60 entry daha
  • bütün küçük trajedilerin hayatın büyük bir parçası olduğunu çok güzel anlatır kitap. insan hayatının doğası gereği büyük bir hüzün barındırdığını anlatır ve bu büyük hüzne oynayan filmin aksine onun hep var olduğunu, bu yüzden insanın bu hüzünden kendi payına düşene o kadar da fazla üzülmemesi gerektiğini söyler. sonuçta her zaman birileri 50 yaşına geldiğinde hep gençliğinde yapamadığı şeyleri düşünecek ve onların mutlak geri gelmezliğini düşünüp üzülecek, aşklar hep yarım kalacak, sevdiğimiz birileri hep ölecek, birileri aşık olmadığı insanlarla birlikte olup kendini onu sevdiğine ikna etmeye çalışacak, kendini kandıramayıp gerçeği gördüğünde içi bir saniyeliğine cız edecek fakat bunu hemen unutacak, bazıları aşık oldukları kişileri bir kere bile öpemeden ölecek, anneler çocukları için hep endişelenecek, sıradan bir pastayı bile yapamamak bazılarına hep anormalliklerini hatırlatacak.. ama bunlar hep olacak. yapacak bir şey yok. hayat ve insan diye bir şey oldukça, bunlar da olacak; sonuçta hayattan kaçınarak huzur bulunamaz. insanı asıl avutan bütün bunların bizsiz de devam edeceği, ve biz ölünce bizim adımıza yazılan her bölümün de bizimle birlikte yitip gideceği düşüncesi sanırım .. nasıl olsa insan ölmeyecek mi, bütün yaşadığı sevinçler, mutluluklar, hayal kırıklıkları ve özellikle de acılar yitip gitmeyecek mi? mutlu bir rüyadan veya bir kabustan uyanınca, uyurken hissettiğimiz anlık mutluluğun veya dehşetin ne önemi kalıyor? işte bu yüzden çiçek mezarındaki küçük kuş bu kadar huzurlu ve çekici gelirken insanlar yaşamaya devam ediyor. kitap da,

    "evet, diye düşünüyor clarissa, bu gün bitse iyi olur. partilerimizi veriyoruz; kanada'da tek başımıza yaşamak için ailelerimizi terk ediyoruz, yeteneklerimiz olsa da elimizden gelen çabayı göstersek de, en olmayacak umutları beslesek de, dünyayı değiştiremeyecek kitaplar yazmak için uğraşıyoruz. hayatımızı yaşıyor, istediğimizi yapıyor ve sonra da uyuyoruz; işte bu kadar basit ve kolay. bazıları camdan atlıyor ya da boğularak intihar ediyor ya da hap yutuyor; çoğu kazayla ölüyor; ve çoğumuzu, büyük çoğunluğumuzu, bir hastalık yiyip bitiriyor, ya da eğer şanslıysak, zamanın kendisi. avunacak bir şey var: ne olursa olsun, hayatlarımızın önümüzde açılıp bize hayalini kurduğumuz her şeyi sunduğu saatler var; çocuklar dışında herkes (belki onlar bile), bu saatlerin arkasından kaçınılmaz olarak başkalarının, daha karanlık ve daha güç saatlerin geleceğini bilse de. yine de kentin, sabahın keyfini çıkarırız; ne olursa olsun daha fazlasını umut ederiz.

    bunu neden bu kadar sevdiğimizi tanrı bilir."

    satırları ile, tıpkı virginia woolf'un bir zamanlar arzuladığı gibi hayatın yüzüne bakıp onu olduğu şey için sevmenin (hatta sonra onu yavaş yavaş kenara koymanın) ne olduğunu çok güzel anlatmış.. en beklentisizlerin bile (gerçekleşmeyeceğinden emin olsa dahi) bilinçli veya bilinçsiz olarak kurduğu hayallerin cılızlığının bile insanın önündeki saatlerle yüzleşme gücü verdiğini göstermiştir. devam edebilirliğin yok olmaması için çok çok küçük bir itici gücün bile yeterli olduğunu, bütün bu gerçek veya sahte umudun tükendiği yere ise intiharı koyarak pek çok şeyi kavranabilir kılmıştır .. sinemada gittiğimiz bir film çok sıkıcı ama salondan çıkmıyoruz, neden? belki bir anda tüm gidişat değişiverir. hayat kötüye benziyor ama devam ediyoruz, neden? sonuçta her an her şey olabilir. wellfleet'teki bir kum tepeciğinin etrafındaki 3 gencin çoktan geride kalmış hatırasına takılı kalmış bir şekilde yaşayan clarissa bile, hatta ve hatta o en mutlu olduğu anın bile heves ve umut dolu bir mutluluk başlangıcı değil, mutluluğun kendisi olduğunu idrak eden clarissa bile, yanında kendini tam hissettiği tek insan olan richard'ın intiharına tanık olan clarissa bile o akşam eve dönüyor, richard'ın annesine yemek hazırlıyor ve yatağına giriyor .. çünkü sally var, çünkü julia var, çünkü bir şeyler hep var, hep olacak ve hep gelecek.
93 entry daha
hesabın var mı? giriş yap