hesabın var mı? giriş yap

  • almanya'daki dayımlarımı aradım tüm dikkatimiz sizin üzerinizde dedi.

    önce inanamadım, amerika'daki teyzemi aradım, şoku hala atlatamadık diyor.

    edit: japonya'daki uzaktan bir akrabam harakiri yapmış.

  • tadilat halindeki bir binaya giriş için yöneldiğim sırada telefonuma tanımadığım bir numaradan boş mesaj gelmesi. mesajı okumak için telefonu elime almam bu arada bir kaç saniye kaybetmem ve hemen akabinde tepeden dikey uzun bir inşaat demirinin düşmesi.
    sonra defalarca kez mesajı gönderen numarayı aramam ama hattın kapalı olması.

  • şarkı sözleriyle klip arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiği konusunda neredeyse ders diye okutulabilecek bir videoya sahip muse şarkısı.
    şarkının sözleri ne anlatıyor? beraber olmaları, aşk yaşamaları karakter farklılıkları itibariyle 'doğru' olmayan, ancak 'belki yanlış bir şey yapıyoruz ama doğruyu kim takar, senden vazgeçemem' diyen bir sevgiliyi ya da bu temaya sahip bir ilişkiyi anlatıyor. buna göre;

    - öncelikle oyuncuların giyimleri, makyajları ve saç stilleri adeta mango ya da zara'nın ilkbahar-yaz kreasyonu çekimlerinden çıkıp gelmişler havasına sahip,
    - klip metroda geçiyor, yani yeraltında. "yeraltı" atfı, gün yüzüne çıkmaması gereken, "yanlış"a rağmen devam edecek olan bir ilişkiyi simgeliyor olabilir,
    - diğer yandan klipteki harikulade güzellikteki kadın oyuncu klibe ve metroya giriş yaptığı an arkasında bir "serseri" grubu da onunla beraber giriyor. dikkat çekici olan, oyuncumuz gişelerden normal biçimde geçerken, arkasında grup gişelerden atlıyor, yani kuralları takmıyor. bu muhtemelen kadının egosu ya da savunma mekanizmasını simgeliyor.
    - erkek oyuncuyla kadının ilk karşılaşma anında ise arkada bu sefer muhtemelen erkeğin egosunu ya da savunma mekanizmasını temsil eden, cetvel gibi son derece düzenli dizilmiş polisler görülüyor.
    -karşılaşma anından itibaren iki ego ya da karakter biçimi arasındaki "çatışma" da başlıyor, yani polisle (erkek)- serseriler (bu da kadın) birbirine giriyor. somut ve soyut çatışma bir arada. kadın, başına buyruk, rahat takılan, "serseri" grubuyla somutlanan bir "serseri" tarza sahip. düzensiz, çerçevelendirilmemiş, kalıba sığmayan bir tarzı ve ilişki görüşü var. erkek ise polise yani düzenli birliklere sahip, kanunları daha doğru ifadeyle toplumsal kuralları takan, önemseyen, adı konmuş, sınırları net çizilmiş, toplumsal meşruiyeti olan bir ilişki istiyor. işte klip bu iki "tarz" arasındaki uyumsuzluğu, ancak bu uyumsuzluğa ve çatışmaya rağmen birbirinin aşkına ihtiyaç duyan bir çifti anlatıyor.
    -kadının "serseri" tarzı, metroda sigara içmesiyle de gösteriliyor. erkek karakterimizin tersine kadın başına buyruk olduğu ve "kanunsuzluğu" sevdiği için yapmaması gereken bir eylemi yapıyor metroda. bu aynı zamanda ona belirli bir ölçüde umursamazlık da katıyor. birbirlerine sırtlarına dönmüş haldeyken dahi kadın sigarasını içmeye devam ediyor..
    velhasıl kelam, bir filme rahatlıkla konu olabilecek bir ilişki tarifi, sadece 4-5 dk. içinde, son derece karmaşık ama büyük ölçüde de sade biçimde anlatılıyor. başarılı..

  • bunlardan biri arkadaşımdı. bir gün ankara'da sinemaya gidelim dedik. yaklaşık 10-12 kişiyiz. bu arkadaş biraz durun hele dedi ve yarım saat sonra telefonunda bir düzine şifreyle geldi. adam başı 14 tl vererek i-max de film izledik ve mc donalds dan menü aldık.

    herkesin böyle en az bir arkadaşı olmalı.

  • zamanında, "kullanıcı dostu* tasarım" nedir, verimlilik nedir bilmeyen bir adam tarafından tasarlanmış, daha sonra da değiştirmek kimsenin aklına gelmemiş ya da gelmiş de kimsenin işine gelmemiş tasarımlara verilen -en azından benim az önce verdiğim- addır bu. örnek vermek gerekirse:

    makarna poşeti: yahu kardeşim yırtarak açmaya çalışırsın açılmaz. sinir olursun, zorlarsın. birden yarıya kadar yırtılır poşet; her yer makarna olur. bir kısmını zorla tencereye dökersin, kalanıyla ve yırtık bir torbayla baş başa kalırsın. atsan atılmaz satsan satılmaz.

    selobant: bir gün biri çıkar da çocukluğunun "en zor dönemi neydi" diye sorarsa, selobandın ucunu bulmaya çalıştığım o elim anlar gelir ilk olarak aklıma. bazı tasarımcı denyolar işi o kadar abartmıştır ki ucunu bulsan bile bandı ordan sökemezsin. bazen de tam ucunu buldum derken tutup çektiğinde bant tam ortadan enlemesine yaryılır ve yarı kalınlıkta bir bant çıkar. şimdi bir değil birçok kayıp uç vardır elinde. her şey daha karmaşıktır.

    mayonez kavanozu: dünyanın stresli işi, dibinde azıcık kalmış bir mayonez kavanozundan çay kaşığıyla, eline mayonez bulaştırmadan kalan mayonezi sıyırmaya çalışmak değil de nedir?

    ortalı defter: ilk sayfalara yazmaya başlamakla eş zamanlı başlar kabus. eğer defter tek ortalı ve kalınca bir defterse satırın sonuna gelince elinizdeki kalem pıt diye giriverir altı boş kağıda. girmese de yazı bozulur eğri büğrü olur. ortalara ulaştıkça her iki taraftaki sayfalar bombelenir. gün ortasındaki kabustur. off.

    meyve suyu kutusu: yeni çıkan ve güya modern tasarımlı olan bu kutuların kapakları çevirerek açılır ve hatta açılırken içindeki koruma bandını da açar. buraya kadar her şey güzeldir. ama eğer bardağa koymaya kalkarsanız güzel başlayan maceranız hiç de hoş olmayan bir şekilde devam eder. bu kutulardan ilk bardağı yere dökmeden doldurabilene tetrapak tarafından fenerbahçeli rambo'nun çaldığı avrasya maratonu kupasının verileceği efsanesi dolaşır market rafları arasında. kutuların üzerinde "açmadan önce çalkalayınız" yazması ama içinde hava olmayan kutuyu çalkalamaya kalkınca oluşan sessizlik dünyanın en hüzünlü sessizliğidir. kutunun dibinde kalan ve asla sahip olamayacağınız o bir yudum meyve suyu da ayrılıkların en acısını yaşatır insana*.