hesabın var mı? giriş yap

  • gecenin köründe gelen bir telefonda "abla beni al, başım belada" diye kurulan kısa bir cümle sonucu müdürüme mesaj atmamla birlikte yataktan fırlayıp 3 saatte istanbul'dan ankara'ya ulaşmam ve tüm ev eşyalarını sabaha karşı arabaya taşımamla birlikte kardeşimi eve getirmem. ya da en küçük kardeşim üniversite de kara sevdaya tutulup kıza açılamadigi için akan gözyaşlarıyla kahrolmam ve bir yaz günü ta zonguldak'a kardeşimle gidip kızı bulup kavuşmalarını sağlamam en basit örneklerdir sevgiye dair. hayatınızı düşüncesiz davranışlarla ne kadar zora sokarlarsa soksunlar, abla dedikleri anda iki eliniz kanda da olsa da her zaman yanlarında olmaktır ablalık. bazen anneden de öte olabilmektir.

  • sıla'dan almış olduğum yetkiye ve yukarıdaki şiir entrysine dayanarak şiir kitabı çıkarmaya karar verdim. özgüvenim yerine geldi.

    yoldan geldim su vercen mi?
    hayrola, ağzını açtın bişey dicen mi?
    böyle şiir olmaz bu karnabahar
    akşama halamgillere gelcen mi?

    oluyo lan yaşasın.

  • her ulustan insana göre ayrı bir fonetik algısı vardır. amerika'ya geldiğim ilk gün bir amerikalı arkadaşım türkçe bişeyler söylememi istedi, ben de nasıl olsa anlamıyor andaval diye ana avrat bacı girmiştim adama. güzel bir tınısı var, ispanyolcaya benziyor dedi. kanadalısı arapça, fransızı almanca diyor. her ülkeye göre değişiklik gösteren bir durum. tabi bunda kişinin konuşma temposu ve sesi de önemli. mesela burada iki türküz ve birbirimizle türkçe konuşurken insanlar sanki ikiniz aynı dili konuşmuyormuşsunuz gibi diyorlar. onun sesi daha kalın, hızlı konuşuyor ve sürekli ünsüzlere (özellikle r) çok vurgu yapıyor, ben ise daha sakin ve r'lere az vurgu yaparak konuşuyorum. o bile karşıdaki insanın dil algısını çok değiştiriyor. adam vurgulu r'yi duydugu anda rusça, almanca etiketi yapıştırıyor.

  • dün metrodayım, kulağımda müzik, dışarıdan hiçbir ses duymuyorum, kaşlarımı çatmışım ve bir yerlere dalıp çıkamamışım. yanımda dokuz, on yaşlarında bir kız çocuğu, onun yanında da annesi var. bir ara küçük kızla bakışıyoruz, daha doğrusu bana baktığını hissediyorum. sonra kafamı yine önüme çeviriyorum. bu sefer bana doğru eğilip, bir şeyler söylüyor. kulaklıklarımı çıkarıp, "efendim? duyamadım?" diyorum, "kirpiğin düşmüş de" diyor ve birden uzanıp yanağımdan kirpiğimi alıyor, iki parmağının arasında tutuyor. bu oyunu hemen hatırlıyorum. hala oynandığını unutmuşum, oynamayı da çok zaman önce bırakmışım. küçük kız ise heyecanla oyuna devam ediyor, "bir dilek tut" diyor. gözlerimi sıkı sıkı kapatıp, bir dilek tutuyorum. "dileğin uzunmuş" diyor gülümseyerek, "peki, alt mı üst mü?". ben de gülümseyerek, "alt" diyorum. sabırsızlıkla oyunun sonucuna bakıyoruz beraber. kirpiğim alt parmağının üstünde duruyor, "dileğin tutacak" diyor sevinçle. "tutacak" diyorum sevinçle. hafifçe üflüyor kirpiğimi sonra. müziği olduğu yerde bırakıyorum ve yolculuğun sonuna kadar, küçük kızla birbirimize gülümsüyoruz.

  • böyle saf, sürekli gülen çocuklar olur ya, münevver öyleydi işte. suratından gülücük eksik olmazdı.

    tanıyan tanımayan herkes melek diyor ya hani, gerçekten melek gibiydi. bir tövbe tövbeee demesi vardı, sırf onu söyletmek için sınıfta saçma saçma şeyler söylerdim. he bir de sürekli saçlarıyla oynardı, bir parmağı sürekli saçlarının uçlarındaydı. elleri de minicikti. sonra hadi fal bakalım diye tuttururdu, meraklı melahat derler ya münü'ye uygun bir lakaptı bence. konuşmaya başlayınca yanaklarını sıkası gelirdi insanın. böyle bıcır bıcır... bir gün sınıfa elimde browni falan girdim sırada oturuyordu, pislik yapayım dedim. gittim yanına bak münü şimdi ne yapcam dedim, baktı, browniden koca bir parça ısırdım çiğnedim, o da meraklı gözlerle bakıyor, sonra açtım ağzımı ööö diye, bir ıyy diyerek kaçışı vardı kopmuştuk sınıftakilerle.
    o kadar iyi niyetliydi ki, herkesi kendi gibi sanardı. kuşummm kuşumm diye ortalıklarda gezinirdi. parça parça bunları hatırlayıp, onu düşününce bir gülümseme yerleşiyor suratıma. unutmuyor insan sesini, gülüşünü. keşke diyoruz ama...

    okuldaki son günü de dün gibi düşününce.

    doğum günü için yer ayarlamaya gideceklerdi onunla birlikte. yine o parlak sarı ugg'larını giymişti. çok dalga geçerdim o ayakkabısıyla da. o gün geldi kuşum dedi sence pantolonumu ugg'ların içine sokayım mı yoksa üstünde mi kalsın. bende dalga geçtim yine kızım o ne ayakkabı ya çıkar bence komple diye. ya söyle hadi dedi. söyledim. meğer son kez dalga geçmişim münü'yle. hayatında ilk kez, sevgilisi dediği adamla doğum günü için yer ayarlamaya gidecekti. içi içine sığmıyordu, mutluydu, nişantaşında olacak, bir yer var diyip duruyordu. sürekli sırıtıyordu. sonra ders bitti. okuldan çıktık. o çıkışta bekliyordu, taksi geldi, binip gitti...

    insanın aklının alamayacağı şeyler vardır ya hani, bu da onlar biri. böyle bir insana, böyle bir kader mi diyim ne diyeyim bilemiyorum... ama bildiğim tek bir şey var, onu tanıyan biri kesinlikle onu unutmayacak. hep gülücükleriyle hatırlayacak.

  • yaptığı şikeler ve ahlaksızlıklardan ötürü 2 sene avrupa kupalarından men cezası almış, bu sezon aldığı puanların en az 7-8 tanesini hakem hataları ile kazanmış kulüp taraftarının "melo, muslera, kırmızı kart ühühü" diye ağladığı maç.

    al abi bir sneijder ye.

  • böyle bir olayda polisin yapmasını istediğim şey, vergisini veren, suça karışmayan bir vatandaş olarak bu!
    eleşireceklere şimdiden bir şey söylemek istiyorum, ülkemizde katil, sapık, deli, psikopat çok biliyorsunuz...
    ya yarın annenizi yürürken delinin biri çevirir de boğazına bıçağı dayarsa?
    polise diyeceğiniz ilk cümle ''abi vurun allah aşkına'' olur.
    böyle olaylarda polis, kendinden emin olduğu anda vurmalı.
    hem bu şerefsizlere ders olur!
    ''ulan bıçağı silahı elime alıp artislik yaptığım an indirirler beni'' demeli!!!
    ama yapma kardeş etme kardeş dedikçe psikopatlar bir şey olmaz diye sokakta pompalıyla sıka sıka geziyor.
    tanım: hakkımın helal olduğu polistir.