi, ismi caddelere, onur listelerine ve çeşitli ödüllere layık görüldü.

    taylor’ın yaşam öyküsü; cesareti, azmi ve yeteneğiyle siyahiler için bir sembol olmaya devam etmektedir.

    daha detaylı okuma için kaynak

  • az daha 'barajın arkasında afrodit gibi yatmak' şeklinde başlık açacaktım ki aramaya inandım ve 'barajın arkasında yerde yatan futbolcu' adıyla açılmışını buldum :) ...

    kapı eşiklerinden başlayalım :

    (bkz: draught excluder)

    'draught excluder' için tam türkçe tercüme muhtemelen 'cereyan kesici' olabilir ... açık anlatımıyla izah etmek gerekirse, soğuk hava cereyanını önlemek için kapı altlarına (eşik boşluklarına) konan önleyici materyal şeklinde tarif edilebilir ...

    birkaç örnek : görsel görsel görsel

    barajın arkasında yerde yatan futbolcu ile bunun ne alakası var derseniz :

    2017 yılında iki ingiliz futbol takımı, lig maçında karşı karşıya gelir : 'brighton & hove albion' ve 'liverpool' ... maç, farklı skorla liverpool'un galibiyetiyle sona erer ama yedikleri goller arasında, 'brighton'ın teknik direktörü' 'chris hughton'ı deyim yerindeyse çileden çıkartan, dördüncü goldür ... 'liverpool'un brezilyalı ünlü oyuncusu 'philippe coutinho', firikik atışını sert şekilde kullanır, yerden çakar kaleye doğru ve barajdaki tüm futbolcular aynı anda zıpladıkları için gol kaçınılmaz olur ... 'chris hughton'ın, bu kötü tecrübeyi bir daha yaşamamak adına sonrasında icat edeceği çözüm, barajın arkasına bir futbolcuyu yatırmaktır ...

    bu metod zamanla giderek yaygınlaştığında, baraj gerisine yatan futbolculara, kapı eşiklerine konan 'cereyan kesici' (rüzgar stoperi) anlamında 'draught excluder' denmeye başlanır ...

    örneklerle süsleyelim : görsel görsel

    linklerden faydalanmamış olmakla birlikte, icadın orijinini teyid amaçlı olarak dikkatinize aşağıda not ediyorum :

    draught excluder
    draught excluder short story