• bülent arınç'ı gülücük saçarken görmek isteyenlerin kaçırmaması gereken video klip.
  • fr. i$te hayat, hayat bu, thats the life..
  • vito genovese'in dikkatinden kacmi$ ba$ka bir eser daha... elp'inkinin sozleri $oyledir:

    c'est la vie
    have your leaves all turned to brown?
    will you scatter them around you?
    c'est la vie

    do you love?
    and then how am i to know?
    if you dont let your love show for me?
    c'est la vie

    in the night,
    do you light a lovers fire?
    do the ashes of desire for you remain?

    like the sea,
    theres a love too deep to show,
    took a storm before my love flowed for you...
    c'est la vie

    like a song,
    out of tune and out of time,
    all i needed was a rhyme for you...
    c'est la vie

    [burada bir yorum yapmak istiyorum, tum $arkinin bence en can yakan yerinde, "tinisi ve ritmi bozuk bir $arki gibi, tek ihtiyacim olan bir kafiyeydi senin icin" der elp, bizim de aklimiza mfo gelir hemen "gozya$larin, gozya$larim, kafiye olsun diye degil" diyen... iki grup da sanki butun umudunu bir kafiyeye baglami$tir, baglami$tir ama bulamami$tir i$te... huzunlenir insan, o kafiyeyi bu insanlara bu kadar caresizce aratan guzeligi du$unurken...]

    do you give?
    do you live from day to day?
    is there no song i can play for you?
    c'est la vie
  • yapacak birşey yok..hayat işte..
  • greg lake'in buyuleyici sesi, arka plandaki yaylilar ve uflemeli calgilar, sarkinin tam ortasinda giren akordeon, sarki sozlerindeki derinlik ve daha bircok baska faktorun birlesiminin sonucunda tuyleri diken diken eden, olaganustu emerson lake and palmer eseri.
  • greg lake'in paris'te yaşadığı dönemde geceleri evine dönerken duyduğu kollu sokak orgunun sesinden etkilendikten yıllar sonra sözlerini peter sinfield ile birlikte yazdığı olağanüstü emerson, lake and palmer parçasıdır. parçanın ortasında paris'teki o melodi de yer alır. söz yazarı ve şair peter sinfield ayrıca king crimson'ın en muhteşem albümü olan "court of the crimson king" ve bu albümden en çok tanınan "epitaph"ın da söz yazarıdır.

    ulaşılamayan aşkı kabullenmişlik ancak bu kadar damardan anlatılabilir:

    "like the sea
    there's a love too deep to show
    took a storm before my love flowed for you
    c'est la vie..."

    fakat özellikle de "like a song, out of tune and out of time..." dediği yerden sonra orkestra girdiğinde artık göz pınarlarınızdaki yaşları daha fazla tutamazsınız...

    sözler:

    "c'est la vie
    have your leaves all turned to brown?
    will you scatter them around you?
    c'est la vie...

    do you love
    and then how am ı to know,
    ıf you don't let your love show for me?
    c'est la vie...

    oh, oh, c'est la vie.
    oh, oh, c'est la vie.
    who knows, who cares for me...
    c'est la vie...

    ın the night
    do you light a lover's fire?
    do the ashes of desire for you remain?

    like the sea
    there's a love too deep to show
    took a storm before my love flowed for you
    c'est la vie...

    oh, oh, c'est la vie.
    oh, oh, c'est la vie.
    who knows, who cares for me...
    c'est la vie...

    like a song
    out of tune and out of time
    all ı needed was a rhyme for you
    c'est la vie...

    do you give,
    do you live from day to day?
    ıs there no song ı can play for you?
    c'est la vie...

    oh, oh, c'est la vie.
    oh, oh, c'est la vie.
    who knows, who cares for me...
    c'est la vie..."

    edit: kamu hizmeti olarak tercümesini de ekleyeyim...

    öncelikle belirteyim: "c'est la vie" fransızca "hayat böyle işte" demek ama bazen bizim "olsun varsın, kısmet böyleymiş" dediğimiz kabullenme belirten anlamda da kullanılır... ben çevirmeden bırakıyorum.

    "c'est la vie...
    yapraklarının hepsi sarardı mı?
    hepsini çevrene saçacak mısın?
    c'est la vie...

    seviyor musun?
    ama ben nereden bileceğim ki,
    sen sevgini bana göstermezsen?
    c'est la vie...

    oh, oh, c'est la vie.
    oh, oh, c'est la vie.
    kim bilir, beni kimin sevdiğini...
    c'est la vie...

    geceleri
    aşıkların ateşini yakıyor musun?
    sana arzunun külleri mi kalıyor?

    bir deniz gibi,
    bu sevgi gösteremeyeceğim kadar derin,
    ancak bir fırtına gerek,
    benim aşkımın sana akması için.
    c'est la vie...

    oh, oh, c'est la vie.
    oh, oh, c'est la vie.
    kim bilir, beni kimin sevdiğini...
    c'est la vie...

    ahenksiz ve usulsüz
    bir şarkı gibi,
    bana tek gereken sana uygun bir şiirdi.
    c'est la vie...

    paylaşıyor musun,
    günü mü yaşıyorsun?
    senin için çalabileceğim hiçbir şarkı yok mu?
    c'est la vie...

    oh, oh, c'est la vie.
    oh, oh, c'est la vie.
    kim bilir, beni kimin sevdiğini...
    c'est la vie..."
  • "kuşlar uçuyor".
  • greg lake'in epitaph'tan sonra ikinci şaheseri. hastasıyım...

    alkollüyken dinlemeyin!
  • ba$indaki alki$lar olmasa live olduguna inanamayacaginiz inanilmaz $ahane bir versiyonu da mevcut.
  • bazılarımız diğerlerine göre daha şanslı. sözlük yazarları ve okurları mesela. benim boşa akıtacak, bu satırları yazacak vaktim, okuyanların da muhtemelen orta uzunluktaki bu yazıyı okuyacak vakitleri, bu eyleme aracılık edecek bilgisayarları, internet bağlantıları...

    bir kısmımız çalışıyor, bir kısmımız okuyor, bir kısmımız iş arıyoruz. daha iyi yaşamak ya da alıştığımız stadartları korumak adına. mesela pc’siz yaşamı düşünebiliyor muyuz? 12. seneme yaklaşıyorum, her gün en az bir kere maillerimi kontrol ediyorum, yılların sayısına yakın mail adresim olmuş, tek bir mailde toplayamıyorum kişileri, herkes alıştığına... gizli günlük tadında, iz bırakanları, yaşadıklarımı ya da düşündüklerimi yazıyorum sözlüğe. yıllar geçse de okuyarak hmm şöyle düşünmüştüm diyebileyim diye.

    yaşamın bizim etrafımızda dönen yüzü, bir de akıl ya da hayal edemediğimiz yüzü. düşünelim sağa sola düşüncesizce harcamalarımızı, zevk ve sefa içerisinde tasasız vakit geçirmelerimizi. yanımızdan geçen milli piyangocu, simitçi, fotoğrafçı... bizim sorumsuzca geçirdiğimiz vakitlerde kar marjı az (bir simitten ne kadar kazanç elde ediliyordur?) olsa da çalışmak zorundalar. deniz kıyısında güneşin altında sırtına deniz yataklarını, topları, çocuk havuzlarını yüklenmiş amcalar... sıkışan yollarda su satacağım diye giden arabaların kenarında koşturanlar... sabahın üçünde arabalarımıza yürürken çiçek satmaya çalışanlar... midye dolmanın tanesine fütursuzca 40 kuruş atarken, 25 kuruşa ekmek alamayanlar... televizyonda unakıtan’a 5 çocuğum var, evsiz ve işsizim bana bir yardım diye yalvaran kadın, telefonunu bırak diye gelen cevap, telefon alamayacak kadar fakirim diye ekleyen kadın... ekmeğin fiyatını bilmeyenlerin yanında semt pazarlarının kapanmasına yakın çıkıp molozları kalmış malları 5 kuruş ucuza almaya çalışanlar.

    belki de bizim kölelik, eziyet saatlerimizde onlar yan gelip yatıyordur ama... o bizden farklı olanlara, bizim dinlence saatlerimizde çalışanlara üzülüp bunu dile getirdiğimizde, hitap ettiğimiz kişinin bizi teskin etme ve duruma alışkın olmamız için sarf ettiği: “c’est la vie”

    life is unfairya da life is not fair önermeleri...
hesabın var mı? giriş yap