hesabın var mı? giriş yap

  • bugün kendisinden haberim olan ve oldukça hayran kaldığım kişi.
    gerçekten de "yeni einstein" olarak dünyanın en iyi üniversitesi olan harvard tarafından ilan edilmiş. 14 yaşında bir uçak yaparak uçurmayı başarmış. 14 yaşında!
    o nasıl bir çalışma? o nasıl bir azim? o nasıl bir sabır? o nasıl bir kararlılık? o nasıl bir adanmışlık?

    bugün en büyük şirketler tarafından kapısının çalındığı, en dolgun maaşlarla çalıştırılmak istendiği belirtiliyor.
    onun ise amacı ilk önce kendi sorularına cevap bulmak gibi.

    inşallah ileride türk kadınlarından da böyle multi başarı sahibi olanlarını görürüz.
    gerçekten büyük iş.

  • sadece sağ ayağı ile 500 golü olan bir mitolojik karakter. bu sayı brezilyalı ronaldo, thierry henry, andriy shevchenko gibi efsane forvetlerin tüm kariyerinde attığından daha fazla. sol ayağı ve kafasıyla ayrı ayrı üçer haneli gol sayılarına ulaştığını hatırlatmaya gerek olmasa da kariyerinin dörtte üçünde kanatta oynadığını eklemek gerekiyor. tarihin gördüğü en komple gol makinesi. gelen ortanın üstünden geçme şansı yok, sol ayağına gelen topu sağına çekmesine gerek yok. set oyunu oynadığınızda tilki gibi konumlanabilir, kontra aradığınızda 36 yaşında bile hala ölümcül olabilir. ceza sahası dışından 100'den fazla golü vardır, yarısına yakını serbest vuruştur. otuz beş metrenin uzağından attığı çokça golü vardır. yüz elliden fazla penaltı kullanmasına rağmen %85'e yakın gole çevirme oranı vardır. o fizikteki başka hiçbir futbolcunun atmadığı kadar fazla slalom gol atmıştır. avrupa şampiyonası, şampiyonlar ligi, premier lig, serie a ve la ligada gol kralı olmuştur. ilk ikisinde ayrıca tüm zamanların lideridir. galiba futbola gol denilen şey bu adam atsın diye girmiş. sonsuz saygıyı hak ediyor.

  • akşamdan kalma bir sersemlik sonucunda kendi çıkardığı yangında ölen alkolik bir annenin ve on üç yaşında iken onu terk eden bir babanın oğlu olan oscar ödüllü bir aktör. bu bilgilerden yola çıkarak anne ve baba göstergesi olan gezegenlerin (güneş ve ay) haritasında problemli olabileceğini düşünebiliriz. gerçekten de öyle, literatür yine sarsılmadı.

    placidus ev sistemine göre güneş ve ay, gene hackman'ın haritasında 12. evdeler. peki 12. eve düşen anne ve babadan hayır gelir mi? çok olası değil, en azından bir koruma da yoksa. bu zamana kadar 12. evde güneş'i ve ay'ı olanlardan çok iç açıcı hikayeler duymadım. ne de olsa on ikinci ev karmik bir ev, çilekeş bir ev. insanı biraz da ruhsal açıdan olgunlaştıran bir ev. bu olgunlaşma sürecinin gereklilikleri de haliyle ruh ezici olabiliyor. on ikinci eve 'ruhun ezildiği bir ev' de diyebiliriz bu bakımdan. ışığın çıkması için bir şeylerin ezilmesi gerekiyor demek ki.

    tüm burç ev sistemine göre ışıkların (güneş ve ay) dispozitörü olan gezegen satürn oluyor bu durumda. yani güneş ve ay'ın bulunduğu burcun (kova) yönetici gezegeni satürn, tüm burç ev sistemine göre yine 12. evde. eskiler, 12. eve düşen satürn'ün kişiye bela çıkaracağını söylemişler. bu durumda bu uğursuz enerjinin aileyi, anne (ay) ve babayı (güneş) ilgilendirdiğini görebiliyoruz. beni takip edenler retorik sorularıma alışıktırlar. kendimi tekrar etme pahasına tekrar sorayım: denk mi geldi?

    niye astrolojiyi seviyorum (bu gerçek bir soruydu)? işte bu yüzden. kader dile gelir, kul da bunu duyarsa insan bundan nasıl etkilenmez ki? ben şahsen çok etkileniyorum. devam edelim case'imize, durum bir hayli karışık. babasının onu terk etmesi var. bir de annesinin bu şekilde ölmesi, daha doğrusu kendi kendini bitirmesi. hakikaten çok satürn-plüton vari bir deneyim bu. bununla ilgili ilginç bir aspekt de mevcut. hackman'ın doğum haritasında ay (annenin evrensel göstergesi) dışında, asıl anneyi simgeleyen gezegen oğlak burcundaki merkür'e çıkıyor (yine satürn'e bağlı bir gezegene geldik). merkür de çok ilginç, natal mars ile birleşmiş. astrolojide mars demek 'kaza' demek, 'yangın' demek. bir de bu harita bir gündüz haritası. yani mars daha da yıkıcı bir gezegen ve annenin göstergesinin yanında duruyor. annesi talihsiz bir şekilde bir yangında hayatını kaybediyor. semboller realite ile ne kadar iç içe değil mi? ayrıca merkür'ün natal plüton'a da karşıt durduğunu söylemeliyim. çok travmatik ve dönüştürücü bir açı gerçekten.

    bu haritada kişinin babasını da arayalım. daha doğrusu arasak da çok bulabileceğimiz bir gezegen değil, özellikle kişi için. zira babanın göstergesi olan gezegen jüpiter'e çıkıyor. jüpiter hackman'ın haritasında zararda olduğu ikizler burcunda, retro harekette. retro da bilhassa gezegen asaletsizse sıkıntı çıkarır. yani harita "babandan sana hayır yok" demiş. devamı da var. gene hackman'ı gösteren gezegen, yani yükselen yöneticisi satürn (kendisi de çok yaşlı bu arada, 1930 doğumlu. satürn yaşlı arketipini de gösterir) ile babanın signifikatörü (göstergesi) olan planet arasında tam 150 derecelik bir açı var. astrolojide 150'lik açı birbirini görememeyi ve bağlantısızlığı anlatır. baba evi terk edip gidiyor neticede. harita sahibi onu göremiyor, tanıyamıyor. daha sonra babası hackman'ı ziyarete gelmiş ama anlatılana göre kendisi karavanından çıkmamış. tam anlamıyla çalışmış bir 150'liliğimiz var gördüğünüz gibi. yine şaşırmadık. doğum saati kesin olunca harita nasıl dile geliyor değil mi? böyle böyle alıştım işte ben de bu arketip diline. gökler konuşur, sen de duyarsan bir daha dinlemeyi nasıl bırakabilirsin ki?

  • evladının ölümüne sebep olduğunuz bir kadınla ilgili kitlelerin karşısında olumsuz ifadeler kullanıp, sonra es verirseniz yuhalarlar, bu yuhalamaya da müdahale etmezseniz, yuhalatmış olursunuz.

    oldu yandaş arkadaş. git kumda oyna şimdi.

  • ukrayna’da 1941 sezonu, alman işgali yüzünden yarıda kaldı. ülkenin en ünlü takımı olan dinamo kiev’in oyuncularından bir kısmı cepheye savaşmaya gitti. diğerleri de şehirdeki yer altı partizan güçlerine katıldı. bunlardan yakalananlar darnitsa kampına gönderildi. yakalananların bir kısmı öldürüldü, bir kısmı toplama kamplarına gönderildi, bir kısmı ise kiev’de serbest bırakıldı. işte bu serbest kalanlar, 1942 haziranında fc start’ı kurdular. 11 oyuncunun 8’i dinamo kiev, 3’ü de lokomotiv kiev oyuncusuydu. start, şehirdeki işgal birlikleriyle maçlar yapıyordu. rakipleri genelde romanya, macaristan ve alman güçlerinin çıkardıkları takımlar oluyordu. start bu maçları 9-1, 11-0, 6-0 gibi çok farklı skorlarla kazanıyordu.

    6 ağustos’ta start, nazi askerlerinden oluşan flahelf takımıyla yaptığı maçı 5-1 kazandı. nazi askerleri, start’ın bu galibiyetlerinin mihver devletleri güçlerinin moralini bozmasından ve şehirde bir direnişe yol açmasından endişelenip rövanş istediler. maç 3 gün sonra, 9 ağustos’ta oynandı. diğer maçların aksine, maçta çok yoğun nazi askeri tedbirleri alınmıştı. maçı nazi subayları da seyrediyordu ve hakem de bir nazi subayıydı. maçtan önce hakem start’ın soyunma odasına girdi ve seremonide nazi selamı vermelerini emretti. start’ın oyuncularının bu selamı vermemesi nasıl bir maç olacağının habercisiydi.

    escape to victory filmini seyredenler bilirler, filmde hakem almanların futbol kurallarına sığmayan aşırı faullü oyununa göz yumuyordu. kafalar yarılıyor, formalar yırtılıyor, almanlar arkadan çift dalıyor, start oyuncuları yerden kalkamıyor, hakem maçı bırakın faul çalmak, tedavi için bile durdurmuyordu. 9 ağustos 1942’de, aynen böyle oldu. fakat devre arasına start 3-1 önde girmeyi başardı.

    devre arasında soyunma odasına gelen bir nazi subayı, start oyuncularına şunları söyledi:

    “almanlar olarak yeteneklerinizden çok etkilendik. fakat bu maçı kazanmayı düşünmemeniz gerektiğini bilmeniz gerekir. eğer bir galibiyet alırsanız, sonuçlarına katlanmalısınız.”

    2.yarı iki takım da 2şer gol attı ve skor 5-3e geldi. maçın bitimine birkaç dakika kala kievli defans oyuncusu klimenko topu aldı, 4 alman oyuncusunu çalımladı, kaleciyi de geçtikten sonra kale çizgisinin önüne kadar geldi. topu kaleye itmek yerine geri döndü ve orta sahaya doğru vurdu. hakem de bu pozisyonla birlikte 90 dakikanın tamamlanmasını beklemeden maçı bitirdi.

    kiev’li oyuncular, filmdekiler kadar şanslı değillerdi. ertesi hafta oynayıp 8-0 kazandıkları bir maçtan sonra bütün takım tutuklandı ve babi yar’daki sirets toplama kampına gönderildi. işkenceler ve infazlar çok hızlı başladı. ilk öldürülenlerden biri de klimenko’ydu. o takımdan sadece 3 oyuncu savaş sonrasında sağ kalmayı başardı. start, sonuçlara katlanmıştı.

  • hakkında çekilen belgeselde aslında büyük kısmı açığa çıkarılmış gizemli vaka. uzaylı muzaylı yok kardeşlerim. anladığım kadarı ile mantığa en uyanı yazalım:

    şimdi 9 dağcı gece çadırlarında uyurken havadan bir şey düşüyor. bu rusların silah denemesi olabilir ya da bir silahtan düşmüş büyük radyoaktif bir madde olabilir.

    bu silah ya da madde bir mini çığ , kar kütlesinden kayma gibi bir şey yapıyor ve çadır bir ağırlığın etkisi altında kalıyor. dağcılar önce yatış pozisyonlarına göre yaralanıyor. yani sırt üstü yatan kadın dağcının her iki kaburgası kırılırken yan yatan dağcının sadece tek taraflı kaburgası kırılıyor. insan üşürken çok deli pozisyonda yatabileceği için başka bir dağcı boyun muhtemelen çok kıvrık yatıyor ve kafa bölgesinden yaralanıyor.

    bu patlama anında dağcılarda bence tam değil ama kısmi etrafı flu görecek bir körlük oluşuyor tam ayrıntıları göremiyorlar .ama bu çadırın içinde mi oluşuyor dışarı çıktıkları zaman mı oluşuyor bana göre ortada .bu da radyoaktif bir madde. o nedenle de giysilerinde daha sonra radyasyon bulunuyor.

    o anda çadırdan çıkmak için iki sağlam dağcı çadırı içeriden yırtmaya ve dışarı çıkmaya karar veriyor. o nedenle de giysilerine ulaşamadan dışarı fırlıyorlar.

    gözleri tam görmediği için o sırada arkadaşlarının ölü olup olmadıklarını bilmiyorlar. yaralarını tam göremedikleri için kaç insan varsa tekrar çığ ya da neyse tekrar olur diyerek hepsini olabildiğince uzağa taşımaya çalışıyorlar. bu uzaklık neden 1.5 km neden 300 metre değil ? bana göre koku, körlük, belki bir tenlerinde , ki cesetlerde turuncu lekelerden bahsediliyor ,yanma nedeni ile bu etkinin geçeceği en uzak noktaya gitmeye çalışıyorlar.

    bu sırada da sağlam dağcıların seyahatin başlarında metrelerce karda daha hızlı hareket edebilmek için kullandıkları ,günlüklerine de yazdıkları başka bir taktiği kullanmaya çalıştıklarını düşünüyorum. daha önce çantasız bir dağcı önden gidip yolu açıyor . daha sonra geri dönerek çantaları yüklenip ilerliyorlar. bu durumda dağcı çantasız bir şekilde önden gittiği için daha hızlı hareket ediyor ve ekibin hepsi çantalarla yorulacağına bir kişi çantasız hem daha az yoruluyor hem de yolu daha hızlı açıyor.

    en ağır yaralıları ya da ölüleri ,çünkü gözleri çok iyi görmüyor ,en uzağa taşımak için de bu taktiği kullanıyorlar. muhtemelen iki kişi dondurucu soğukta olabildiğince yol açıp geri dönüyor sonra yaralıları bir yere kadar taşıyorlar o da sedir ağacının orası. oradan başka ekip devam ediyor. sonra o ekipte sedir ağacının oraya geri dönüyor. o tipi ve kar altında sedir ağacı bir nirengi noktası oluyor.

    böyle böyle en ağır yaralıları çadırdan 1.5 km öteye taşımayı başarıyorlar. fakat bu arada aşırı soğuk ve iyi görmeyen gözler nedeni ile yaş ağaç dallarını yakıp ısınmaya çalışan, gözleri nedeni ile kuru dalları bulamadılar , iki dağcı ateşin başında donarak ölüyor. diğer dağcılar da belki çadırdan birşeyler alıp yaralıların yanına dönmeye çalışırken soğukta donarak ölüyor .

    özetle cesetlerin bulunma aralıklarını düşünürsek bence çadıra en yakın dağcı en sağlam dağcı. o son ana kadar kendilerini kurtarmaya çalışıyor. çadırdan uzaklaştıkça da hayatta kalma ihtimali giderek azalan belki de ölmüş olan dağcılara doğru ulaşıyoruz. ve en uzaktaki dağcılar ya zaten ölüydü ya da orada son nefeslerini verdiler.

    kopuk dil bana göre sadece bir kar faresi işi bile olabilir. o da neden bu kadar dikkat çekti çünkü işin içinde bir de rus istihbaratı var. kgb' nin bu olayla bu kadar çok ilgilenmesinin nedeni de işte o gökten düşen cisim. muhtelemen devlet sırrı olduğu için açığa çıkmasından korkuyorlar. ve olayın uzun süre gizemini korumasına neden oluyorlar.

    zaten bir yerde açığa çıkmamış bir olay varsa emin olun onun arkasından devletler , ajanlar , istihbaratlar çıkar. bu olay da ne yazık ki bunlardan biri.

  • aferin aferin, yine her halta yapıştırın kezbanlık yaftasını. sonra düğün gününde böyle tepki veren adamlar üç ay sonra kahvaltıya gelen çay yeterince demli değil diye eşlerinin başından aşağı kaynar çaydanlık devirince de "kezbandı ama yaa" dersiniz.

    verilen tepkiyi normal karşılayan kişilerin acilen bir "öfke kontrolü" sebepli uzmana görünmeleri tüm milletin hayrına olacaktır.

    (verilen demli çay örneği ve daha nicesi bu topraklarda gerçekten yaşanmıştır.)

    http://kadininstatusu.aile.gov.tr/…apor_mizan_1.pdf

    az biraz vakit ayırıp şu raporu okuyun, kadınlar ne boş bahanelerle ve bazen sırf adamın canı öyle istiyor diye şiddet görüyor, gerçeklerle yüzleşin. ondan sonra yine özelden "kezban" diye taciz edersiniz.