51 entry daha
  • --- spoiler olabilir ---

    o yatağın üzerinde uzanmış yatarken ben odanın en uzak köşesine gider yüzüne gözlerimle dokunur,okşar, onu uyandırmamak için bakışlarımı bile sakınırdım. bazen o uyurken onun o büyüleyici güzelliğinden o kadar etkilenirdim ki kendimi tutamaz ağlamaya başlardım. sonra kısık bir fısıltı ile içimden seni seviyorum diye geçirirdim. ağzımdan çıksa kulağımın bile duyamayacağı bir tonda olurdu bu içgeçirme. oysa o iki kelimenin onun kalbine ulaşması yalnızca bir kaç saniye sürerdi. sonra bir anda gözlerini açar beni arar,odanın en uzak köşesinde onu izlerken bulur,heyecanla karışık bir mutlulukla ben de seni seviyorum derdi.
    sarılıp birbirimizin kokusunu içimize çekerdik. bir film karesinden fırlamış aşıklara benzerdik.
    büyülü, gizemli bir durumdu. bir süre sonra bu oyuna kendimi o kadar kaptırmıştım ki her uyuduğunda denemeye başladım.
    her seferinde ama her seferinde ağzımdan çıkmayan kelimeleri duyup gözlerini açıp ben de seni seviyorum dedi.
    aşk işte buydu benim için.
    sesini çıkartmadan duyduğu o iki kelime ve uykulu gözlerini aralayıp beni bulup, mahmur sesiyle; ben de seni seviyorum demesi aşkı hissetmesi yaşamasıydı.
    sonra?
    sonrası olmadı.
    ...hayat girdi aramıza.
    birgün geldi beni duymamaya başladı. yanında avaz avaz bağırsam bile duymuyordu artık.
    bitti.
    o en büyük aşkımdan bana miras olarak seni seviyorum testi kaldı.
    sonra bu benim için ilişkilere uygulanan gizli bir aşk testi oldu. bir nevi gizli kapaklı bir aşk soruşturması.
    kimi duydu kimi duymadı , kimi duyduğunu anlamadı...
    ben de zamanla umudumu kaybetmeye başladım.
    nicedir içimden seni seviyorum desem de test etmiyorum kimseyi.
    böyle bir aşkı yaşadıktan sonra başkasına sorduğun her soru kendine yönelik bir sorguyu da hediye ediyor.
    uykuda kimi seyretsem uyandığında beni kandırırken buluyorum. neyse...
    belki bu yüzden biraz daha çok kitaplara ,filmlere sığınmaya hatta açıkça iltica etmeye başladım.
    daha çok içiyorum, daha çabuk sarhoş oluyorum. sonra gerçek hayatta bulamadığım aşkları yazıp çiziyorum.
    kendimce kötü aşk şiirleri yazıyorum.
    bu arada bir mıknatıs gibi doğru dürüst aşkı tarif eden ne varsa kendimi içine çekilmiş buluyorum.
    iskenderiye dörtlüsü mesela aşkın tüm tarifini yeniden yaptırdı bana.
    kendi muhasebemi yaparken aşklarımı daha iyi anlamaya başladım.
    hatalarımı , hatalarını, haksız yere suçladıklarımı , suçlandıklarımı...
    ve bir film; wicker park...
    şu anda oturdum televizyonun karşısına boş bir ekrana bakıyorum.
    itiraf edeyim kendimi tutamayıp ağladım da film bittiğinde.
    bana o aşkımı hatırlattı. hatta aşk'ı anlattı. geri getirdi kayıp bir kara delikten, zaman tünelinden...

    -bazen birini uzaktan görmek bir fantezi yaratır yakından gördüğünde ise o gördüğünün aslında senin yorumladığın gibi olmadığını anlarsın... diyor mesela adam.

    özdemir asaf'ın en sevdiğim şiiri gibi. ileride bir mum kipirdayor zannediyordum,anladim ki kipirdayan mum değil benmişim.
    bu duygu o kadar çok olmaya başladı ki artık ne zaman bir mum ışığı gördüğümü sansam kendimi omuzlarımdan sarsıp kızıyorum.
    sonra filmin kadın kahramanı bir yorum yapıyor

    - bilirsin, diyor, aşk insana çılgınca şeyler yaptırır. asla yapmam dediğin delilikler...

    sonrası son yıllarda benim gördüğüm en gerçekçi ya da özlediğim diyeyim aşk buluşması.
    artık biliyorsunuz doğru dürüst aşk filmleri yapılmıyor. çünkü bakıyorum etrafıma doğru dürüst kimse aşkı da yaşamıyor. geçen bir yazımda söyledim. copy paste aşklar çağındayız. kimse kimsenin içinden geçen seni seviyorum cümlesini duyacak kadar aşkı bilmiyor. dinlemiyor , önem vermiyor , hissetmiyor birbirini...
    filmimizin kahramanı iki yıl önce kaybettiği aşkı için önemli bir iş gezisine çine gitmiyor mesela.
    bırakn çin'i kimse iş randevusunu bile iptal etmiyor günümüz aşkfakiri ilişkilerinde. tutku mu dediniz?
    boşversenize.
    herkes karşısındaki tarafından sevilmek, aşık olunmak, tapılmak istiyor. hep aynı derecede kontrollü bir mesafede kalıp kendi tanrısallığından dem vuruyor. elbette verecek birşeyi olmayanın , alacak hanesi de boş kalıyor.
    sonrası yorgun aşklar mezarlığı.çöplüğü mü demeli?
    ne aşkı biliyorlar ne ayrılığı...cenazeler bile bir saygıyı hak ediyor zira.
    ya da bana mı denk gelmiyor ben mi görmüyorum çevremde hiç?
    zor sorular bunlar. sorulmaması daha iyi sorular.
    sinema hayatın bir aynası değil mi sonuçta ?
    neyse o yansıyor hollywood simsarlarının kameralarına ama bazen yine de içimizde bulutları aralayacak bir ışık gibi böyle filmler çıkabiliyor.
    bitmeyen aşklar, tutku için göze alınan kötülükler, unutulamayan unutulmayacak sevgililer ve herşeyi herşeyi aşıp mutlu sonla biten aşklar, filmler, hikayeler...
    filmin sonunda kahramanımız eski sevgilisini bulmuşken nişanlısı ile karşılaşınca diyor ki ;

    -seninle iki yıl önce tanıştık ya, ben başkasına aşıktım ve o hala kalbimde duruyor. yeniden hayatımda...şunu bilmeni istiyorum...
    kadın sert bir tonda cevaplıyor

    -neyi bilmemi istiyorsun senin kalbini kıracak kadar değerli bir kadın olmadığımı mı?

    sonra?
    sonra bana bütün bu yazıyı yazdıran sahne var kadın havaalanında yerde oturuyor, adam eski sevgilisinin arkasına gelip dizleri üzerinde eğiliyor. kadının adama sırtı dönük o da herşeyi az önce telefondan öğrenmiş yerde oturuyor.
    ve belki de her gerçek aşkta olan o sesi adam söylememiş olsa da kadın duyuyor , hissediyor.
    seni seviyorum.
    fark ediyor.
    arkasına dönüp sarılıyor. ağlıyorlar.
    fonda artık gerçek hayatta olmayan , olmayacak aşklara inat coldplay çalıyor.
    boş bir televizyon ekranına bakarken gözyaşlarımız ritm tutuyor geçmişimize.
    ...belki de bir aşk bir ömre çok bile geliyor.

    cüneyt özdemir
    --- spoiler olabilir ---
78 entry daha
hesabın var mı? giriş yap