hesabın var mı? giriş yap

  • bugün iş sebebi ile seyahat ederken şahit olduğum rezalettir.

    uçak izmir'den planlanan saatte sorunsuz bir şekilde havalandı. havalandıktan bir süre sonra ekonomi bölümünde bir hostes ön taraftan, diğer hostes arka taraftan olacak şekilde yemek servisi yapmaya başladılar ancak benim oturduğum sıraya geldiklerinde kabin amiri uçağın ön tarafından gelerek hostesin kulağına bir şeyler fısıldadı. hostes "tamam amirim" diyerek tezgahı toplayıp gitti. *

    daha sonra kabin amiri anons yaparak uçağın iniş hazırlığı için yemek servisini sonlandırdıklarını söyledi. benim oturduğum sıranın 2 sıra arkasındaki kadın duruma tepki gösterdi ama hostesler sadece "bizim yapabileceğimiz bir şey yok, size yardımı olmaya çalışacağız" tarzında şeyler söyleyerek geçiştirdiler.

    işin rezalet kısmı, türk hava yolları yaklaşık 30 yolcudan bilet içinde ücretini aldığı yemeği vermemiş oldu. koskoca thy dersin ama iç hat uçuşunda bile uçağın ne kadar havada kalacağını, havada servis için yeterli zamanın olup olmadığını dahi düşünemeyen amatörler tarafından işletiliyor.

    servisleri yapılan yolcular yemeklerini yerken biz de sessiz sessiz izledik, ne yapalım.. *

    edit: dert sikiciler gelmiş hemen. arkadaşlar ben de farkındayım 30 dakikada kimsenin açlıktan ölmeyeceğinin. buradaki sorun, türk hava yollarının bilet ücreti içinde yemeğin ücretini almasına rağmen havadayken bu hizmeti veremeyecek kadar plansız olması. açlıktan ölmezsin, iban at diyenler günlük hayatta restorana gidip yemek yemeden para ödeyen tipler heralde.

  • bir müzik aletidir. giderek artan boyutlardaki cam kaselerin birbirine eklenmesiyle oluşmuş gibi gözükür. modern cam armonikalarda cam olan kısım kendi etrafında döner* ve dönen farklı büyüklükteki cam kısımlara parmak dokundurulduğunda sürtünmeden dolayı çeşitli notalar duyulur. ilk örnekleri farklı miktarda su doldurulmuş kadehlere ıslak parmakların sürtülmesi şeklinde icra edilmiş olup 1740'lı yıllarda ingiltere'de görülmüştür (ıslak parmak sürtülen bardaktan güzel seslerin çıktığının keşfi rönesans'a kadar gidiyormuş bu arada).

    bu müzik aleti -belki de hakkında çıkan, dinleyenleri çıldırttığına dair olan söylentiler sebebiyle- 19. yüzyıldan sonrasında popülerliğini yitirir. aletin çıkardığı ses*, beynin sesin yönünü algılama için kullandığı metodların limitlerinde bir ses olduğu için sesin geldiği yönü kestirmek biraz zor olduğundan insanları "noluyoz lan ne biçim bişi bu" şeklindeki tepkilere sürükleyebilir. bu etkinin insanları delirttiğine dair tam bir çalışma olmamış sonradan ama eski cam armonikaların camı kurşun bazlı olduğu için kurşun zehirlenmelerine neden olduğu düşünülmüş**.

    her nostaljik şeyde olduğu gibi birileri yıllar sonra tekrardan bu aleti canlandırmaya karar vermiş ve kurşun bazlı olmayan versiyonlarını üretmişler ve günümüzde de bu cihazla güzel dinletiler yapan insanlar pek tabii mevcut:

    (bkz: thomas bloch)

    edit: diğer bir adı verillonmuş. wereydaya teşekkürler

  • gün yüzüne çıkmasının hikayesi oldukça ilginç olan bir tablodur gerçekten de kaplumbağa terbiyecisi.

    bu eser, türk kamuoyu tarafından ilk defa 1970'lerin başında gerçek anlamıyla keşfediliyor ama öncesi var.

    dönemin zengin iş adamlarından, ünyeli varlıklı bir ailenin oğlu olarak 1891 yılında dünyaya gelen saim birkök, yedek subay olarak katıldığı birinci dünya savaşı'nda yaralanır ve hastaneye kaldırılır. birkök, hastanede sağlam bir arkadaş edinir. maalesef adını bilemediğimiz bu arkadaşın (büyük ihtimalle) sonradan doğan ve adını yakın arkadaşının ismini koyduğu oğlu saim'i evlat edinir ve yetiştirir. kim bilir, hayatında hiç evlenmemiş olan saim bey bir oğul hasreti çekmektedir belki de. onun tüm masraflarını karşılar; önce isviçre'de, sonra da itü'de okutup inşaat mühendisi çıkmasını sağlar. bu çocuk, sonradan yök eski başkan vekili kemal karhan'ın da itü'de sınıf arkadaşı olacak olan saim gökdoğan'dır.

    ancak kader yine ağlarını tam anlamıyla örmüştür ve olanlar olur. 3 haziran 1966'da, balat'ta babasından kalan büyük bir tersane işleten saim birkök ve manevi oğlu saim gökdoğan büyük bir tartışma içine girer. mesele; oğlunun dışarıda yaptığı ve yerine getirmediği inşaat taahhütleri, kefil olduğu diğer işleri, adına verdiği taahhüt mektupları, kumar ve diğer borçlarıdır. birkök, yıllarca saim'in bu tür davranışlarını sineye çekmiştir. tartışma gittikçe büyür ve saim birkök dayanamayıp tabancasını çıkarır ve oğlu saim'e tek el ateş eder. sonrasında telaşla yazıhanesine koşarak içeridekilere deyim yerindeyse haykırır: "hemen hastaneye yetiştirin, ölmesin!" ancak bu hareketi işe yaramayacaktır. saim gökdoğan yolda ölür. evet, saim birkök en yakın arkadaşının oğlunu, yıllarca her türlü imkanı sağlayarak okuttuğu üvey evladını vurarak öldürmüştür. gökdoğan 45, birkök 76 yaşındadır. tutuklanan birkök hapse girer. ve hatta hapis cezasını çekmeden önce girdiği sağlık kontrolünde kanser olduğu da anlaşılır. olay gittikçe romanlaşıyor yalnız.

    işte şimdi 1970'lerin başına geldik. türk tarihçi ve araştırmacı mustafa cezar bir araştırması sırasında o sıralarda hapisteki birkök'ün mühürlenmiş olan evi, şişli abide-i hürriyet caddesi'nde bulunan sarı köşk'ündeki sanat koleksiyonunun varlığını keşfeder. bu koleksiyon osman hamdi'nin içinde kaplumbağa terbiyecisi'ni de içeren eserlerinin de dahil olduğu kırktan fazla eserden oluşuyordu. saim birkök yukarıdaki tüm bu özelliklerinin yanında ciddi bir sanatsever ve tarih meraklısıydı ve hem sanatsal hem de tarihi değeri yüksek olan hatırı sayılır bir koleksiyonu vardı. cezar yakın zamanda yayınlayacağı bir çalışma için bu eserlerin fotoğrafını çekmek ister. bunun için gerekli olan izni de o sıralar sultanahmet cezaevi'nde cinayet nedeniyle yatan birkök'ü ziyaret ederek ondan alır ve tabloların fotoğrafını çekerek kitabında yayınlar. tarih her zaman olduğu gibi kendi yolunu bulmuştur ve böylece kaplumbağa terbiyecisi; türk kamuoyunda ilk defa net bir şekilde ve fotoğraflı olarak görücüye çıkmıştır.

    saim birkök ise 1971 yılında durumu ağırlaştığı gerekçesiyle salıverilir ve aynı yıl içerisinde kanserden vefat eder. 1962'de düzenlediği vasiyetinde tüm sanat eserlerini ve malvarlığını, kurulmasını istediği birkökler vakfı'na devretmiştir. uzak akrabalarının sonradan açtığı itiraz davaları mahkemeden ret cevabı alır ve birkök'ün serveti birkökler vakfı'nın olur. birkök, vasiyetinde kurulmasını istediği vakıfta görev alacak kişileri bile bir bir listelemiştir. bunlardan biri de o tarihte itü gemi inşaat fakültesi'nde öğretim üyesi olan yakın dostu kemal karhan'dı. karhan, saim birkök'ün istediği kişilerden tek hayatta kalandı. vakıf başkanlığı görevini üstelenerek ilgili çalışmaları yaptı.

    kaplumbağa terbiyecisi bundan yaklaşık 20 yıl sonra, 1991'de birkökler vakfı yararına yapılan bir müzayedede iş adamı, show tv'nin kurucusu erol aksoy tarafından tam bir milyon dolara (1991 için çok çok yüksek bir meblağ) satın alındı ve iktisat bankası'nın koleksiyonuna eklendi.

    evet, iktisat bankası şu an ortalıkta olmadığı için pek bilinmiyor çünkü banka 2001'de battı ve tmsf tarafından el konuldu. tmsf de bankanın koleksiyonunda bulunan kaplumbağa terbiyecisi için 2004'te bir açık artırma düzenledi. tablo tam 5 milyon liraya pera müzesi'nin oldu. bu sayı gerçek bir rekordu ve tablonun ününü de doğal olarak artırdı. hala da pera müzesi'nde bulunuyor.

    yaa işte böyle sevgili okurlar. tarih, içinde sınırsız hikayeyi barındırıyor ve bu hikayeler günlük hayatımızın her köşesinde saklanmış olarak bizlerin keşfetmesini bekliyor. 1906'da tuvale boyandığı günden sonra saim birkök'ün fırtınalı hayatının önemli bir parçası olan ve kendi hikayesini farkında olmadan zenginleştiren kaplumbağa terbiyecisinin gün yüzüne çıkma hikayesi de böyle işte.

    kaynak 1
    kaynak 2

    edit: bir iki bilgi ekleme.

  • üniversitelerimizin kürek takımlarının yeterli olmamaları ve çimenlerde laptop kullanan öğrenci sayısındaki azlıkla beraber, muasır medeniyetler seviyesine erişememizin nedenlerinden biri.

    batının ahlaksızlığını alıyorsak bence sincabını da almalıyız. gerek abd'de, gerekse birleşik krallık'ta sincabı olmayan okul yoktur. adamlar bilim geliştiriyorlar, bizler ise sadece kullanıyoruz. bak mesela otomativ endüstrisine, ancak parça birleştiriyoruz. (ki bunu new york'un arka sokaklarındaki herhangi bir oto sanayici de yapıyor, hem de özbeöz kendi kapitasıyla)

    liselerin spor takımlarına özel ceketler tahsis edip dolaplarının önünde konuşmalarını sağladıktan sonra bu probleme de eğileceğim.

    benzer bir sorunumuz için:
    (bkz: türkiye'de yeterince seri katil olmaması)

  • "soğan, yağ ve salça üçlüsüne ne katarsan kat yemek oluyor. buna rağmen yemek yapamayan kız bırakın da evde kalsın."

  • tartışmanın en güzel anında gözlerimi hafifçe kaçırarak "üz anneni üz" repliğiyle ortamda vicdan bombası patlatmayı hedefliyorum. sırf bunun için bile onlarca kilo alıp doğurabilirim.

  • prematheiçin; cinsiyet: kadın; yaş: 25; il: ankara
    ekşi sözlük´ten premathe, zekana ve duyarlılığına hayranım.. bütün entrylerini, arkadaşlarının hakkında yazdığı her şeyi okudum. asla tanışamayacağız; ama ben seni takip etmeye devam edeceğim!

    meali:
    #8395832 depeyi dedim olmadı
    #8437519 aton dedim olmadı

    (biri çok fena taşşak geçti ya bizle dostlar...ona yanarım ha.bişey değil kronolojik olarak ilk itiraf bana gelince gaza geldiydim bi de...2 haftada elime verdi işte buyrun...bööhüü ne istedin lan temiz duygularımdan? ne istedin real'deki o masum çocukluğumdan? ne istedin sevgimden? sen mi büyüksün itiraf.com insanı? hayır,ben büyüğüm!dokunma artık bana! dokunma arkadaşlarıma! bir itiraf daha gelirse,ben, ömründe aton karimcayi bile incitmemiş depeyi usta,hiç düşünmeden çeker vururum seni.anlıyor musun.vururum ve dönüp arkama bakmam bile! okul burası okul ticarethane değil beyim! benim öğrencilerim onlar! benim yavrularım! limonla olmaz turşu suyu! sirke koyacaksın! sirkeeee!)

  • yurtiçi kargonun adres ve kimlik bilgilerini kaydettiği yetmiyor, bütün çalışanları kafasına göre canı isteyince o bilgilere ulaşabiliyor ama kimse bunun üzerinde durmuyor mu? bu nasıl iş lan?
    siz nasıl bu kadar rahatsınız?