hesabın var mı? giriş yap

  • iddia sahibi (bkz: ahmet ercanlar). başka sözüm yok.

    edit: bu abdülkerim müthiş bir adammış ya baksanıza nokta atışı kafaya koymuş, barış daha büyük bir adammış ki kafasıyla kimsenin olmadığı noktaya indirmiş, icardi çok daha büyük adammış ki 20 metre depar atıp 18 yaşında çocuğun yetişemediği topa vurmuş da kaleci yumurtlamış gol olmuş. plan da tıkırı tıkırına işlemiş, top 1 metre öteye gidip barış'ın kafasına çarpmasa, icardi'nin önüde kalmasa plan bozulacakmış, hatta top ve kale seçimini fenerbahçe kazansa bu plan direkt devre dışı kalacakmış muslera hemen planı kurup manipule edip topu almış ahahaha. hepsi plan içinde müthiş işlenmiş, siz bu zırvaya inanırsınız, zaten fenerbahçeliler her şeye inanıyor. ligden çekilecektiniz, galatasaray ümraniye maçında şike yapmıştı ne oldu o işler sahi yine iddia sahipleri aynı kişilerdi. fenerbahçe taraftarını kandırmak ve kullanmak çok basit, size hem acıyorum hem üzülüyorum.

  • çalıştığım yerde mutfak işlerine bakan bir ablamız var. yaklaşık 14 yıldan beri site içerisinde bir dairede kirada oturuyor. kirası geçtiğimiz eylülde 4.500 tl'den 7.500'e çıkmış. kendi söylemine göre mevcut sitede 20 binden aşağıya kira yokmuş.

    ev sahibi yaşlı bir çiftmiş. adam pandemi döneminde eşinin işsiz kalmasından dolayı 1 yıl zam yapmamış.

    gelelim meseleye...

    adam evini satmak istiyormuş. durumu anlatmış bunlara. bunlar da yokuş yapıyorlar çıkmamak için. evi almaya gelenler evi bu haliyle değil, uğraşmamak için kiracısız almak istiyorlar. dahası 16 yıllık kiracılık döneminde evi bırak boyatmayı, çivi bile çakmıyorlar. eve gelen alıcılar yaklaşık 300 binlik tadilat ücretini fiyattan düşmek istiyorlar.

    bu sabah ev sahibi adam arayıp rica minnet etti bu arsız köpeklere lütfen çıkın çok zor durumlar yaşıyorum diye. kadının girdiği halleri görmeniz lazım. burnundan kıl aldırmıyor! sonra kocasını aradı. kocası da dur sen bak ben napıyorum onlara dedi. kocası olacak ahlaksız da adamı arayıp çıkmak için 200 bin lira istemiş. adam da mecbur kabul etmiş. büyük sevinçle anlattı olayı ofistekilere. "nasıl ablacım iyi yaptık değil mi?" dedi bana. yaptığınız ahlaksızlık abla dedim. sapına kadar haksız olduğunuz bir davadan cebinize 200 bin lira koyacaksınız diye de ekledim.

    başladı işte ben şimdi taşınsam 20 bin taşınma, bilmem ne kadar depozito, bilmem kaç para kira falan...

    adamın sorunu değil ki bu sizin sorununuz ablacım. adam sadece sahip olduğu bir malı satmak istiyor ve başına gelenlere bak.

  • ölümsüz değildir. yalnızca olumsuz koşullarda uzunca bir süre ölü gibi bekleyebileceği müthiş bir bekleme modu vardır. eğer bu koruma modunu devreye sokması gereken bir ortam oluşmazsa normal ömrü 1 yıldan daha azdır.

    kaynak: "however they are not "immortal".[11] ıt has been estimated that a tardigrade would have a life span of less than a year if it never entered the cryptobiotic state."

  • arkasında güçlü bir mantık olan işdir. evet o fiyata uçakla gidersin ama yht'nin vereceği adrenali uçak sittin sana veremez.

    lan mümkün olsa bahis siteleri her yht seferi için istanbul'a sağ salim varacak mı tren, kaç kez duracak, kaç arıza çıkacak bir dolu alanda bahis açacaklar.

    uçakta nerde bu heyecan.

  • prof. dr. övgün ahmet ercan'ın canlı yayında söylediği sözdür.
    tam olarak dediklerini aktaracak olursak, "yoksulluk ne kadar fazlaysa, deprem size o kadar yakındır. depremde zaten yoksullar ölür, zenginler ölmez. hiçbir ünlünün, hiçbir zengin kişinin enkazdan çıkarıldığını duymadınız, duymayacaksınız. dolayısıyla ana sorun yoksulluktur. "

  • sahibinden.com'da satılan nokia 3310'dur. adam anasından babasından, varsa evladından utanmamış, nokia 3310 için 30 bin lira fiyat çekmiş. antika diyor, koleksiyon diyor 11-12 senelik telefon için.

    (ilan yayından kaldırılmış. ekran görüntüsünü almıştım.)

    http://tinypic.com/r/30vkgsg/8

    (http://www.sahibinden.com/…s-efsane-187733558/detay)

    bu maalesef bize has durumlardan biri. "nasıl olsa satacak enayi bulurum" mantığı...

    üşenmedim, ebay'de araştırdım. orada satılan en pahalı nokia 3310 şu: http://www.ebay.com/…ell_phones&hash=item3a8670ed50

    şimdi al fiyatı 121 dolar. bizimkiyse "bunca yıl elimde tuttum. illa ki birini çarparım" diyor.

    daha dün show haber'de gördüm. çocuk 129 liraya iphone 5s söylemiş, oyuncak telefonla armut gelmiş. baba da mağdur mağdur konuşuyor "insanı meyve sebze gönderip rencide ediyorlar bir de. en çok ona bozuldum" diyor. kardeşim armutla rencide olana kadar, bin beş yüz liralık telefonu 129 liraya alabileceğini düşünerek sen zaten kendini rencide etmişsin.

    yine dün adamın biri iphone üzerinden sömürü hesabı çıkarmış, sadece fabrikada çalışan işçi üzerinden iphone üzerinden edilen karı hesaplamıştı.

    nokia 3310'a 30 bin lira isteyen adam da, 129 liraya 1500 liralık aleti alacağını sanan adam da hep aynı zihniyetin ürünü kardeşim. emeğin, ederin, değerin bir anlamı yok. çarpan çarpana. halen neyi koparırsan yanına kar kalır mantığında hayatta kalmaya çalışıyor insanlar.

    iki ay önce bir taksiye binmiştim. her zaman 29 lira tutan yol 37 lira tuttu. "kardeş bu ne?" dedim. "ney ne?" dedi. elimle de taksimetreyi gösteriyorum, sanki lavuğa atom çarpıştırıcısı uzattım da soruyorum bu ne diye.

    - fazla yazmış bu.
    - ne demek fazla yazmış. ne yazıyorsa o?
    - kardeşim, her gün geldiğim yol. her gün 29 lira yazıyor da bugün nasıl 37 lira yazdı.
    - haa. abi bu arabanın tekerlekleri büyük biliyorsun cip ya (dacia'dan bahsediyor cip diye logan mıdır ne boktur) o yüzden fazla atıyor.
    - birader teker büyük olunca daha az devir yapar, tekerin küçük olması lazım daha fazla atması için.
    - ya ben seni mi dolandırıyorum abi?
    - ne yapıyorsan yapıyorsun, fazlasını vermiyorum. başına iş alma beni inada bindirip.
    - ya tamam tamam.

    bu qnet mi ne vardı bir ara? milleti fahiş fiyatlara piramit sistemine alıyorlardı, ondan sonra da göstermelik dandik bir saat veriyorlardı yok antika, yok bilmemne diye. millet baktı ki 7 ayda milyoner olamadı, o işler öyle kolay değil, başladılar sağda solda saatleri antika diye satmaya. kendilerine söylenen yalanları millete söyleyip paralarını çıkarmaya çalıştılar. örgütlenip, hak arama da yok, nasıl çarptılarsa, öyle çarpıp, kendi belini doğrultmaya çalışıyorsun.

    aah ah.

  • yer: budapeşte
    mekan: iş sonrası gidilen bar
    sene: 1990
    dramatis personae: cs, irlandalı adam, ingiliz adam

    ingiliz: ne işiniz var kıbrıs'ta?
    cs: sizin irlanda'da ne işiniz varsa bizim de o işimiz var (bkz: hedef saptirma)
    irlandalı: hop hop, bazılarımız istiyor ingilizleri
    ingiliz: bak, gördün mü? sizi isteyen var mı kıbrıs'ta?
    cs: nüfusun yaklaşık %30'u türk orada
    irlandalı: ya aslında bu ingilizler irlanda'da olmasa daha iyi
    ingiliz: niye? ne zararımız var size?

    cs birasına geri döner... görev tamamlanmıştır...

  • son bir haftadır her gün, her dakika, her saniye kendime sorduğum sorudur. bunun nedeni ise müftü olan dedemin, bir hafta önce bizi ziyaret etmek için geldiğinde, 26 yıl sonra ilk defa ağlaya ağlaya bizlere itiraf ettiği şu hikayedir;

    "yıl 1990. hacca gideceğiz. diyanette beni hac kafilesine liderlik etmem için görevlendirmiş. hac öncesi verilen derslerde herkes bana soru soruyor, cevaplıyorum. vakit tamam. mekke'ye doğru yola çıkıyoruz. bir kaç gün geçiyor. yardımcım harun ile yürüyüşe çıkıyoruz. harun iri yarı 2 metre kadar var. tüm kafilenin parası üzerimde. bel çantasında. kaldığımız yerin parasını falan vereceğiz işte. şeytan taşlamaya geçtik önce. hava cehennem gibi sıcak. etrafta mahşer gibi kalabalık. susuzluktan kurumak üzereyiz bir an önce otele dönmek istiyoruz. tünele doğru ilerliyoruz. tünel 500 metre kadar var. genişliği de 10 metre civarı. ışık bi tünelin sonunda gözüküyor bir de başında. 100 metre kadar geldik. artık ilerlemiyor kalabalık. harun'un boyu uzun. soruyorum "ne oluyor harun? anlatsana?" "abi ilerden de gelmek isteyenler var. ordan da ittiriyorlar, arkamızdan da ittiriyorlar. " sıkışmaktan göğsümde büyük bir acı hissediyorum. kötü bir şeyler olacakmış gibi geliyor. 3 saat sonra olacakları bilsem şükrederdim o zamanki halime.. 1 saat kadar zorladık 100 metre kadar daha gelebildik. tünelin tam ortasına. artık imkanı yok ilerleyemiyoruz. susuzluktan harun da ben de bitap düşmüşüz tüneldeki herkes gibi. bel çantamdaki paralara bakıyorum kaybolmuş mu diye ama imkanı yok. o kadar sıkışık ki, düşmesinin ve ya kaybolmasının imkanı yok. harun'a bakıyorum bayılmak üzere, "kalk oğlum kendine gel. uyan!" "abi dayanamıyorum" diyor. bir kaç tokat atıyorum kendisine getirmek için, açıyor gözlerini. sağıma bakıyorum, dua edenler, soluma bakıyorum bayılanlar, ağlayanlar, şehadet getirenler. yarım saat kadar daha böyle geçiyor. harun'a bakıyorum ayakta bir şeyi yok gibi. o an aklıma gelmiyor tabi bayılan birinin yere düşmesinin imkansız olabileceği, harun'un çoktan pes ettiği.. uzun, ince bir zenci var önümde. ona tutunup tırmanmak istiyorum. çünkü görüyorum ki yukarda olanlar hayatta kalıyor, nefes alabiliyor. hamle yapıyorum ki, vucudunu çeviremiyor ama kafasını çeviriyor. 20 santim kadar tırmanmam 20 dakikamı alıyor. bir yandan da zenci dirsek atmaya çalışıyor. boşluk olmadığı için güçlü dirsekler atamıyor ama yine de yalpalıyorum. bataklıktaymış gibi yere doğru çekiliyorum. tekrar kısalıyorum derken eski yerime göre 20 santim kadar daha yüksekteyim ama ayaklarım yere değiyor. nasıl oldu diye yere doğru bakmaya çalışıyorum ama ne göreyim yaşlı bir kadının kafasına basıyorum. çoktan bayılıp ölmüş. insanlar da ölenleri üst üste getirip daha yükseğe çıkmaya çalışıyor. ölen kadının da daha önce ölen kocasına basıyormuş zaten önümdeki zenci. o an bam başka biri oluyorum sanki. ölüm korkusu mekan algımı yitirmeme neden oluyor. sanki hiç bi yerdeyim. artık o kadar sıkışıyoruz ki ölenler bayılanlar ayırt edilemez oluyor. çok az bir enerjim var. son hamlemi yapacağım olmazsa bırakacağım ben de zaten. ne maddi ne manevi enerjim kalmış. zenciye bi hamle daha yapıyorum. zencinin de hali kalmamış. savunamıyor kendini. bir hayli tırmanıyorum. omzuna ulaştığımda o da ne, ayağımdan biri asılıyor, çekiyor beni. döndüm baktım genç bir kadın. yalvarıyor. beni de al. nasıl alayım. kendimi taşıyamıyorum. kadın bırakmıyor ayağımı. diğer ayağımla sağlam bir tekme atıyorum ayağımın altıyla. o bayılıp kalıyor öyle ayakta. zencinin omuzlarındayım artık. daha rahat nefes alabiliyorum artık derken elimde bi acı hissediyorum. zenci elimi ısırıyor. ılık ılık kan akıyor can havliyle nasıl ısırıyorsa. çekiyorum elimi, adamın ağzında kalıyor elimin bir parçası. ölenlerin omuzlarında gezmesi daha rahat. daha tenha. daha iyi nefes alınabiliyor. ama oraya kadar ulaşıp orda bayılanlar da var. sanki orası da 2. bir zemin. tekrar bir mücadele başlıyor. en dipte kırılan kemiklerin ve inlemerin arasında emekleye emekleye 2 saat kadar daha gidiyorum yaklaşık 150 metre kadar. her emeklemem de biri tutuyor, yalvarıyor, çekiştiriyor. hepsini bertaraf ediyorum. harun bile aklımdan çıkmış. tünele çok az çıkışına çok az kaldığını hatırlıyorum. sonra zaten gözlerimi açtığımda hastanedeydim."

    dedem bu hikayeyi geçen hafta bizlere, yarısından itibaren ağlayarak anlattı. daha önce de kimseye anlatmamış. babanem bile ağlayarak dinledi. o gün bu gün düşünüyorum. hayatta kalmak dürtüsü nasıl bir şey? biz hiç böyle bir hikayeyle sınandık mı? başlığı 'dindar bir adam' diye açmamın nedeni de, dindar bir insanın dünya'dan alacağı şeylerin daha az olduğu önkabulüdür. hele ki hacca, bir 'hiç' olmaya, egodan hırstan arınmaya giden bir insanın yaşamaya bu şekilde tutunması? dedem özelinde de değil, tüm tünel aynı insanlarla dolu. dedem kendimi bildim bileli ibadet eder. ama işte demekki hayatta kalmanın dini, dili, cinsiyeti yok. insanoğlununu hayatta kalmak için yapabilecekleri beni korkutuyor. belki de binlerce canlı türünün dünyadan silinmesine rağmen, insanoğlunun gelişerek büyümesi beni korkutmamalı, iyi hissettirmeli..

    (bkz: 3 temmuz 1990 el muaysem faciası)