29 entry daha
  • yazı "spoiler" içerebilir. dolayısıyla izlemeyenlerin ihtiyatlı olmasında fayda var.

    paul thomas anderson' ın altıncı uzun metraj filmi the master. hemen belirteyim, sineması açısından bir geriye gidiş değil, tam aksine daha değişik bir olgunlaşma yapıtı bu. amerika özelinde olan meseleleri, evrensel ve insani bir boyutta aktarması, yönetmenin en büyük özelliklerinden biri. the master, kendi özelinde belli bir dönemde yükselmeye başlayan tarikatlar meselesini hikayenin ana malzemesi gibi gösterse de, aslında iki insan arasındaki psikolojik ve ruhani savaşımı, dolayısıyla tarikat bazında da; ustayla çırağı arasındaki çatışmayı dışa vuruyor.anderson’ un sinemasının anlamlı olmasının sebebi ise, günümüzde de değişen hiçbir şey olmayışı.

    savaş sonrası amerika' sında, üzerinde savaşın etkileri hala süren bir birey varolmaya çalışıyor. usta (lancester dodd) onu yanına alıyor ve aralarında alışılagelmişin dışında, garip bir ilişki oluşuyor. şimdi bu konuya insanın yalnızlığı ve kendini bir yere aitmiş gibi hissetmemesi açısından da bakabiliriz. nitekim toplumların ve dolayısıyla ülkelerin gerek yönetim biçimlerinden kaynaklanan, gerek kültürlerinden kaynaklanan çeşitli zorlamaları, hatta bunun da ötesinde evrensel düzeyde varolma çabasının maddeye bağımlılığı, bazı insanlar üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. freddie de tam bu baskıyı reddeden bir yapıya sahip. usta onu yanına aldığında, kendini bir süre iyi hissedip duruma ayak uydursa da, sonunda tutunamıyor ve gene bildiği ölçüde hayatına devam etmeye çalışıyor. fakat, freddie' nin tek aşkı olan doris, bir başkasıyla evleniyor. bu ona toplumun, ülkenin vurduğu bir başka darbe. hayır freddie senin istediğin gibi değil bizim istediğimiz gibi demek. usta ise, toplumda varolabilmeyi başarmış, çarkın bir yerinde durarak hayatına devam edebilmiş ve bunun da ötesinde çarkı yönlendirmeye başlamış bir birey. bu gidişata eleştirel bir bakış atan insanlara da tamamen sert ve agresif bir yapıda duruyor ayrıca. filmin sonunda, freddi' ye bile onu reddederse, bir daha görüşmeyeceklerini söylüyor...

    freddie ingiltere'ye gittiğinde, usta’ nın oğlu val ile karşılıyor. ona ne kadar iyi göründüğünü söylüyor. val, eskiden ezik bir karakter gibi dururken, şimdi ise gayet şık duruyor. burada bile toplumda varolan bireyin, toplum tarafından ödüllendirildiğini görüyoruz. freddie, usta’ nın odasına gittiğinde ise, şu cümleyle karşılaşıyor: "hiç kimseye bağlı kalmadan mı yaşayacaksın?" . freddie evet yanıtını veriyor ve "dünyada tek başınasın cevabını alıyor.". usta’ ya göre; topraksız ve efendisiz bir hayat, asla olamaz ve freddie de böyle bir hayata kavuşamayacaktır. freddie' ye, eğer öyle bir hayat bulursa kendisine de söylemesi gerektiğini belrtiyor. freddie de kendi bildikleri doğrultusunda usta’yı reddediyor. filmin sonunda da, kendi yarattığı kumdan bir kadın vücudunun yanında kendi dünyasıyla başbaşa kalıyor. varolup olamayacağı sorusu ise akıllarda yer ediyor.

    the master oldukça kişisel ve akıllardan uzun süre çıkmayacak bir sinemasl deneyim. bana göre there will be blood’ dan daha iyi bir film değil. ancak daha farklı tatlar sunduğu da bir gerçek. görsellik gene müthiş ve benim kendi şahsi kanaatimce kubrick ve malick etkisi hat safhada. kubrick için; freddi’ nin herkesi çıplak gördüğü sahneyi, freddi’ nin usta’ nın ofisine giriş yaptığı sahneyi ve kayalıkların olduğu sahneyi örnek olarak gösterebilirim. çekim tekniği açısından sırasıyla “eyes wide shut”, “paths of glory” ve “2001*” çağrışımı yapmıştır bendenizde. malick için ise, filmin başındaki pasifik sahnesi uygun kaçacaktır.

    edit: -under rug swept- düzeltti. beşinci değil, altıncı uzun metraj olacak.
139 entry daha
hesabın var mı? giriş yap