• "ötekinin sevmediğimiz özellikleri, kendi kendimizi bulmaya yardım edebilir." demiş bu abi.

    yunus emre de diyor ki;

    "seni deli eden şey yine sendedir sende."

    valla çok doğru. görmek çok çok zor, insan yakıştıramıyor, ulan ben miyim bu orospu çocuğu hakkatten diye düşünüyor. ama tamamen objektif bakabilirsen, fiuuu.
  • "yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. insan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder."

    - carl gustav jung -
  • psikoloji ve ırklar arasındaki sorundan 1936 yılında, yahudiler için önemi açık olan o yılda uluslararası bir kongrede bahsetmesine, umut ilkesi'nde, "ağzı faşist salyalar saçan isviçreli psikiyatrist" cümlesiyle tepki verir ernst bloch.
  • freud'u izleyen tanınmış psikologlardan biridir. cinsel dürtülerin psikoanalitik yaklaşımda fazla abartıldığını düşünmüştür. diğer dürtülerin de önemli olduğunu savunmuştur. cinsel dürtülerden daha çok, insanın amaçlarının olmasına ve bu amaçlara ulaşmak için bireyin yaşamında çaba göstermesine önem vermiştir. bu anlamda freud'dan iyimserdir.
    içedönük (introvert) ve dışadönük (extravert) kavramlarını ilk kullanan kişidir. içedönük kimsenin düşünceleri ve ilgileri iç dünyalarına doğru yönelmiştir; diğer kimselerle az birlikte olurlar. aynı zamanda dışadönük kimse sürekli başkalarıyla beraber olmak ister ve hiç yalnız kalmak istemez. jung, kişinin etkin bi yaşam sürebilmesi için bu iki yönü denge içinde tutması gerektiğini savunmuştur. ona göre kişilik sorunları bu dengesizlikten doğar.
  • sigmund freud'un ogrencisi 1875 ila 1961 yillari arasi yasamis psikoloji uzmani. kendisi ileriki yillarda freud'a bazi teorilerde karsi cikmis ve kendi psikolojik teorilerini kurmustur.

    kendisi freud'a oranla daha cok toplumsal olarak insanoglunun sosyolojik ayrimciligi konusunda bilimsel calismalar yaratmistir.

    jung'a gore insanoglunun psikolojisi cinsellik ile gelisir amma velakin yasadigi sosyolojik ortam (irk, toplum, sosyal duzen) bu gelismede cinsellik kadar ayni rolu oynar. (freud bu konuyu pek fazla ele almamistir. freud'a gore insanlar bireyseldir, toplumsal degil)

    jung'a gore gene insanlar "bir amac" icin yasar. ( misal basarili olma, sevdiceginle evlilik planlari, is hayati, okulda, lisede, universitede basari ve popularite vs.) ama freud'a gore insanoglu amactan cok "gecmiste yasadigi olaylarin nedeni" ile hayatina yon verir.

    jung'a gore insanlar

    icine kapanik vs. disa acilimci
    onyargili vs. bilgiye acik

    gibi farkli gruplara ayrilir...

    yani kisacasi aslinda jung, freud'un teorisini reddetmemistir. amma velakin freud'un teorilerine sosyolojik ve kulturel farkliliklarin etkilierini eklemistir.
  • psikoloji tarihinin en jön, filmlere konu olan aşkların adamı. önce kompleks psikolojisi sonra da son haliyle analitik psikoloji kuramını yaratan insan. görüşleri freud'dan daha tutarlı ve mantıksal olup, psikanalizin devamlılığını sağlayan ve o'nun* takipçisi olan psikoterapist. her ne kadar yasak aşkı ve çapkınlığıyla anılsa da, psikoloji bilimine katkıları oldukça fazladır.

    kendisi isviçreli olup, sık sık depresyona giren bir anne ve luteran papazı bir babaya sahipti.. çocukluğu ailevi sorunlar nedeniyle hep yalnız geçti. o zamanlarda da içedönük bir çocuktu, yaşamı boyunca da öyle kaldı. her içine kapanık çocuk gibi, kendi yarattığı dünyasında mutlu oldu, sürekli merak etti ve okudu. üniversite eğitimini tıp alanında yapmaya karar verdi.

    jung, her zaman rüyalara ve parapsikolojiye karşı özel bir ilgi duyardı. nitekim hekimlik hayatı boyunca, başta hindistan ve afrika gibi ülkeler olmak üzere, doğu mistisizmini araştırmak için birçok ülke gezdi. kendince bilimsel bir temele oturtmak için yaptığı bu araştırmalar, kendine has teknikler geliştirmesine sebep oldu.

    şüphesiz hayatının dönüm noktası, yollarının sigmund freud ile kesişmesi oldu. freud'u yakından takip eden jung, ona bazı makalelerini ve ilk kitabını yolladı. bunun yanında, özellikle çocukluk dönemine ilişkin cinsel sorunları her zaman kuşkuyla karşıladı, bunu freud ile de paylaştı. freud'un daveti üzerine viyana'ya gittikten sonra, işler beklediğinden iyi gitti. ilk karşılaşmaları harikaydı, on üç saat aralıksız konuştular. sonrasında altı yıl sürecek olan dostluk başladı. freud, carl'a çok destek oldu, uluslararası psikanaliz derneği kurulduğunda onu başkanlık için önerdi. her mektubunda, jung'ı oğlu gibi sevdiğini ve onu veliahtı olarak gördüğünü belirtti.

    bu büyük bağın neden sona erdiği bilinmez; sanıldığı gibi bir kadın mı aralarını açtı, jung ün ve başarıyla gözü dönüp freud'un önüne mi geçti, yoksa freud gerçekten asla tam olarak ona kendini açmadı mı. . ancak gerçek olan bir şey var ki, o da jung'ın bağımsız ve başına buyruk kişilik yapısıydı. süreç içinde, freud'dan ayrılan fikirlerinin arkasında, aralarının açılacağını bile bile, durdu, dönüşümün simgeleri adlı kitabını yayımladı. freud ve psikanalize karşı yaptığı bu başkaldırı, onu üç yıl sürecek bir kararsızlık dönemine soktu. kısacası jung bir süre de olsa freudsuz bocaladı.

    bocalama döneminden sonra, tam anlamıyla küllerinden yeniden doğdu. arka arkaya çıkardığı kitaplarda, kişiliğin yapısına dair düşüncelerini açıkladı. id ve süperegodan hiç bahsetmedi, kişiliğin tüm yapısına verdiği psişe adıyla bilinç ve bilinçdışı duyguların hepsini birarada topladı. bilinç ve bilinçdışının yanında yepyeni bir kavramdan söz etti: kollektif bilinçdışı. böylece kendinden öncekilere göre fark yaratarak, evrimin işleyiş sürecini de kişiliğe dahil etti.

    yılandan ya da daha önce hiç deneyimlemediğimiz durumlardan korkmamızı ortak bilinçdışına örnek gösterdi, içeriğini arketipler terimiyle adlandırdı. jung, yaşamının son kırk yılının büyük bölümünde bu arketipleri araştırdı. bu arketiplerin içinde bazıları özel ve ayrı bir önem verdi; persona, anima ve animus, gölge ve ben.

    persona, analitik psikolojide, insanın kendisi olmayan bir karakteri yaşaması demektir. yani, toplumun onayını sağlamak için insanın dış dünyaya karşı taktığı maskedir. anima ve animus, kadın ve erkeklerin, içlerindeki karşı cins enerjisini temsil eder. ona göre, kadın ve erkek her iki cinse ait hormonlar salgılar, psikolojik anlamda da bazı tutum ve hisleri birbirlerinden edinmişlerdir. gölgenin, yapısalcı kuramda ide karşılık geldiğini söyleyebiliriz. gölge, insanın hayvan yönünü içerir, kalıtsal olarak, evrim tarihinden bize miras kalmıştır ve hemcinslerimizle ilişkilerimizi etkiler. ben ise, kişiliği örgütleyen öğedir. bir nevi, egonun karşılığıdır.

    jung, psişesini iki temel ilkeye dayandırmıştır: eşdeğerlik ilkesi ve entropi. eşdeğerlik ilkesine göre, kişiliğin bir bölümündeki enerji azalır ya da yok olursa, aynı oranda enerji bir diğer ruhsal öğede ortaya çıkar, yani kaybolmaz. entropi ilkesi ise, bu azalan ya da artan enerjilerin dengede kalmasını amaçlar.

    analitik psikoloji bir derya. bunlar da, jung'ın öğretilerinin sadece satır başları. jung, her zaman ılımlı, hastasına değer veren ve kendisini onunla eşit gören bir terapist olmuştur. içedönük, dışadönük kavramlarını psikolojiye kazandırmıştır. bu sebeplerden, psikoloji camiasında her daim saygıyla anılır.
  • rüya sembolizminin ve bilinçdışının çözümlenmesinde bireyin genetik mirasçılarının yaşadıklarıyla bağlantı kurması, ubisoft'a abstergo'nun animus'unda fikir babası olmuştur diye düşünüyorum. hatta captain obvious'lığı bi kenara bırakıp animus sözcüğünün bile dokunulmadan kullanıldığına dikkat çekiyorum.

    eğer jung haklıysa, yani bilinçaltımızın konuştuğu dil kalıtsal atalarımızın deneyimleri/mirasları ile belirlendiyse, insanın kendi içsel yaşamında yaşadıklarını ve hissettiklerini çok ayrıntılı olarak kaydederek* alt nesline aktarması yeni doğacak bireyin olanı biteni* anlamasında büyük yol katetmesini sağlayabilir. hatta bu verilerin olmadığı durumda körlemesine yaşıyoruz bile diyebiliriz.

    atıyorum bugün gördüğün bir rüyada x olayı yaşanırken y olunca arabanın lastiği patlıyorsa, 5 nesil önceki dedenin atının nalı çıktığında ya da atın ayağı sakatlandığında ne hissettiğini ve akabinde olayların nasıl geliştiğini ayrıntısı ile biliyor olman, şu anda beyninin, arkaplanda neleri hesapladığını ve nelerin kokusunu aldığını görmende bir kılavuz olabilir. ama eğer jung haklıysa.
  • analitik psikolojinin kurucusudur. kendisi bir ölümseverdir ama bu eğilimi bir şekilde bastırmayı başarmıştır. özyaşam öyküsünde jung buna pek cok kanıt göstermiştir.
    kendine ev yapılırken, 150 yıl önce öldürülen bir fransız askerinin cesedi bulunmuştu. jung cesedin resmini çekip bunu duvara asmıştır.
    freud, jung'un eğilimini, jung'la amerika'ya giderken fark etmiştir. jung, hamburg yakınındaki bir bataklıkta bulunan iyi korunmuş cesetleri anlatmıştır. freud ise jung'un cesetlerden çok söz ettiğini çünkü bilinçaltında ona karşı ölüm istekleri olduğunu söylemiştir.
    ayrıca jung rüyasında sigfried isimli kendi içindeki kahramanını öldürmüştür.
    çocukken tanrının bir kilise üstüne gökyüzünden kocaman bir bok atarak yıktığını düşlemesi ve hitler'e yakınlık duyması bu eğilimin başka bir kanıtıdır.
  • jung'un rüyayla ilgili düşünceleri üzerine öttürme:
    (bkz: rüya/@o my god they killed kenny)
  • birkaç yıldır fena halde merak saldığım psikanalist. pek çok kitabını okumuşluğum var ve her kitabında aşağı yukarı benzer ama güzel şeyleri anlattığını görüyorum. insan ruhuna yöneliş, dört arketip, analitik psikoloji, rüyalar ilgililer için okunması gereken kitapları bence. hakkında yazılmış biyografi ve inceleme kitaplarını da okudum. hepsi kayda değer olmakla beraber yeni başlayanlar ve basitçe jung'u tanımak isteyenler için ruth snowden'in "jung kilit fikirler" kitabını öneririm. bu kitabı okurken rüyalarla ilgili aldığım bazı notları paylaşayım:

    jung’un öğrencisi neumann’a göre bireyin ruhsal yolculuğu esnasında beliren arketipsel olaylardan ilki uroboros’tur. uroboros, kendi kuyruğunu yiyen, dolayısıyla dairevi bir motif oluşturan bir yılandır. doğanın yaratıcı ve yıkıcı yönlerini, sonsuz ölüm-yaşam döngüsünü simgeler.

    jung, arketipsel evreleri mitlere ve efsanelere bakarak keşfeder. bu arketipsel öyküleri anlamanın, ruhun nasıl geliştiğini anlamamıza yardımcı olabileceğini söyler.
    jung’a göre öykülerdeki, mitlerdeki kahraman, belirmekte olan ego bilincini ve onun gelişip büyüme çabalarını temsil eder. kahraman mücadelelerinde çoğu zaman tanrısal figürlerden ve başka koruyuculardan yardım alır. onlar kahramana, kendi başına başaramayacağı her tür insanüstü görevi nasıl başaracağı hakkında önerilerde bulunurlar. bu insanüstü figürler bütünlüklü ruhun sembolik temsilleridir. bütünlüklü ruh, bilinçdışı dünyasına erişip, mücadele eden egoda olmayan eksik bilgiyi elde edebilir. sonunda kahramanın kendini kurban ederek ölümü, olgunluğun başarıldığını gösterir.

    jung, birey kendi bilinçdışında pusuda bekleyen canavarlarla yüzleşmedikçe, bu sürecin asla tamamlanmış olmayacağı kanısındaydı.
    birçok insan, kendi bilinçdışı yönlerini bütünüyle görmezlikten gelir, ona bilinçdışının kendi rüya ve düşlemlerinde açığa çıkardığı iletileri dinlemeyi öğrenebilirlerse, bunları yaşamlarını zenginleştirip iyileştirmek için kullanabilirler. bilinçdışı bu iletileri imge, işaret ve semboller biçiminde aktarır; bunları verimli şekilde işlemek bilinçli zihnin görevidir. bu her zaman kolay değildir, çünkü bilinçdışının dünyası akıl karıştırıcı ve zaman zaman korkutucudur.

    bilinçdışını keşfetmeye başladığımızda açığa çıkan ilk katman gölge’dir. gölge, kendimizde hoşlanmadığımız yönlerimizden oluşur.
    gölgeyle yüzleşme, bireyleşme sürecinde yalnızca ilk görevdir. bir kez gölgeyi tanımaya başladığımızda, ruhta ikinci katmana ulaşırız; bu anima ya da animustur, ruhtaki karşı cins imgesidir.
    kadın için, destekleyici ve yön gösterici animusun enerjisini anlamak, ona yaşamını dayandıracağı güçlü bir yapı sağlar.

    *
    • gölge ile yüzleşme
    • anima-animus ile çalışma
    • rüya ve düşlemleri keşfetme
    kendimizle ilgili pek çok şeyi anlamamıza yardımcı olabilir.

    *kötü görünen parçalarımızı kabul etmemiz gerekir, çünkü bunlar bize dengesiz alanları gösterir.

    *ruhun olumlu ve olumsuz yönlerini bütünleştirdiğimizde beliren “uzlaştırıcı üçüncü öğe” bizi varlığımızın amacına, iç özüne, jung’un benlik dediği şeye götürür. jung, benliği kişilerüstü, aşkın bir kendilik olarak görüyordu, sonunda benliğe ulaşmamız demek bireyleşme sürecinin sona ermesi demektir. benlik, kadınların rüya imgelerinde yüksek konumdaki bir rahibe ya da tanrıça figürü olarak görünebilir.

    *jung, rüyaların yerine getirdiği çeşitli işlevlerin olduğunu belirtir:
    • bilinçli zihnin bir biçimde kusurlu ya da çarpıtılmış alanlarının telafisi işlevi
    • kolektif bilinçdışından arketipsel anıları geri getirmek
    • yaşamlarımızın bilinçli olarak farkında olmadığımız iç ve dış yönlerine dikkat çekmek

    *jung, rüyanın altında her zaman bir fikir ya da niyetin yattığını düşünüyordu: rüya bilinçdışının söylemek istediği önemli bir şeyi dile getirir. rüya, kişinin içsel hakikatini ve gerçekliğini, zorunlu olarak o kişinin olmasını dilediği gibi değil, gerçekte olduğu gibi gösterir.

    *tekrar tekrar görülen rüyalar, çoğu zaman kişinin yaşamaya yönelik tutumundaki belli kusurları dengelemeye çalışır. bu tür çatışmalar çocukluktan geliyor olabilir.

    *ileriye bakma rüyaları:
    bu tür rüyalar arasında uyarı rüyaları, gelecek olaylara ilişkin endişelerimizi yansıtan rüyalar ve daha gizemli öngörü rüyası yer alır.

    *kahince rüyalar: jung bunları büyük rüyalar olarak da adlandırır. bunlar rüyayı görene kutsi ve son derece önemli hissi veren rüyalardır. atalarımızın tanrılardan gelen iletiler olarak yorumlayacakları türden rüyalardır.

    *kişi analizde ne kadar ilerlerse, rüyaları o kadar karmaşık ve simgesel hale gelme eğilimi gösterir.

    *ruhsal enerjimiz bir yöne doğru fazlaca eğilim gösterirse, o zaman rüyalarımızda arketipsel bir imge görünüp bize dengesizliğin nerede olduğunu gösterebilir. bilinçdışı, egoya bu yolla ulaşır.
hesabın var mı? giriş yap