54 entry daha
  • introdakşın tu ahlak yüz bir: fransız kaşarı, ahlaksız orospu, kaltak vs.

    bence rahatlamış olmanız lazım. henüz rahatlamadıysanız muhtaç olduğunuz mizojini muhtelif organlarınızdaki asil spermlerde mevcuttur. o da olmadı patriarkal ahlak anlayışınızda mevcuttur. bak teknik terim kullanıyorum ki entry bir şeye benzesin. ha bir de spoylır filan yok. yüz elli yıllık kitapta spoylır mı olurmuş. neyse, o zaman başlayalım.

    şimdi efendim, bu kitap hakkında freudian analizler gırla. haksız sayılmazlar, kitap fallik fallik objelerle dolu. yok sigara tablaları, yok pembe deniz kabukları (ohşş donuma boşaldım), yok kamışlar, babasını sevmeyen charles'lar, odipal odipal temalar filan. had safhada ayak fetişi, çizmelere boşalan uşaklar yani nerden baksan ohooo. al bir tane de benden gelsin o zaman: bu emma'nın annesi ölmüş ya erkenden, emma da rouault baba ile baş başa kalmış. e evde rakip yok, oedipus kompleksi (hadi elektra kompleksi diyelim de jung'un da gönlü olsun) cayır cayır işlememiş. hal böyle olunca emma'da istediği her şeyi elde edebileceğine dair bir eğilim oluşmuş. sonra da neymiş bipolar bozuklukmuş, olur tabi bir şey diyemiyorum. bipolar mipolar bipozukluk var işte. neyse seviyeyi düşürmeden devam edelim.

    bir de emma, flaubert'in içindeki kadınmış homais'de onun zıttıymış filan diyorlar. bir kere homais denen adam pis laikçi elitistin, konformistin, statükocunun biri, siktirsin gitsin di mi. o değil de bu erkekler içlerindeki kadınlardan neden bu kadar korkarlar? al bunu gizli eşcinselliğe bağla sonra ohooo, çok üşendim şimdi. benim derdim zaten burada emma'yı yargılamak, sorgulamak değil, beni ırgalamaz. benim derdim flaubert'in emma'ya nasıl yaklaştığıyla. haddime mi düştü, gökten üç tane had düştü.

    bu adı geçen eserde flaubert emma'yı yargılamamış. öyle diyorlar. ahanda işte benim katılmadığım nokta tam olarak bu. burada kocaman bir parantez açarak flaubert'in yargıladığı aslında emma değil de romatizm denebilir. olabilir. daş düşebülür, ayu çıkabülür. lakin kanımca flaubert emma özelinde bütün romantikleri yargılıyor gibi görünse de esasen yargıladığı sapına kadar emma'dır. yoksa neden leon değil, rodolphe değil, beethoven değil? parantezi kapadık devam ediyoruz, flaubert emma'yı sonuna kadar yargılamıştır efendim. hatta tabiri caizse ağzına sıçmıştır. bir yazarın karakterini yargılaması için illa her sayfayı 'yalan söylüyorsun orospuuuu' efekteleriyle doldurmasına gerek yok.

    peki nereden vardık bu kanıya? bir kaç etken var tabi. misal, kitap boyunca emma yaptıklarını rasyonalize etmek isteğiyle yanıp tutuşuyor, lakin bunu bir türlü başaramıyor. ve sevgili yazarımız bunu sürekli bizim gözümüze çarpıyor. mesela charles emma'ya kötü davransa ve emma onu aldatsa bu gayet rasyonel bir hareket olacakmış. yani emma'nın kocasından başka birisiyle beraber olması için illa bir bahaneye ihtiyacı var? imdi burada flaubert'in yaptığı düpedüz yargılamak değildir de nedir a dostlar. kitap boyunca charles ezik, sıradan, ama emma'ya iyi hatta gereğinden iyi davranan, ölesiye aşık filan bir tip olarak çiziliyor. bu durumda emma'nın böyle bir koca'yı aldatması alenen terbiyesizlik değil mi, pis kaşar karı işte ne olacak.

    böyle bir durumda flaubert açık açık emma'nın bütün dayanaklarını elinden alıyor. kadın kocasını aldatır, insanlar da bu durumda kadını kader kubanı falan diye niteler ya da adam hak etmiştir falan der geçiştirirlerdi belki, ama flaubert bunu insanların hatta emma'nın bile gözüne soktu. emma durup dururken kocasını aldatmıştı, vay kaltak! oysa flaubert emma'yı yargılamasaydı çok rahat emma'ya aynı kurguda başka bir şeyler seçebilirdi. misal inatla, charles'ı o kadar melek gibi yapmaya ne gerek var.

    zaten flaubert burada da durmuyor. emma'nın kocasını aldatmayla başlayan süreç seri bir yıkıma dönüşüyor. emma intihar ediyor, kocası iflas ediyor, ölüyor, gariban bertha kimsesiz ortalarda kalıyor filan. şüphesiz ki insan çevresindikelirle etkileşim içerisinde olan bir hayvandır. kişinin kendi kararları sadece kendisini etkilemez rerörerö. peki yıkım illa bu kadar büyük mü olacak? illa çevresindeki herkesin hayatı yerle yeksan mı olacak?

    hemen bir örnekle devam edelim. bu kitabın ardıllarından sadece anna karenina'yı okudum. bir de beni beni bihter'ini televizyonda üj bej görmüşlüğüm var o kadar. diğerleri neler yaptı bilmiyorum, lakin tolstoy reyiz anna terk-i diyar eylerken usulca seyrediyor. anna tren raylarının altında kalırken, ya da vronsky beygiriyle işi pişirirken sesini çıkarmıyor. vronsky'nin hayatınını kararttığı kiti levin'le mutlu mesut bir aşka yelken açarken arkalarından el sallıyor. ahanda yargılamayan yazar budur. anna'nın kendi hayatıdır, tercihleridir der çeker gider. hoş sonra o da kreutzer sonat falan çok cozuttu, tolstoy çok bozdu yeaa, ama ayrı bir entry konusu.

    imdi burada flaubert ister emma'yı, ister bütün romantikleri, kimi yargılamış olursa olsun, alenen verdiği mesaj toplumun gösterdiği yoldan çıkmayın sonunda siki tutarsınız olmuştur. bunu yaparken ahlaksızlıkla suçlanmış olması, örf adet ananelere ters düşmesi, yargılanması kaderin bir cilvesi değil ironin allahıdır. zaten ironi de söylemek isteyip de söyleyemediklerimiz için en güzel silahtır filan.

    neyse, bu entry uzadıkça boka sarmaya başladı. benim asıl derdim, bugün hala bu eserden çıkarılacak dersler var diyen, emma'yı acımasızca yargılayan, kendi ahlaklarını başkalarının gözüne gözüne sokan bir sürü insanın var olması. ben kimseye emma ol ya da olma demem, hobi olarak ne bok yerlerse yesinler beni ilgilendirmez. ama gelip de, bak kocanı aldatırsan adamın götünden kan alırlar kamil kan demeler falan, ayıp olmuyor mu?

    son olarak bertha'ya bir de ta kitabın başında durduk yere kovulan hizmetçi kıza çok acıdım be sözlük. bir de artık şu gelin kaynana kavgalarına devlet buna bir şey yapması lazım, hala mı be.
    eyyorlamam bu kadar.

    p.s. ccc iletişim ccc
216 entry daha
hesabın var mı? giriş yap