hesabın var mı? giriş yap

  • ekran başında duvarları dövüyoruz hala gol bulamadık. yazıklar olsun bu camia bunu hak ediyor mu?
    ümraniye bitmiş.

  • "babam zeki müren dinleyip ne varsa eskilerde var der,ben 90lar için aynı şeyi diyorum,benim çocuklar da serdar ortaç & demet akalın dinleyip aynı şeyi diyecekse bu gelenek hemen burda bitmeli."

  • her şey bir friendfeed iletisi ile başladı. ne kadar dalga ne kadar gerçek olduğu bilinmez, birisi sözlükte yazılanlardan dolayı iki polisin kapısına dayandığını iddia ediyordu. önce olayın doğrulanmasına çalışıldı. evet olay doğruydu. sonra olayın niteliği anlaşılmaya çalışıldı. klasik olarak dini değerlere hakaret prim yapar mı hocu olayıydı. buraya kadar olay bilindik bir türkiye hikayesiydi, ekşi sözlük hikayesi değildi.

    sonuçta buraya üye olan herkes, asgari olarak okuma yazma biliyor demekti. yazdıklarından dolayı dava konusu olabileceğini ve sözlüğün kendisini legal planda savunmayacağını da biliyor olması gerekti. malum hukuk ilkesi yasayı bilmek mazeret sayılmaz ve bu bir ekşi sözlük yasasıydı. bireysel bir ihbar ve bununla bireysel olarak mücadele etmesi gereken yazarlar vardı.

    burada tek bir gariplik vardı. savcılık entryi silin dediğinde, yazara danışmadan kendi hukuk gücüne güvenerek hayır çekmeyi bilen site yönetimi, yazarın soruşturma konusu olmasında bahis görmezken, hatta reklamım olcak hafız diye avuç kaşırken, iş o yazara durumu bildirmeye gelince kanun boyle yalanına sığınıyordu.

    zaman geçtikçe hikaye garipleşmeye başladı. çünkü bireysel bir şikayet değil belli bir başlıkta yazan yazarlara toplu bir saldırı vardı. sözlük yazarlarının hiçbir haberi olmaksızın sadece sözlük yönetiminin bilgisi dahilinde, bu işlerdeki inatçılığıyla meşhur biri tek tek ihbarda bulunmuştu. yani olay yazan yazarların bireysel sorumluluğu değil sözlüğün kendisiydi. ama karşı taraf kurnazca davranarak sözlüğe yönelmiyor, yazarlar üzerinden dolanıyordu. ki sözlüğe yönelmesi halinde leoparı karşısına alacaktı. malum leopar ve zebra ekmek kapılarına yönelik en küçük bir riskte hemen ayaklanıveriyorlardı.

    aynı adresden aynı anda 100 istem gelse ddos saldırısı var diye alarma geçen sözlük yönetimi, aynı adresten peş peşe yazarlarına yönelen bu saldırının, bireysel olarak yazarlarına değil bizatihi kendi varlığına yöneldiğini görmüyor, görmek istemiyor ve hala aynı kavalı üflemeye devam ediyordu. hatta daha da korkakcası bunu o yazarlardan saklıyordu. çünkü o yazarlardan hiçbiri arkadaşları, eşi dostu filan değildi. öyle olsa malum alttan haber uçururlardı yoksa canım. onun yerine her zaman yaptıklarını yapıp peşlerine bir sürü fare takılmasını sağlayacak kaval nağmelerini üflemeye devam ediyorlardı.

    şimdi sayısı bilinmeyen, sözlük yönetimince yasalar böyle bahanesi ile kendilerine haber bile verilmeyen sözlük yazarları haklarındaki ihbara istinaden yapılacak işlemi bekliyor veya beklemiyor. sözlük yönetimi bu yol bir kere açıldığında ve duyulduğunda sözlüğün ağzına sıçılacağını anlamıyor bile. tek bildiğimiz aralarında ssg, kanzuk veya onların sevdiği birilerinin, yani yasaların işlemez hale gelmesini sağlayacak birilerinin olmadığı. ha leopar. onun başlığına yakında sakallı bir abi şu bakınızı verecek:

    (bkz: kuyruğunu tutmadan leopar böyle sikilir)

    benim onbinlerce sıradan sözlük yazarından biri olarak bu hikayeden kendi payıma çıkardığım şu: allahı kitabı tık olan ve kendilerini asgari esnaf ahlakından bile azade kıldıklarını cümle aleme ilan edenlerin tek bir fazla tık elde etmesini bile engellemek. olur ya tesadüfen biri bir konuda gugılda sörç yaparken entarime rastlar da siteyi tıklar diye silerim entarilerimi, canım yazmak isteyince yazarım, eğlenmek isteyince eğlenirim, sıfır katkı maksimum keyif. tıpkı as you like it.

  • küçükken izlediğim çizgifilmlerde adam koşarak uçurumun kenarına geldikten sonra birkaç saniye daha uçurumda koşmaya devam ederdi. sonra birden duruma ayıkıp aşağı baktığında altında boşluk olduğunu görünce düşmeye başlardı. kısacası seçimler geçene kadar on gün daha boşlukta koşacağız, kararın tercümesi budur.

  • şu ara sosyete çılgınlığı haline gelen japon menşeli yeşil çay türüdür. maça diye okunur ve maccha diye de bilinir. gölgede yetişen çay ağacı yaprakları buhara maruz bırakılıp kurutulduktan sonra sap, damar ve diğer fazlalıkların ayrıldığı bir işlemden geçirilir. işlem sonucunda ilk toplanan ürünün sadece %10'unun kaldığı "tencha" elde edilir. daha sonra tencha, genellikle el değirmeni ile çok yavaş bir şekilde toz haline getirilir. 100 gram tencha öğüterek matcha çayı elde etmek yaklaşık 3 saat sürer. yeşil bir toz şeklindedir. demleme gerektirmez. internette nasıl hazırlanacağına ve kullanılacağına dair envai çeşit tarif bulursunuz. zira japonlar bunu çok sever, çay yapmakla kalmaz, pasta, börek, dondurma ne buldularsa içine katarlar. yeşil çaylar içinde en yüksek antioksidana ve zayıflatma özelliğine sahip olan çaydır. bu yüzden sosyetik olması kaçınılmaz tabi. özel işlemlerden geçtiği için görece de biraz pahalıdır.

    piyasada yeşil çayı toz haline getirip matcha çayı diye satan uyanıklar da mevcuttur. hatta mevzudan haberi olmayan bazı aktarlar maka diyorsun sen maça değil diye sizinle iddialaşabilir. inanmayın, maka başka bir şey.

  • on beş gün önceyeymiş aslında randevuları. kaçırmışlar. bugün kalkıp gelmişler, vaktim varsa bakayım diye.

    klinik oldukça yoğun, kapıda bekleyen çok fazla hasta var, dosyaları önüme yığılıyor. “bugün çok yoğun, bakamam, yeni randevu almanız gerekiyor” diyorum.

    kadın ezilip büzülüyor karşımda. bir şeyler diyecek belli, ama takılıyor boğazına. sabırsız gözlerle kadının odadan çıkmasını bekliyorum.“hocam” diyor kısık bir sesle. “karşıdan geliyoruz biz, yol paramız yoktu ondan gelemedik. ancak para bulabildik.”

    parasını veremedikleri bir otobüs, bir vapur. bir tam, bir öğrenci.

    bir kadın, bir çocuk.