• bibliyomani "aşırı kitap okuma tutkusu" değildir. bibliyomanlar arasında okuma yazma bilmeyenler de vardır. onlar kitap delisidir. arzuladıkları bir kitabı elde etmek için suç işleyebilecek ölçüde takıntılıdırlar. derin denizlerde gezinirler.

    okumayı aşırı sevenlere ise bibliyofil denir. bibliyofiller akarsu balığı gibidir, amaç okumak, öğrenmektir.
  • flaubert'in "bibliyomani" isimli eserini bir çırpıda okudum.

    yazar "bibliyomani"yi daha 14 yaşındayken yazmış.

    bir yandan gerçek bir olaydan yola çıkan öyküyü okurken bir yandan yazarın üzerini karaladığı kelimelere, sayfada uçuşan harflere bakıyorum da etkilenmemek mümkün değil.

    zaten öyle birini anlatıyor ki sıkılmak da mümkün değil:

    “bu adamın sahaflar ve eskiciler haricindeki kimselerle konuşmuşluğu yoktu. ketum olduğu kadar hayalperest, nemrut olduğu kadar mahzun bir adamdı; tek bir düşüncesi, tek bir sevdası, tek bir tutkusu vardı: kitaplar.”

    bu duruma bibliyomani deniliyor. mecnun'un hep leyla'dan söz etmesi gibi, marazi kitap düşkünleri de âşık oldukları kitaplardan başka bir şey düşünmez. flaubert'in "bibliyomani" kitabında da böyle biri var.

    kitaplara düşkünlük denilince, aklıma katip çelebi, ali emîrî ve ibnülemin mahmud kemal inal gibi isimler geliyor. (daha başka isimler de var.) bu değerli insanlar, bibliyofil tanımına uyuyor; kitap topluyorlar, bunun için çok para ve çok zaman harcıyorlar. kendileri kitap düşkünü ama bibliyoman değil, geride halen faydalandığımız önemli eserler bırakmışlar. "kitabı aldım; eve geldim. yemeyi, içmeyi unuttum. bu kitabı, sahaf burhan 33 liraya sattı. fakat ben bunu birkaç misli ağırlığındaki elmaslara değişmem." diyen ali emîrî efendi olmasaydı belki de dîvânü lugati't-türk kayıplara karışacaktı.

    https://erguvankalem.blogspot.com.tr/…liyomani.html
  • ekseriya yalnız bir mevzu üzerinde kitap toplamaya çalışmaktadırlar. bunların arasında gök yüzünün esrarından bir kelime anlamayıp astronomi kitapları toplayanlara, askerlikle alâkası olmayıp harb stratejisi hakkında şimdiye kadar yazılmış eserleri arayanlara, hayatları boyunca evlemeyip, kadını tanımamalarına rağmen durmadan cinsî münasebetlerden bahseden cildleri araştıranlara rastlanmaktadır.
    bunlar arasındaki şiddetli rekâbet "mezar bibliomanie"sini yaratmıştır.
    bu sahada en ileri giden ve eşine ender raslanır bir cilt sahibi olan muhakkak ki fransız tıp fakültesi talebelerinden aimé leroy olmuştur. bu talebe bir gece mezar açarak şair delille'nin cesedinden deri parçaları çalmış ve bu ölü tarafından tercüme edilmiş olan virgil'in les georgiques i bu deri parçaları ile kaplatmıştır.
  • hastalik derecesine varan kitap merakı,kitap deliliğidir. bibliyoman diye adlandırılan insanlar, kitapları okumak ya da okutmak için değil, çoklukla kimsede bulunmayacak bir koleksiyon meydana getirmek için bir araya toplarlar. bu merakla kitap hırsızlığı yapan, hattâ bulunması çok zor bir kitap yüzünden cinayet işleyenler bile olmuştur.yunanca biblion (kitap) ve mania (hastalık) kelimelerinin kaynaşmasından oluşmuştur.
  • mustafa kutlu nun "mavi kuş" adlı hikayesinde de geçen bir tür hastalık.

    mavi kuş hikayesinde taşrada doktorluk yapan kitap tutukunu bir adamın karısı ile boşanmasına sebep olan bu hastalığının anısını paylaşıyor otobüs yolculuğunda ve anlatıyor kitap hastalığının türlerini (karısı günün birinde:'ya kitapların, ya ben' deyip restini çekiyor ve doktor sessiz sedasız tek kelam etmeden, kamyon tutup, kitaplarını yükleyip ayrılıyor evden):

    "şimdi size kısaca tarif edeyim. kitapçalarlar vardır. bunlar normal yollardan kitap sahibi olmak istemez. illa ki çalacak, ancak o zaman tatmin olur... kitap delileri vardır mesela. bunlarda kitap toplama arzusu durdurak bilmez. kitabı okumak için almazlar, seyretmek, üzerinde yatıp uyumak, okşamak için edinirler. bazıları da kitapgizlerdir. kitabı kilit altında tutar, kimseye göstermez, kıskanırlar. kitap düşmanları vardır kitaptan tiksinir, nefret eder, elini bile süremez. sonra kitap yakanlar, kitap yırtanlar, kitapperestler.."
  • dönem dönem nükseder.

    oldu ki kitapçıya girmeniz gerekti, elinizde henüz yarısını okuduğunuz bir kitapla girmeniz, "la dümbelek, sen önce elindekini bitir" diyerek kendi kendinize telkinlerde bulunmanız, eli boş olarak kitapçıdan çıkabilmenize olanak sağlayabilir...

    edit: sağlayamıyormuş....
  • sel yayıncılık, geceyarısı kitapları serisinden okunduğu zaman insanı hoş eden, gerçek bir olaya dayanan bir flaubert klasiği.

    kısaca günümüzde de bazı insanlarda gözüken kitap satın alma hastalığına yakalanmış bir keşişin trajikomik hayatını anlatıyor yazar.

    sel yayıncılık, flaubert'in 14 yaşında yazıp beğenmeyip üstünü çizdiği, karalamalar ile dolu olan ilk elyazması ile 1837 yılında colibri mecmuasında yayımlanan nüshasını sayfalar arasına yerleştirmiş.

    sağ tarafta günümüz türkçesi ile okurken, sol sayfalarda yazarın kendi el yazısı ile hikaye devam ediyor yani.
    görsel
    görsel
    görsel

    ayrıca elyazmasının son sayfasında yazarın çizimleri yer alıyor. sanırım iki ya da üç armut ve iki insan portresi. flaubert bu kitabı yazarken 14 yaşında olduğunu unutmayalım, resim kabiliyetini öyle eleştirelim :)görsel
  • gustave flaubert'in ilk öyküsü.

    kitapçı ve aynı zamanda 'okuma yazması yok denecek kadar az' olan bir kitap düşkünü giacomo'nun hikâyesi yaklaşık 25-30 sayfa, ancak yazarın orijinal el yazısıyla beraber eklendiğinden sel yayıncılık basımı 70 sayfadan oluşuyor.

    30 yaşında olan giacomo kimseye yararı olmadığı gibi zararı da olmayan, kendi halinde bir adam ancak yabani buluyor onu çevresindekiler. tek bir zaafı var; kitaplar, özellikle el yazmaları. rakibi olan diğer kitapçı baptisto'nun, çok istediği bir kitabı mezatta satın almasının üzerine olaylar gelişiyor.

    --- alıntı ---

    “bütün parasını, bütün malını, bütün heyecanlarını kitapları için saklıyordu; onlar uğruna keşişliği bırakmış, tanrı'ya sırtını dönmüştü. yetinmemiş, insanın tanrı'dan sonra en fazla kıymet verdiği varlığını, parasını kitaplara feda etmiş ve yine yetinmemiş, insanın paradan sonra en fazla kıymet verdiği varlığını, ruhunu kitaplara teslim etmişti.”

    --- alıntı ---
  • kitapları okumadan, sayfalarını ve satırlarını ziyaret edip gönüllerini almadan ağırlamak, penceresiz ve güneş görmeyen, dört tarafı ancak soğuk duvar kaplı bir evde çürümek gibidir bana göre. insan kitap alamayacak kadar zor şartlarda yaşasa bile dayanır, yüreği parçalansa da o yokluğa tahammül eder, etmeye çalışır, ama okumaktan mahrum kalmak öyle mi? çölde susuz kalmaktan beterdir o durum. okumayacağımı bildiğim hiçbir kitaba dönüp bakmamışımdır o yüzden, ama okumak için çıldırdığım, sayfalarında ne yazıyor acaba diye uykularımı kaçırdığım kitapları alabilmek için de gün boyu aç dolaştığımı, kilometrelerce yol yürüyüp o yol parasını harçlığıma ekleyerek kitabın parasını denkleştirdiğimi çok bilirim. alamayacağım fiyatlardaysa da emaneten temin edip notlar alarak okurum, "sadece bende olmalı" gerilimine hiç kapılmam. o yüzden, okumayacağı kitaba sahip olma hırsıyla tutuşan, "boşa" istif yapan insanları anlayamam hiç. mantığıma izah edemem. bibliyomani, bana o yönüyle tuhaf ve ibretlik gelmiştir hep.

    ol sebepten, flaubert'in "bibliyomani"sini okurken kâh esef duydum, kâh yok daha neler dedim. zira giacomo, okumaktan ziyade izlemek, "benimsin" demek için alıyordu kitapları. okuyup keyfine vardıktan, satırlarında kendini bulup hemhâl olduktan sonra o ruh hâline bürünse neyse. onu bazı özel kitaplarımız için yaşıyoruz sonuçta. adamcağızın pençesinde kıvrandığı o ızdırabı gözlemleyince hâlime şükretmedim değil. kısacık öyküsünü kalp çarpıntılarıyla okurken empati kurdum, az çok anladım, acıyarak hak verdim ama şükrettim, evet. zira allah, kimsenin gözünü, cana/canlara kıyacak kadar karartacak imtihanlara düşürmesin.

    kitabın sel yayıncılık baskısını klas kapağı dolayısıyla beğenirim, orijinal metni ağırlamalarını da hoş bulurum; fakat altıkırkbeş'in baskısı da manidar bir kapakla yapılmış, onu da mı alsam ne!*
  • ayiniyetle sel yayıncılık'tan çıkan bir gustave flaubert kitabı. kısa bir hikâye kitabı misali, bir solukta okunuyor bu eser.

    işin ilginç yancağızı, bu kitabı flaubert reyiz 14 yaşında ergenliğe fıtı fıtı adım attığı sularda kaleme almıştır. yahu işin mi yok senin be adam, ulan olm git ergen triplerine gir, pipinle dimağın yer değiştirsin, şööyle yaşına mütakip bir hayal aleminde gezinip dur, bi meczuba dön, 14 yaşında bir veledin nereden aklına gelir kitap manyağı bir adamı yazmak filan fıstık. vay anam vay.

    yaşaa, var ol, ergen flaubert reyiz. adam olacak çocuk..
hesabın var mı? giriş yap