• voltaire bu hikayesinde voltaire, genç ve herşeyden bihaber olan candide'e leibniz'in felsefesini temsil eden pangloss ve sağ duyunun temsilcisi olan filozof martinle beraber bütün dünyayı dolaştırır.bu seyahatte pek çok felaketle karşılaşan candide, herşeye rağmen yaşananların iyiliğine inanır ve bu düşüncesinden ancak türkiye de vazgecer..ve hayatın sırrına da türkiye de rastladıgı dervişin "bahcemizi yetiştirelim" sözü ile erer.
  • "calismak, bizden yoksullugu, can sikintisini ve kotu aliskanliklari uzak tutar." mesajini iletmeyi gorev bilmis kitap. basit ama dogru ve onemli tespit. 2000 yilinda adam yayinlari'ndan "candide ya da iyimserlik" adiyla cikmis baskisi mevcuttur. cizimler fevkalade hostur ve karikaturist turhan selcuk'a aittir. cevirisini ise server tanilli yapmistir. onsozu oldukca doyurucudur.
  • voltaire'in, "olabilecek dünyaların en yetkininde yaşıyoruz; dünyamızda her şey en iyidir. her şey, bir amaç için yapıldığından, her şey zorunlu olarak en iyi amaç içindir" sözlerini düstur edinen pangloss karakterini kullanarak, leibniz'in iyimserliğiyle dalga geçtiği klâsiği.

    saf candide'in "insanlar kurt doğmadıkları halde kurt oluyorlar" (bkz: homo homini lupus) inanışındaki jacques ve özellikle mani inanışındaki yaşlı bilgin martin ile olan diyalogları da ilgi çekicidir:

    candide:
    - insanların, bugün yaptıkları gibi, ezelden beri birbirlerini öldürdüklerine inanıyor musunuz? insanların hep böyle yalancı, hileci, vefasız, nankör, haydut, zayıf, sebatsız, alçak, kıskanç, obur, sarhoş, pinti, tutkulu, kan dökücü, dedikoducu, serseri, bağnaz, iki yüzlü ve budala olduklarını mı sanıyorsunuz? dedi.

    martin:
    - atmacaların hep buldukları güvercinleri yediklerine emin misiniz? dedi.

    candide:
    -evet kuşkusuz, dedi.

    -peki o halde, atmacalar aynı niteliği hep sürdürmüşlerse, niçin insanların doğalarını değiştirmelerini bekliyorsunuz? dedi. (bölüm xxı)

    insanın doğası üzerine olan bölümleri, önümdeki masada oturan ve aralarında bir dondurma için rutin rolünü yapan bir küçük çocuk ile birinin sadece üzeri ıslandı ve değiştirmesi gerekiyor diye vahşi kahkahalar atan bir diğeri olmak üzere, dört küçük çocuğun çığlıkları ve hemen yanımda, onlardan daha büyük olan ve oynadıkları oyun üzerinde arkadaşları üzerinde otorite kurmaya çalışan çocuk sesleri arasında okumaya çalışmam da manidardı.
  • voltaire 'in candide 'i üç günde bitirdiği söylenir..

    romanın kahramanı çıktığı uzun yolculuğun son demlerinde istanbul 'a varır ve bilge bir dervişe hayatın anlamını sorar. el cevap:
    "sana ne be adam? bu senin işin mi ki?"
    "ama efendim.. dünyada bu kadar acı ve sefalet var. bütün bunlar neden oluyor?" diye üsteler kahramanımız. velakin bilge dervişin cevabı bize umut vermez:
    "iyilik olmuş, kötülük olmuş, bundan ne çıkar? padişahımız mısır'a bir gemi yolladığı zaman içindeki sıçanların rahatını düşünüyor mu?"
  • "iyimserlik" düşüncesini çürütme çabası içinde, sağlam bir uygarlık eleştirisi sunan kitap.

    türkiyede ne zaman yasaklandığını ya da yasaklanma sebebini bilemiyorum fakat şu bölümün neden olma ihtimali yüksektir:

    yaşlı kadın anlatıyor:

    "arkadaşım olan esirler, onları ele geçirenler, askerler, denizciler, siyahlar, habeşler, beyazlar, melezler ve sonunda korsanım, herkes öldürüldü ve ben yarı ölü bir halde, bir ölü yığınının üstünde kaldım. buna benzer olaylar, bilindiği gibi, muhammed'in emrettiği beş vakit namaz kusur edilmeyen üç yüz fersahlık bir bölgede olağan işlerdendi."
  • aşırı derecede mesaj veren bir kitap, ayrıca her yeri ironi ile süslenmiş, bir oya gibi ironi işlenmiş :p
  • simdi hikaye acik, herkes anlamis: leibnizin felsefesi denilen, avrupa merkezci bir burjuva ahlakiyla "simdiki duzen zaten olabilecek duzenlerin en iyisidir, zayifliklari sorumlularin yetersizliklerine baglamayin" dusuncesiyle tasak gecmistir voltaire.

    bu onemli bir nokta, zira bir kez bu duzenin olabilecek en iy iduzen oldugu kabullenilirse, her turlu sosyal analizin ve elestirinin koku bastan kazinmis olur. bu konulardaki ilerleme durur, yerini ya kadercilige birakir ya da gelecege endeksli aptalca bir iyimserlige, yani biz bugun esek gibi calisip fabrikanin sisman patronunu besliyoruz ama bunu yapmasak belki 20 yil sonra durumumuz cok daha kotu olacaktir. iste bu muallak gelecek hesaplariyla dustugu dardan kendini kurtarabilir leibniz.

    fakaat asil sorun hikayenin sonunda. binbir macera sonunda elemanlarin turkiyeye gelmeleri ve bir dervisle ve bir de koyluyle konusarak hayatin sirrini ogrenmeleri seklinde lanse edilmis bu son. dervis dedigin de sacmasapan bir adam, leibnize artik inanmayan ve bu mantigin yerine birsey oturtmaya calisan candide'e dedigi kisaca fazla dusunmeyeceksin, calisacaksin, kafani bos islerle mesgul tutacaksin.

    lan bu mudur yani voltaire? eger burada bircok defalar belirtildigi gibi dervisiydi koylusuyde, hikayenin dersini anlatan tiplerse, ben buradan voltairein mezarina tukururum arkadas.

    ama ote yandan acaba voltaire o el dorado'nun bahsini bir amac icin mi acmis kitabinda. yani turkiyede candidein aldigi ders, hayattan yilmis insanlarin cozumu sadece, yoksa genel bir cozum degil. daha genel cozum, leibnizin burjuva ahlakinin aksine, toplumsal yapinin kaderlik bir yani olmadigi, sistemin degistirilebilecegi, ilerletilebilecegi ve daha iyi ve anlamli bir hayatin mumkun olabilecegidir. bunu basarabilmek icin ilk adim, bunun mumkun oldugunu gormektir, el dorado da bunun bir kanitidir. lakin geri kalan dunyanin carpik sisteminin en buyuk basarisi, o sistemin otesinin olmadigina insanlari ikna etmek ve bu umutsuzluklari icinde onlari "gemisindeki farelere kafayi takmayan" dervislere donusturmektir.

    haa, iste voltaire'in derdi bunlarsa, o zaman helal olsun; ironileri gozumuze sokmus kitap boyunca ama asil vurucu noktayi yeterince klas bicimde sunmus.
  • öyküsü insanoğlunun dünya alemindeki serüveni ile özdeşleştirilen hikayenin kahramanı. kitabın ismi ise türkçe olarak, candide ve iyimserlik. candide hiç bir konuda bizzat karar veremeyecek şekilde yetiştirilmiş saf bir delikanlıdır. (voltaire, böyle tanımlıyor)

    --- spoiler ---

    madamoiselle cunegonde’u öpmesiyle, önce cennet gibi bir mekan olan thunder-ten-tronckh şatosundan çıkarılır, candide. cennet'ten kovulmaya atıf yaparak başlar voltaire. incil'e gönderir ilk eleştirisini.

    evsiz barksız ve parasız kalan candide bulgar askerler tarafından yapılı ve dayanıklı görülerek eğitilir. voltaire’in bu kısımdaki bazı cümleleri, hala bile aynı askerlik metodlarının dünya üzerinde değişmeden uygulandığını göstererek hayrete düşürür. " sağa döndürdüler, sola döndürdüler, tüfek astırdılar, ateş ettirdiler, ayak değiştirttiler, üstelik bir de otuz sopa vurdular.." savaşan askerlerin insanlıktan nasıl çıktıklarına örneğini ise, "bir yanda da birkaç kahramanın doğal ihtiyaçlarını giderdikten sonra karınlarını deştikleri genç kızlar son nefeslerini veriyorlardı." cümlesiyle aktarır.

    hikayedeki karakterlerden iyi kalpli anabaptist jacques;` :anabaptistler doğdukları zaman vaftiz edilmezlerdi`` :bütün insanların eşit olduklarına inanırlardı` "insanlar da doğayı biraz bozmuş olmalılar. çünkü insanlar kurt doğmadıkları halde kurt olmuşlar. tanrı onlara ne yirmi dörtlük top, ne de süngü verdi. oysa onlar, birbirlerini yok etmek için süngüler, toplar yaptılar. ayrıca alacaklılar paralarını alamasınlar diye iflas edenlerin mallarına el koyan adaleti de bu arada sayabilirim" diyerek voltaire'in düşüncelerine tercüman olur. anabaptistlere hak verir voltaire, engizisyonun saçmalıklarını da nazara vererek. bir deprem sonucunda, tavuğu yerken yağını çıkaran iki portekizlinin ve vaftiz anasıyla evlendiği iddia edilen birinin yakılarak öldürülmesini alaya alarak engizisyonun dehşetlerini gözönüne serer. "auto-da-fe` :insan yakmak` verme"nin nasıl bir mantıkla izah edilebileceğini sorar.

    paranın gücü ile kilisenin otoritesinin kirli antlaşmasını da matmazel cunegonde'un bedeni ve ona tahsis edilen evin, mülkiyeti üzerinde anlatır. "ev ile ben, ikisinin ortak malı olacaktık. pazartesi, çarşamba ve perşembe günleri yahudi'ye, haftanın diğer günleri de engizitör'e ait olacaktık." aynı cunegonde'un candide’e duyduğu aşkın da ten'e bağlı olduğunu söyleyerek cinselliğe dokundurur yazar. "ne yalan söyleyeyim, sizin teniniz bulgar subayının derisinden daha beyaz ve daha güzeldi." aşk'ın ten'e mağlubiyeti ise daha sonra parisli kumarbaz ev sahibesinin bedeninde yaşanacaktır, candide için. insanın zayıflığı..

    cunegonde'un yanındaki yaşlı kadının başına gelen felaketlerinin sonundaki yorumu ise, en derin sorgulardan biridir.
    "kaba etlerimden birini yitirmiş olarak, bir papa kızı olduğumu hiç aklımdan çıkarmadan, yokluk ve sefalet içinde yaşlandım. belki yüz kez kendimi öldürmek istedim. ama yaşamı hâlâ seviyordum. bu gülünç zayıflığımız belki en vazgeçilmez düşkünlüklerimizden biridir. çünkü her zaman yere çalmak istediğimiz bir yükü, sürekli taşımaya çalışmaktan, varlığımızdan dehşete düştüğümüz halde, ona bağlanmaktan, kısacası bizi kemiren yılanı kalbimizi yiyinceye kadar okşamaktan daha budalaca bir şey olur mu?"

    milletler arasındaki düşmanlığı da hedefleri arasına alır voltaire. aptalca bir düşüncenin; denizin bu yakasındakilerin diğer tarafındakilere nasıl bir husumet beslettiğini muhteşem özetler. mantığın yok oluşu denebilir buna.. "bu insanlar (yamyamlar) cizvit olmadığımı öğrenir öğrenmez beni yiyecekleri yerde bin bir iltifat ettiler."
    en sağlam salvolarından birini de, hikayedeki bir afrikalının ağzından, ırkçılık üzerine yollar.. "beni hıristiyan yapan hollandalı din adamları, her pazar günü ayinde, beyaz siyah, hepimizin âdem babamızın çocukları olduğumuzu söylüyorlar. ben soyağacı uzmanı değilim, ama eğer bu vaizler doğru söylüyorlarsa hepimiz amca çocuklarıyız. şimdi siz söyleyin, insan akrabasına bundan daha feci bir davranışta bulunabilir mi?"

    fransızların yaşamını iğneler arada bir.. "birinci iş aşk, ikincisi dedikodu, üçüncüsü de gevezelik." diyerek.. ve kumar tutkusuna takılan insanın elindeki iskambil kağıtlarının tanımıyla birlikte tasvir eder. "on iki kumarbazdan her biri, elinde, talihsizliğinin dört köşe defterini, yani bir deste iskambil kâğıdı tutuyordu."

    bilginlerin rafları kitaplarla dolu olan kitaplıklarına da içten bir alaycılıkla bakar, kitapların hemen hemen hepsinin "bir eski zaman anıtı gibi ya da piyasada artık geçer akçe olmayan paslanmış madalyalar" gibi durduğunu söylerken. ne kadar çok bilseler de, mutsuzluk içinde kıvrandıklarını, tatmin olamadıklarını özellikle ispat eder, senato üyesi prococurante'nin dilinden.

    insanların inançlarına bağlı kalarak değil, çıkarları ve zevkleri için yaşadıklarına atıf yapar, "tüm bunlar muhammed'in emrettiği beş vakit namazın kılınmasında kusur edilmeyen üç yüz fersahlık bölgede olmaktadır" derken.

    --- spoiler ---

    hikaye boyunca birçok felaket gelir başına candide’in. filozof pangloss’` :leibniz`un öğretilerinin ne kadar asılsız olduğunu göstermek için, voltaire felaketlerin tek bir kişinin başına gelmediğini, tüm insanların her daim muzdarip olduğunu anlatır durur. martin'i kötümser görebilmek mümkün, ama genelde pes etmeyen ve gözlerini açarak yaşayan bir sağduyulu ses sahibi kimse olarak tezahür eder candide'in yanında.

    hiç bir felakete uğramadıkları el dorado ülkesinde ise uzun müddet kalamaz candide ve yardımcısı cacambo. burada anlatılmak istenen, insan fıtratının mükemmel bir dünyaya da uyum sağlayamamasıdır. çünkü herşeyin harikulade olduğu bir dünyada onlara heyecan verecek bir şey kalmamıştır. başka bir düşünürün de bahsettiği gibi, ülkesi müreffeh olan bir kral; huzurun tadını çıkaracak yerde, bir tavşanın peşine takılarak, avlamak için oradan oraya koşturur. insanın aradığı şey huzur mudur, heyecan mıdır.. tatmin tek bir duyguya ya da mükemmele mi endekslidir, yoksa sürekli bir döngü'de mi gizlenmiştir ? işte candide ve yardımcısı da; el dorado'nun taş parçaları olan elmaslardan alarak, eski yaşadıkları yerlerden birinde güzel bir yaşam kurmak hevesiyle terketmeye karar verirler mükemmellikler ülkesini. doyumsuzluluğu ve tatminsizliği tarif eder adeta voltaire, cunegonde'un orada olmayışından şekva eden candide'nin ihtirasını göstererek.

    hikayenin sonunda istanbulda bir derviş ile konuşmaya müteakip, rastladıkları bir köylü onlara hayatın sırrını fısıldar, "bahçemizi yetiştirmeliyiz" diyerek. gerçek mücadelenin ve heyecanın, düzenli bir uğraş ile gerçekleşebileceğine o zaman kanaat eder candide. el dorado'yu gerçeğe çeviremeyeceğini bilir insanın. ki gerçeğe dönüşse bile insan bundan tatmin olmayacaktır. kusur, ruhuna kodlanmıştır insanoğlunun. ama faydalı olabilecek sürekli bir uğraş, kişinin ilk yapması gerekendir, mutluluk ve tatmin adına.. ve tabii döngünün paralelinde bir seyir izlemek.
  • fransızca da saf anlamına gelen kelime..voltaire den once candide diye bi kelime var mıydı yoksa voltaire in kitabında ki candide'in saf olmasıyla mı fransızcaya girmis tartısması yaratan kelime.
  • voltaire'in bir ara burada yasaklanmis kitabi. neden yasaklanmis onu da bilmiyorum.
hesabın var mı? giriş yap