hesabın var mı? giriş yap

  • köfteci yusuf'un kendisi (yani yusuf akkaş), standart bir türk patrondan farklı olduğunu şu sözleriyle belli etmiş. takdir ettiğim tükkanın, tükkan sahibidir:

    "ben iyi bir kasabım. iyi bir pişiriciyim. otomobil kullanabilirim. ama bu iş artık uçak oldu. ben pilot değilim. bu uçağı kullanamam. o nedenle artık profesyonellerden danışmanlık hizmeti alıyoruz"

  • açılın ben eczacıyım.

    türkiye'de bir çok ilaç üretim firması var ve bunlarda eczacılar üretim yapıyor. üretim yapmıyorlar tezini hele bir geçin.

    serbest eczanelere gelirsek. eczacı olmadan önce ben de sizin gibi düşünüyordum. evet yaptığımız şey ticaret. yalnız ben ticaretini yaptığı şey hakkında bu kadar bilgi sahibi olan ve bilgi sunan bir meslek görmedim memlekette. altı ay önce araba aldım, kendim internette araştırdım, karar verdim, küçük bi test sürüşü sonrası aldım. arabayı satan firmadan aldığım bilgiler şu: bu düğme radyoyu açar bu düğme klima falan. ulan 65 bin para verip aldığım mal ile ilgili adam bilgi verme aşamasında hepi topu 5 dk ayırdı bana. ben hastama 10 tl'ye ilaç verirken yüz çeşit soruya maruz kalıyorum. keşke dediğiniz gibi olsa ben de raftan ilacı alıp versem, ama öyle değil işte. hamileyim, çocuk emziriyorum, şekerim var, tansiyonum var, kolestrolüm var, araç kullanıyorum, içtikten sonra kabız, ishal oluyorum, iki tane birden atsam bişey olur mu, ilaç kilo yaptı vs. yüz çeşit soru. bakkaldan bisküvi alırken bunları soruyor musun?

    yeri gelmişken bir konuya değinmek istiyorum. bakın kardeşim gözlem yapmak çok ciddi bir iştir ve herkes yapamaz, gözlem yeteneğiniz de yoksa yapmayın yahu başınıza silah mı dayıyorlar? yani eczacılığın icrası sizin anlattığınız gibiyse elbette haklısınız, ama gel gör ki değil işte yanlış gözlem yapmışsınız. tekrar ediyorum, 10 tl'lik ilaç için yarım saat konuştuğum oluyor insanlarla, madem bir boka yaramıyoruz o zaman ne diye yarım saat konuşuyoruz olum biz? siz cidden yanlış gözlem yapıyorsunuz. bu toplumun 50 yaş üstü bireyleri, çocuk sahibi kadınları, kronik hastalığı olan bireyleri ile her gün her saat muhattabız biz, bunu siz görmüyorsunuz diye bu böyle deme hakkını nereden nasıl hangi yetenekleri haiz olarak söylüyorsunuz? gece 10da başı ağrayan böbrek nakli olmuş hasta evde bulduğu ilacı kullanmak için beni arıyorsa ben nasıl gereksiz adam oluyorum? hangi bakkalı aramış bu hasta aldığı bulguru nasıl pilav yapacam diye veya hangi bim kasiyerini arayacak bu hasta? daha kritik durumlarda elbette doktoruna ulaşacak, ama günde beş nakil yapan doktoru baş ağrısı için o saatte rahatsız edebilir mi? keşke memlekette saat gibi çalışan bir sağlık sistemi olsaydı, o doktorun günde bir-iki ameliyat yapacağı yoğunluğu olsaydı. zehir gibi kalifiye elemanlarımız olsaydı da beni aramasaydı, ama yok arıyor işte napıcaz, yüzüne mi kapatayım, ne halin varsa gör mü diyeyim? keşke o ütopik sistem olsa da biz de daha güzel bir şekilde konumlandırılsak sağlık isteminin içinde, ama yok işte napalım, bim kasiyerine mi bırakalım mesleği?

    bir de eczacılığı majistral ilaç (eczacılar yaptığı el yapımı ilaçlar) üzerinden değerlendirenler var. bakın işte gözlem gücünüz kötü olmasa saldırı silahınız majistral ilaç olmazdı. dünyanın en kolay işi majistral ilaç yapmak. iki merhemle bir tozu karıştırıyoruz, ironi değil majistral dediğin bu. oran orantı bilen ve eline aldığı tokmağı dairesel olarak dönderebilen her insan bunu yapabilir. majistral ilaç yapan bir eczacıyım, yaptığım her ilaç bana maddi zarar veriyor. yani yapmayan eczacı bilmediğinden değil zarardan kaçmak için yapmıyor anladın mı?

    mühendisler; hanginiz icat yaptınız? neden aldığım araba ithal mal? ne lan bu cari açık?

    avukatlar, hakimler, savcılar; mesleğinizi bu kadar iyi icra ediyorsunuz da neden insanlar adalet sistemimizin eline düşmektense ölmeyi tercih ediyor?

    doktorlar; ne bu hastanelerin hali?

    öğretmenler; merhaba eğitim sistemimiz nasıl?

    siyasiler; :)

  • road runner namı değer bip biiiip, ezeli rakibi olan coyote hiç bir zaman kendisini yakalayamamıştır. aklı ve en önemlisi hızı dillere destandır.

    peki road runnur kaç km hızda koşuyor gelin bu durumu bir irdeleyelim.
    pek kişi bilmez sanırsam ama dikkatli seyircilerin bildiğini düşünüyorum çünkü çizgi filmlerinde roadrunner 'ın gerçek tür ismi geococcyx californianus diye yazmaktadır.12 bu tür gerçekten de doğada hızlı koşan bir türdür ve saatte 42 km hıza ulaştıkları kayıt altına alınmıştır.

    neyse konumuza dönelim elimizde road runner'ın şöyle bir bölümü var ve 1,26 dakikasından sonra coyoteyle ikisi daire şeklinde bir yola giriyorlar ve bu yol baktığımızda iki şerit görmekteyiz. olay amerika'da geçtiğinden, internette araştırdığımda amerika birleşik devletleri'nde, eyaletler arası karayolu sistemi için bir şerit genişliği standarttı 12 ft yani 3,7 m'dir.

    buna göre şu görseli baz alarak bir ölçüm yaptığımızda. tabi ki yaptığımız ölçüm tamamen afaki olmak kaydı ile 2 kare arası 7,4 metre ise 24 kare (177,6 m)arası yuvarlayarak 180 metre diyebiliriz.

    bu ölçümleri de yaptıktan sonra sahneyi izlerken iş kronometrede, sahnede road runner'ın daire etrafında bir tur atmasını tekrar tekrar bakıp 10 ölçüm alalım.
    1 s, 0,82 s, 1.08 s , 0,72 s, 0,78 s, 0,91 s, 0,69 s, 1,15 s, 0,88 s, 0,61 s evet ölçümümüzü yaptık hemen ortalamasını alalım.

    toplam=8,64 10 tekrar olduğundan toplam zaman/tekrar=ortalama
    8,64/10=0,864 kısaca 0,86 alalım

    zamanı hesapladıktan sonra yolun uzunluğunu bulmamız lazım bunun için dairenin çevresi (2 *pi*r)formülünde yararlanacağız . yukarıda ki görselde yolumuzun çapını(2r) 180 metre bulmuştuk yarı çapı(r) ise 90 metre ve pi sayısını da 3 olarak alalım.(hesaplama kolay olsun değil mi)

    2 *pi*r= 2*3*90=540 metre

    yukarıdaki parametreleri de bulduktan sonra hızı hesaplayabiliriz. bunu için hız formülünü(hız= yol/zaman)kullanacağız.

    buna göre ;
    hız=540/0,86=627,90... m/s

    şimdi bu sayıyı km/sa cinsine çevirelim
    627*3600=2257,2 km hızla gidiyormuş bizim road runner.

  • makro lenslerimle doğa harikalarını fotoğraflayıp paylaşıyorum 13 like geliyor, yediği lahmacuna limon sıkan bir de burdan çek kezbanlarının lahmacun heştegli fotoğrafları 63240 like alıyor.

    boku çıkmış fotoğraf paylaşma şeyi.

  • çocukluk dönemlerinde aşırı derecede ihmal edilmiş olmaları, ebeveynleri tarafından sürekli eleştirilmeleri vb.

    çünkü mutluluk çocuklukta öğrenilen bir şeydir.

  • 50 li yaşlarda günde 2 paket sigara tüketen bir abimiz var.10 yıldır tanışırız,bir kere bile sigarayı bırakacağım,bırakmayı düşünüyorum dediğini duymadım.son zamdan sonra 1 haftadır sigara içmiyor.dev araştırmanın sonuçlarına katılıyorum.

  • kim bunlar gerçekten. saat 8'den sonra ınstagram'da mesaileri başlıyor. önce bara oradan gece kulübüne oradan başka gece kulübüne geçiyorlar. ayakta durmaktan sıkıldıkları günler rakıya düşüp yeni nesil meyhanelere gidiyorlar. mekandaki ikonik yerlerde ve tuvalette ayna karşısında fotoğraf çekmeye bayılıyorlar. hikayelerine bakıldığında kendilerini tek başına çekerken ya da pahalı içkilerini gösterirlerken görüyoruz. arada kadeh tutan bir erkek eli de girebiliyor kadraja ama sanki onlar yok gibi görüyoruz. loca kapatmazlarsa mutlu olamıyorlar sanırım.
    iyi de kim bu kızlar kardeşim. neden bu kadar çok varlar. ne iş tutarlar. mekanlardaki içki fiyatları everest zirvesinde gezerken nasıl böyle gezerler. bir mont almak için kredi mi çeksem diye düşünenler varken nasıl o kadar çok kıyafete sahip olabilirler.

    iş bu entry gözlemlere dayanarak girilmiş olup herkesin kafasında bu soruların cevabı az buçuk mevcuttur. erişilebilir olsa da herkes gönlünce gezse içse eğlense keşke. nereye gidiyor bu olaylar bilemiyorum altan.

  • bu film oyle basit, mıc mıc romantik, tatlıs bir muzikal degil. aslında incelenmesi gereken cok yanı ve bazı agır mesajları var. bu kadar ovgu almasının sebebi de bu. ama yonetmen hollywoodun alıstıgı kor goze parmak tarzında ortaya koymamıs bu mesajları. belki bu yuzden komik bir sekilde filmde elestirilen insanlar ve topluluklar (ozellikle hollywood) filmi kendilerine yapılmıs bir guzelleme zannedip uzerine yamandılar. fakat ben acık sozlu yonetmenin "siz cok yanlıs anlamıssınız" digecegi anı heyecanla bekliyorum. belki heykelcigi kaldırırken cıtlatır.
    aslında bu filme cok benzer bir turk filmi var. dikkat ettiniz mi? o film, bence turk sinema tarihinin en gozardı edilmis filmlerinden biri olan neredesin firuze. ne alakası var digebilirsiniz ama ben biraz yonetmenin la la land ile ne anlatmaya calistigindan bahsedeyim belki hak verirsiniz.

    ilk mesaj; "eski hollywoodu, o gorkemi, muzikal gibi muzikalleri ozledik". peki la la land muzikal gibi muzikal mi? neden chicago'dan les miserables'dan daha iyi? cevap dogallık. nasıl bir muzikal dogal olabilir degil mi? butun odullere, gise hasılatına ragmen son 15-20 yılda ortaya cıkan hollywood muzikalleri dogallıgı hep ıskaladı. muzik filmlerin uzerinde yapay, egreti durdu ve ortalıkta benim gibi "muzikallerden nefret ediyorum, hepsi cok salak sacma ve komik" diyerek dolasan tipler turedi. la la land'te muzik olgusu o kadar guzel yedirilmis ki filme, bazen "evet bence de burada sarkı soylenir yani ben soylerim ki" derken buluyorsunuz kendinizi. ustelik nostalji her zaman guzel. cunku hafızamız kotu tecrubeleri silip guzel anıları korumaya odaklanıyor. bu bizim korunma ve savunma mekanizmalarımızdan biri. la la land'i izlerken mutlu oluyoruz, eski guzel gunleri, filmleri, sarkıları ve hatta yesilcamı hatırlıyoruz ve hissediyoruz.

    gelelim daha onemli mesajlara. ilki tam olarak bir mesaj degil daha once de belirttigim gibi, bir elestiriler butunu aslında. los angeles'a los angeleslılar'a ve bunların uzerinden hollywood'a yapılan elestiriler bunlar. izleyenlerin cogu chazelle'in woody allen'ın barcelona'ya, paris'e yaptıgı gibi los angeles'a bir guzelleme yaptıgını dusundu ama isin ozu o degil. ben los angeles'ta bes yıl yasadım, sehir kesinlikle filmde resmedildigi gibi degil. yogun, karısık, renkli, garip, yer yer eglenceli ama kesinlikle filmdeki gibi "masalsı" "buyulu" ve ya "guzel" degil. damien chazelle los angeles'a "boyle olmalıydın aslında" diyor bir nevi. filmdeki bazı sahnelerde goruyoruz ki los angeles'ta yasayanlar yuzeysel, bencil. ozellikle eglence dunyası hayallerini bavula doldurup sehre gelenlere karsı acımasız, kaba. insanlara degistirelebilir, yedegi olan cisim muamelesi yapılıyor. "sen gidersin baskası gelir"
    belki dikkat edenler de olmustur, filmde bir kez bile meshuuuuur hollywood yazısını gormuyoruz ki en onemli sahneler griffith observatory'de yani o yazıyı en guzel acıdan gorebileceginiz mekanda geciyor. zaten hic net bir sekilde hikayenin gectigi yerin hollywood ya da los angeles oldugana isaret edilmemis. yonetmen yok saymıs gercekte varolan sehri, kendi sehrini yaratmıs. kendi zamanını yaratmıs hatta. film gunumuzde geciyor derken, bir bakmıssın gecmiyor sanki, ama geciyor da.
    peki filmin adı neden "la la land" neden "los angeles'ta ask baskadır" degil mesela? oxford sozluge gore "la la land"in iki anlamı var;
    1) los angeles icin gunluk hayatta nadiren kullanılan bir kısaltma, bir terim.
    2) dunyadan ve gerceklerden kopuk, kendi hayal aleminde, kendi izole dunyasında yasayan sanrılı bir grup cılgın insan. link
    ikinci tanım cuk oturmus. son secimlerde de cok dem vuruldu; kaliforniyada yasamak bir balon icinde yasamak gibi. amerikadan da faklı enteresan bir dunya. peki filmde zamanın yıl ay olarak degil "yaz" "kıs" gibi mevsimlerle belirtilmesine dikkat ettiniz mi? los angelesta iklimler(!) yoktur, hava sıcaklıgı yıl icinde oyle cok fazla degismez. iklimsizlik insanların zaman kavramını alt ust eder, bir bakmıssın yıl bitmis. bu ozellikle sehre hayaller ve ideallerle gelenler icin daha acı olur. oyunculuk hayalleri ile gelir "baslangıc olarak bir garsonluk yapayım da" der. fakat farkına varmamıstır sehre geleli 5 yıl olmustur ama hayallerine bir adım bile yaklasamamıstır. boyle o kadar cok insan var ki los angelesta.
    son mesaj hayaller ve idealler ile ilgili. damien chazelle, yıllarca beyaz perdede uzerinden ekmek yenen "hayalleri ugruna cok mucadele etti, cok acı cekti ama en sonunda basardı" somurusunun adeta anti-maddesi. whiplash'de daha kolay anlasılacagı uzere damien diyor ki; "hayallerine ulasmak istiyorsan cok seyden feragat ediceksin ve hayallere giden yol cok acılı olucak. hem kariyer yaparım hem ask yaparım diyorsun ya iste o kocaman bir yalan, birinden biri olmayacak. ikisine de sahip oldugunu iddia edenler aslından birinden birini tam yapmıyor kendini kandırıyor. uzun zorlu yolda hayallerini modifiye ediyorlar, daha azına tamam oluyorlar ve zaten yapmak istedigim buydu diyorlar. hayallerine ulastıklarını iddia eden insanların bir cogu yalan soyluyor."
    son olarak da soruyor; deger mi? yorulucaksın, kanıyacaksın, yıpranıcaksın, kaybediceksin, sevdiklerinden olucaksın, ask elinden kayıp gidicek ve hayaline ulasıcaksın. icindeki boslukların hepsini dolduracak mı bu ulastıgın hedef? halin kalıcak mı anın tadını cıkarmaya, mutlu olucak mısın? "kazanmıs" olucak mısın?
    iste butun bunların rengarenk, parıltılı, sarkılı turkulu sunumudur la la land (ve hatta biraz neredesin firuze).

  • pek de alışık olmadığımız bir kahve kültürünün dükkanında yabancı kelimelerle bir şeyler sipariş etmeye çalışırken özgüvenini kaybeden insanımızın yanlış algısı.

    aynı adam aynı tavırla simit sarayında çalışsa sorun etmezsin. özgüvenini kaybeden ya da kazanan sensin o ekmeğinin peşindeki bir emekçi.

  • kurtulu$ sava$i'nda hamile haliyle cepheye giden kadin buyuk kahraman, eyleme hamile giden ve ugradigi saldiri sonucu bebegini kaybeden kadin "ne bicim anne".

    sava$ta ermeniler bizim kadinlarimizin karnindaki bebekleri kiliclarinin ucunda sallandirmi$ hikayeleri anlatmak on puan, polis hamile kadini tekmeleyince "o da orada olmasaydi".

    hrant dink'in oldurulmesi tabi cok kotu bir $ey, ama o da neden oyle seyler yaziyordu?

    taciz edilmek tabi cok ayip bi$ey, ama gecenin o saatinde orda ne i$in var?

    kadina $iddet ne de tu kaka bi olay, ama kari koca arasina girilmez tabi.

    boyle bir olay i$te.