• anadolu'nun taçsız kralıdır.
    bu küçük şehirle üniversitede tanıştım ve beni 4 yıl misafir etti. insanlarıyla, yönetimiyle, hoşgörüsüyle burası nasıl türkiye dedirtmiştir.
    bir anımı anlatacağım müsadenizle.
    yıl 2009 ya da 2010. okul çıkışı otobüse bindim. elimde kocaman teknik resim çantası, beynimde günün tüm yorgunluğuyla koridor tarafında bir koltuğa oturdum. ilerleyen duraklarda otobüs tıklım tıklım dolmaya başladı. bu sırada yaş ortalaması artmakta ve bu da beni ciddi derece de husursuz etmekteydi. koltuk sevdasına kapıldım. bu koltuktan kalkamazdım. aklımda bu keskin hesapları yaptığım sırada masmavi gözleriyle tontiş bir teyze benim yanımda dikildi. artık vakti gelmişti. kalkmak için yeltendiğim sırada o güzel türkçesiyle "otur oğlum otur, akşama kadar derste zaten yoruluyosunuz, ben gezmek için bindim bu otobüse seni rahatsız etmek için değil" dedi. eskişehir böyle bir yer işte. eskişehir süper bir yer.

    debe editi : (bkz: minik eymen'e yardım ediyoruz kampanyası)
  • otogarda indiğimde hayal kırıklığıydı eskişehir... nasıl bir büyükşehirdir burası, bu kadar küçük bir otogarı mı olur? diye düşünmüştüm...
    yollar toz toprak içinde ve çıplaktı... tek bir ağaç yok... sadece yanımda güzel bir kız...
    sevgilim olmasını istediğim, ama asla söyleyemediğim ve beni ta uzak bir şehirden sadece bir kere görebilmek uğruna getirmiş büyük bir aşktı yanımdaki...
    şehir kötüydü ama kız güzeldi ya, varsın olsun ne fark eder?
    nasıl diyordu şair “iki karanlık orman birbirini sevse ne olur sevmese ne?”
    işte aynen böyleydi otogardan otobüslere doğru yürürken düşündüklerim...
    benim gibi karanlık bir adam bu köhne şehri sevse ne olur sevmese ne?
    zaten bir kere görüp terk edeceğim bir şehirdi eskişehir. aşk da burada kalacaktı o güzel kız da...
    ***
    belediye otobüsüne bindiğimizde nedense aklımda hep ismail ayaz vardı. eskişehir’in en ünlü şehirlerarası otobüs firmasının adı... neden diye düşünüyordum durmadan, neden otobüs firmasına kendi adını vermek istemişti bu adam? giovanni versace gibi bir hedefi mi vardı, acaba? böylece ölümsüzleşmeyi mi düşünmüştü? dünya çapında bir marka olur muydu ki eskişehir’in şehirlerarası otobüs firması? sonra vazgeçtim bunları düşünmekten, hem ismail ayaz dünya çapında bir marka olsa ne olur olmasa ne olur, benim gibi aşkını bırakmak zorunda kalan bir adam için?
    ***
    “burada iniyoruz!” dedi yanımdaki güzel kız...
    inmesek ne fark eder diye düşündüm. ben göreceğimi gördüm aslında... belediye otobüslerinden bellidir bir şehrin neye benzediği... kırık dökük otobüslerden belli ne ile karşılaşacağım. kırılmıştım biraz eskişehir’e... “burası yimpaş!” dedi yanımdaki... “yimpaş?” diye sordum farkında olmadan... “yimpaş, yeni açıldı. bir alışveriş merkezi, gezmek ister misin?” güldüm hiç farkında olmadan... ve nedense onun yanındayken yaptıklarımın farkında bile olmuyordum. “ama” diyebildim sadece. “yimpaş’ın ne olduğunu sormadım ben. çünkü geldiğim şehirde o kadar çok var ki.” hem bu mu eskişehirin tüm özelliği? adana’da galeria’yı gezdirirler, istanbul’da akmerkez’i... eskişehir’de de gezdire gezdire yimpaş mı vardı yani? hem nedendi illa ki konuğa alışveriş merkezi gezdirme isteği? “amaaaan!” dedim. “yok mu daha orjinal bir şey, yemek falan, hem açım da.” böylece birlikte yemek yiyebilecektim sevdiğim ama söyleyemediğim kızla. “çiğbörek” dedi. “eskişehir’in çiğböreği meşhurdur!” bir anlam veremedim ismine çiğ ve börek, neye benzerdi ki? ama ilgisi olmayabilirdi de, dilberdudağı ya da vezirparmağı gibi bir şey olabilirdi adının tamlaması... yemekten sonra kararım kesinleşti, çiğbörek iğrençti... ama daha iğrenci yalanlardı... “nasıl buldun yemeği?” dedi. “harika...” “eskişehir nasıl, güzel mi?” “çok güzel, geldiğimden beri sürekli etrafı gözlüyorum çok çok güzel!” demiştim ve bunlar ona söylediğim ilk yalanlardı.
    ve bir aşkın yalanları başlamıştı işte... kıramamıştım kendisini sevdiğimi söylemeye çekindiğim o güzel kızı... şehrin de çiğböreğin de iğrençti, diyememiştim.
    sonra yağmur yağmaya başladı uzunca bir süre... “hayret” dedi, yanımdaki güzel kız. “çok uzun zamandır yağmıyordu, bu mevsimde yağması şaşılacak şey doğrusu. dışarı çıkmamız zor olacak gezemeyeceksin şimdi!” çok da umurum da değildi artık gezmek. hem ben biliyordum ki eskişehir aklınca benden intikam alıyordu. madem ki onu beğenmemiştim, o da bana daha fazla şeyler göstermeyecekti! ya da ağlıyordu koca şehir, üzmüştüm onu. sonra saçmaladığımı düşündüm. bir şehir bir adam için ağlar mıydı hiç? ya da bir adam bir şehri üzebilir miydi? hem bir şehir aşkını söyleyemeyen bu adam için ağlasa ne olur ağlamasa ne...
    ***
    sonra “adalar’a gidelim.” dedi yanımdaki güzel kız... “adalar?” dedim. eskişehir’de nasıl ada olabilirdi ki, hem de birkaç tane... ama söylemedim bu düşündüklerimi, “gidelim, olur!” dedim sadece... ve uzun bir yol yürüdük. üzerinde hiçbir şey olamayan... ne bir ağaç, ne de panjurlarından begonviller sarkan, çatısına martıların konduğu eski bir konak... hiçbir şey görmeden yürüdük... sadece sesini duyuyordum. “bak bu büyük otel... bu da balık pazarı...” ne acaip, diye düşünüyordum o bunları sayarken... büyük otel istanbul’da da vardı, akaretler’de... balık pazarı dersen istanbul’un heryeri balık pazarı sayılır... hem akaretler’e yakın beşiktaş balık pazarı var... yani beşiktaş’ı gezmek yeter miydi eskişehir’i görmüş olabilmek için... yok muydu farklı bir şey bu şehirde... “bak bu sagra special” dedi yanımdaki güzel kız... “biliyorum!” diyebildim, beşiktaş’ta var ondan, kartal heykelinin civarında... ama diğerlerinden de var diyemedim. kıramazdım sevdiğimi söyleyemediğim kızı... sonra bir an durdum... balık pazarı hem de kocaman... hem de eskişehir’de... nasıl olabilirdi ki, yoksa adalar dediği doğru mu? eskişehir’de göl var mıydı, diye düşündüm... üzerinde adalar olan ve balıklar avlanan... ama şaşırtmadı beni eskişehir!... balık pazarının yarısı tavukçuydu, birkaç balıkçı vardı ama adı balık pazarıydı işte, tıpkı çiğbörek gibi adıyla pek alakalı değildi... “bu porsuk mu” dedim yanımdaki güzel kıza. “evet, porsuk, adalar burası... insanlar kayıklara biniyorlar burada, ama ne gereği varsa bu köprünün altından geçmeye çalışıyorlar, pek de beceremiyorlar!” dedi. haliç’i düşündüm, orada bindiğim kayıkları... eyüp’te de vardı ve orada da ne gereği varsa insanlar haliç köprüsü’nün altından geçmeye çalışıyorlardı ve yine pek başaramıyorlardı...
    herşey aynı, diye düşündüm. çok acı çekeceğim döndüğümde... herşey bana eskişehir’i hatırlatacak ve her seferinde ben burada bıraktığım, söyleyemediğim aşkımı hatırlayacağım... ve ben istanbul’da eskişehir’deymişçesine yaşayacağım, yürüyemeyeceğim beşiktaşta... ama o bunu hiç bilmeyecek, dedim kendi kendime...
    ***
    akşam dönüş zamanı geldiğinde gözlerinin içine baktım. eskişehir’in en güzel yanıydı onun gözlerinin içi... istanbul’da olmayan tek şey onun gözleri olacaktı... ve kalbimi en çok bunun acıtacağını anladım... “hoşçakal” dedim... “gelecekte görüşmek üzere!” demek istiyordum oysa... hani o geleceğe dönüş filmindeki gibi söyleyecektim bunu.. ve o gülümseyecekti... ama yapamadım... “hoşçakal!..” diyebildim sadece... gözlerine bakamadan... gözlerine baksam, o eskişehir’in en güzel gözlerine... asla söyleyemezdim veda sözlerini... ve otobüs hareket etmeye başladığında gözlerinden uzaklaştığımı, onu delice özlediğimi fark ettim... sonra ismail ayaz’ı hatırladım. kim bilir belki birgün dünya çapında olabilecekti... sonra yimpaş pek de küçümsenmeyecek bir zincirdi... adalar’da kayık lale devrinde göksu’da dolaşmak gibiydi... içim acıyordu ve birşeyi daha fark ettim. açtım, canım çiğbörek istiyordu...
    bir şehri güzelleştiren denizi, martısı, binaları, sokakları, caddeleri, havası, iklimi, insanları değildi... bir şehri güzelleştiren, onu katlanabilir kılan o şehirde aşık olup olamamaktı... ve ben dünyanın en güzel şehri eskişehir’den, dünyanın en kötü şehrine, istanbul’a doğru yola çıkmıştım...
  • çok samimi bir arkadaş gibi bu şehir, üstelik borcuna da sadık. yıllar geçse de üstünden, bir şekilde borcunu ödüyor. mutlaka..

    inanmazsan anlatayım..

    2014 yılı. eskişehir'de son günlerim. adalar'da bir mekanda çalışıyorum o dönem. işe gireli 3-4 gün falan olmuş.

    doğum günüm..
    akşam 10 gibi işten çıkacak ve beyza ile buluşup, doğum günümü kutlayacağım. laf aramızda beyzadan da çok hoşlanıyorum. duygularımı açmak için de özellikle o akşamı seçmişim. doğum günü çocuğu şımarıklığı denen bir şey var màlum. bir nevi fırsatçılık yapacağım.

    "10'u çeyrek geçe, hallerin önünde buluşalım." diye anlaştık beyza'yla. 11'de yurda girmesi gerektiği için, 45 dakika kadar falan görüşebileceğiz maksimum. çok vaktim olmayacak bu yüzden.

    koştur koştur yanına gidecek, aceleyle bi pasta üfleyecek, yurduna bırakıp vedalaşırken de onunla sevgili olmak istediğimi söyleceğim. heyecandan geberiyorum..

    saat 10 oluyor.. mekandaki bütün işleri bitirip, patronun çıkalım demesini bekliyorum. lavuğun çıkmaya hiç niyeti yok ama. bilgisayar başına oturmuş, bön bön ekrana bakıyor.

    patronum ali abi, değişik bir adam.. zamparanın, kumarbazın teki. dükkanda kazandığı tüm parayla, bahis oynuyor her gün. internette şikeli maç sattığını iddia eden bir dolandırıcıya aldanmış salak, adama oluk oluk para gönderiyor. sonra da adamın götünden uydurduğu maçlara binlerce liralık bahis yapıp, bilgisayar başında peru ikinci ligini falan takip ediyor sabahlara kadar.

    baktım bunun dükkanı kapatmaya niyeti yok, dedim bizim salak yine kaptırmış paraları belli. gittim yanına, çıkabilir miyim diye sordum.

    - ali abi. işleri bitirdim, dolapları da dizdim. benlik bir şey yoksa, çıkabilir miyim?
    + çıkma koçum bekle. şu doğum günü pastasını da keselim, öyle çıkarsın.
    - ?!?!?!

    yok daha neler!! ulan işe başlayalı 4 gün oldu daha, ne alaka amk? hayır bir de duygusal adamım, doğum günü pastası falan, kesin ağlarım ben.

    o kadar düşünmüş adam, ben kızla buluşucam da denmez şimdi. tamam abi sağol deyip, bekledim çaresiz.

    mekan tanıdıklarla dolmaya başladı bir bir. ilk gelen sabahları çalışan özge oldu. bu özge dediğim kız, patronun da manitası aynı zamanda. onun arkasından patronun alman eşi lena, 4 yaşındaki şımarık oğlu osman berk ve tanıdık müşteriler falan. hediyesini alan gelmiş. şok içindeyim.

    masaları birleştirip, kalabalık mutlu bir aile olduk. (bu arada beyza hàla beni bekliyor.)
    özge içecekleri getirdi, lena hanım ışıkları söndürdü falan derken, pastayı getirdiler.

    "iyi ki doğduun osman beeeerk, iyi ki doğduuun osmaaan beeeerk, mutlu yıllaaaar, mutlu yıllaaaar, mutlu yıllaaaar sanaaaaa."

    lan!! seneler geçti üzerinden, hàla atamadım bak ben bu travmayı üzerimden. göt oldum lan resmen. tavukları kaçmış horoz gibi kalakaldım masada. ağlamamak için zor tuttum kendimi.

    mumlar üflendi, pastalar yenildi, mutlu kalabalık evlerine dağıldı. beyza beklemekten sıkılıp, trip ata ata yurda gitti ve ben osman berk'in doğum günü masasından kalma fanta bardaklarını yıkadım sinirden ağlaya ağlaya. ismini s*keyim senin.

    bir kişiye bile söyleyemedim "lan bugün benim de doğum günümdü" diye. mekanı kapattık ve eve gidip uyudum.

    2-3 gün sonra da, ailevi sebeplerden ötürü şehri terketmek zorunda kaldım zaten. beyzayı falan da bir daha hiç görmedim.

    aradan 5 yıl geçmiş. hatta neredeyse 6. ve hayat bir şekilde yeniden kesiştirdi yollarımızı. 2-3 haftadır eskişehirdeyim. yıllar önce elimde olmayan sebeplerle terketmek zorunda kaldığım bu kente, bu sefer tamamen benim elimde olan sebeplerle geri döndüm. ev bulma, eşya dizme, taşınma telaşları falan derken, pek hasret giderememiştik.

    dün çıkıp gezeyim dedim biraz. hàla burada olan arkadaşlarla falan buluşurum hem, özleştik.

    egemeni aradım. okulu bitirememiş, eve de dönememiş. ali express'ten falan ucuza mal getirip, onları satmaya başlamış kirasını çıkarmak için.

    "hamamyolu'ndayım gel" dedi.

    gittim. bir tezgah kurmuş yol kenarına, şaka malzemeleri falan satıyor. patlayan sigaralar, maskeler, hileli zarlar. ne ararsan var.

    - ee aga. belediye, zabıta falan zor olmuyor mu böyle?
    + yok lan. herkes kendi ekmeğinde. onların seni görmesini istemiyorsan, sen onları göreceksin.
    + heeee, anladım.

    bir sandalye bulup oturdum tezgahın başına. dün akşam saatlerinde yolunuz oralardan geçtiyse, mutlaka görmüşsünüzdür. yüzünde salvador dali maskesi, (şöyle bir şey) kafasında noel baba şapkası ve elinde iskambil kağıtları olan o lavuk vardı ya hani. heh işte ta kendisiydim.

    maskeyi taktığım için midir bilmem, o kadar eğlendim ki anlatamam. yoldan geçen insanları çeviriyor, hileli kartlarla sihirbazlık gösterileri falan düzenliyor, çılgınlar gibi de satış yapıyorum.
    (uzunca bir süre kimseden sigara otlanmayın mesela, benden söylemesi. 2 saatte 200 tane patlayan sigara satmış olabilirim.)

    neyse..

    bi baktım bizim kumarbaz ali abi geliyor karşıdan. yanında osman berk ve onun yaşıtı 4 tane daha çocuk var. beni öyle maskeli, kukuletalı falan görünce, çocuklar toplandı başıma. ali abi de geldi hemen.

    kumarın her türlüsünü sever ali abi. kumar masasında dükkanı kaybettiğini duymuştum bir ara. iskambil kağıtlarını, zarları falan görünce, ortam ilgisini çekti bunun. durdu beni izliyor. toplasan 1 hafta falan çalışmışızdır daha önce. maskeyi çıkarıp "abi beni tanıdın mı" diye sorsam bile hatırlamaz zaten yıllar sonra, bir de yüzümde maskeyle tam bir yabancıyım.

    yaklaştım kartları uzattım.

    - 1 kart seçin, bana göstermeden bakın ve ceketinizin cebine koyun.

    ali abi çekti kartı, baktı ve cebine koydu.

    biraz karıştırdım elimdeki kartları. şöyle bir diğer kartlara baktım, güya hesaplamalar sihirler falan yaptım.

    "seçip cebinize koyduğunuz kart kupa 6" dedim.

    keyifle haykırdı ali abi. "hahahahaha bilemedin, maça 10'du seçtiğim kart" dedi ve cebindeki kartı çıkarıp bana gösterdi. gülmeye başladım, çünkü elinde tuttuğu kart kupa 6'ydı..

    ali abi çocuklara sihir diye bir şeyin olmadığını, bu kartların hileli oyun kartları olduğunu anlatmaya çalışıyor, çocuklar da ağız birliği yapmışçasına benim sihirbaz olduğumu iddia ediyorlardı.

    çok eğleniyordum. etrafımızdaki kalabalık gittikçe artmaya başlıyordu ve ben sadece ali abi ile uğraşıyordum.

    yıllar önceki doğum günümün ve beyzanın intikamını almaya karar verdim.

    çocukların her birine ve ali abiye birer iskambil kartı seçtirdim ve bir oyun teklif ettim.

    çocuklarla hiç konuşmadan, sadece seçtiği kartlara bakarak, hangi çocuğun ali abinin çocuğu olduğunu bilebileceğimi iddia ettim.

    kendisi esmer, çocuğu sarışın ali abi keyiflendi hemen.

    - kesinlikle bilemezsin.
    + peki o zaman. bilemezsem, benden 100 lira kazanacaksınız. ama bilirsem, 10 liranızı alırım.
    - kabul.

    seçtikleri kartları tek tek topladım, biraz karıştırdım, güya sihirli bir şeyler söyleyip tribünlere şovumu yaptım ve osman berk'in saçlarını okşayarak, ali abi'ye döndüm..

    - çok yakışıklı bir oğlunuz var. annesi sarışın olmalı.

    çevredeki insanların alkışları arasında 10 lirayı alırken, bir oyun daha teklif ettim kurbanıma. daha zor bir oyun.

    çocuğa ve babasına 3'er tane kart seçtirdim ve sadece bu kartlara bakarak çocuğun ismini doğru tahmin edebileceğimi iddia ettim.

    - bilirsem 20 liranızı daha alırım. bilemezsem 100 lira kazanırsınız.

    konu kumar olunca, akan sular durmuştu ali abi için. hipnoz olmuş gibiydi mal.

    kartları aldım, biraz karıştırdım ve havaya fırlattım. yere düşen kartlara ve güya oluşturdukları şekillere şöyle bir baktıktan sonra, gülerek ali abiye döndüm.

    - osman berk çok güzel isim. eminim siz koymuşsunuzdur.

    ali abi bir yandan kaybediyor, bir yandan da çok eğleniyordu. peru ikinci ligini takip etmekten çok daha eğlenceliydim sonuçta.

    20 liramı verdi ve ekledi.

    - hadi devam edelim.

    "tamam" dedim o zaman. peki. bu kartların hileli olmadığına ikna olana kadar, oynayalım madem.

    osman berk'ten 12 tane daha kart seçmesini istedim ve sadece bu kartlara bakarak, osman berk'in doğum tarihini doğru bileceğimi iddia ettim.

    - bilirsem 100 liranızı alırım. bilemezsem 500 lira sizin.
    + ahahaha kabul.

    kartları aldım. renklerine göre ayırdım, biraz şov yaptım ve "kart perileri 26 ocak tarihini işaret ediyor, keşke ben de 26 ocakta doğsaydım" dedim. *

    osman berk sevinçle havaya zıpladı.
    - ohaaaa yine bildi.

    ulan osman berk. ne salak evlatsın amk. hayırsız velet. alkış yapıyor bir de gerizekalı ahaha.

    kalabalık iyice arttı, egemen bile tezgahı işi gücü bıraktı, hayretle beni izliyor. ben mesih'im desem, iman edecek 6-7 kişi bulurum o sırada ortamdan. öyle bir şov yapıyorum aga. inşallah birileri videoya falan çekmiştir. izlemeyi, izletebilmeyi çok isterdim.

    100 lirayı alıp cebime koydum ve son hamleyi yapmaya karar verdim.

    dedim ki; "5 kart osman berk seçsin. 5 kart da ben seçeyim. tam ortasına da benim kimliğimi koyalım ve kart perilerinden rica edelim. çünkü ben de osman berk gibi 26 ocakta doğum günü kutlamak istiyorum."

    kemal sunal'ın üç kağıtçı filminde "ulan rıfkı senden adam olmaz, bu havada yağmur falan yağmaz" deyip, bahis yapan kahveci amca vardı ya hani, hatırlar mısınız? egemen bile öyle bakmaya başladı bana. utanmasa çıkarıp basacak 200 lira ortaya hassiktir lan oradan deyip.

    - eğer bu kartlar sayesinde benim doğum günüm de, osman berk'in doğum günü ile aynı olursa, 500 liranızı alırım. aksi takdirde 5000 lira sizin.

    "böyle bir şey mümkün değil" dedi ali abi.
    - kabul!!

    kartları seçtik, arasına kimliğimi koydum ve şova başladım.

    güya sihirli kartlara, güya sihirli kelimeleri fısıldıyor ve kart perilerinden yardım istiyordum.*

    kartları karıştırdım, karıştırdım, karıştırdım.. kimliğim en üste geldiği an durdum ve kimliği kalabalıktan birisine verip, doğum tarihimi yüksek sesle okumasını rica ettim.

    - inanılmaz!! gerçekten 26 ocak..

    alkışlar ve şaşkın bakışlar arasında parayı aldım ve oyunu bitirdim. biraz daha patlayan sigara ve hileli zar sattıktan sonra da, tezgahı toplayıp içmeye gittik egemen'le beraber. beyza' yı geri getirmeyecekti belki ama yıllar öncesinin intikamını da çok güzel aldım.

    başta da söyledim ya.
    çok samimi bir arkadaş gibi bu şehir, üstelik borcuna da sadık. yıllar geçse de üstünden, bir şekilde borcunu ödüyor. mutlaka..
  • bugün tramvaydaki bilet kontrolünde genç bir kızcağıza biletsiz bindiği gerekçesiyle 580 lira ceza yazıldı.
    sonra ne oldu?
    aynı tramvayda arapça konuşan ve yine biletsiz bindikleri anlaşılan 2 arap genç erkeğe aynı görevliler tamam tamam diyerek ses etmediler.
    aklımdan çok şey geçti o an ama sinirlerime hakim olarak vazgeçtim.
    bu da burada not olarak dursun.
  • hafta sonu eskişehir'deydim ve kendimi türkçe konuşulan ama türkiye'de olmayan bir yerde gibi hissettim.

    esnafın gözü karnı tok. oturduğum her yerde adisyonlarda yediğimiz içtiğimiz eksikti. hesabı öderken her seferinde şunları eklemeyi unutmuşsunuz dedim ve gelenden fazla hesap ödedim. adamlar defalarca teşekkür ettiler. başka bir şehirde olsak yan masanın hesabını da bize geçirirlerdi.

    yaya geçidinde araçlar duruyor. bir ankaralı için çok ilginç bu. belediye otobüsü bile durup yol verdi. ankara'da olsak o otobüs üstümüzden geçerdi ve araçta oluşan hasarı da kamu davası açıp mirasçılarımızdan alırlardı.

    rahatsızlık veren tip az. insanlar birbirine karşı saygılı ve mutlu gözüküyorlar genelde. her yerde bisikletler. sokaklar cıvıl cıvıl. ankara gibi avm'lere tıkılmış değiller.

    eskişehir başka bir yermiş. türkiye'nin geri kalanının eskişehir gibi olabilmesi için çok fırın ekmek yemesi gerekiyor.
  • haftada bir birileri gelip “o kadar da güzel şehir değildir” diyor.

    arkadaş gidin biraz da kayseriden bahsedin, uşaktan bahsedin gümüşhane’den bahsedin.

    sözlüğün en değişmeyen gündemlerinden biri bu eskişehir iyi midir değil midir goygoyu.

    ben sekiz yıldır bu şehirde yalnız yaşayan bi kadınım, bir kere bile ne kuryesinden ne kargocusundan ne taksicisinden rahatsız olmuşumdur. siz erkek beyninizle bunun önemini anlayamıyorsunuz ama bu şehir biz kadınlar için türkiye sınırları içinde adeta bir cennet.

    ayrıca küçük, her şey elinin altında, sanatından sinemasına kahvesinden kebabına aynı gün içinde birçok şeyi yapabilme fırsatı sunuyor insana.

    trafiğe bulaşmadan kalabalıkta yorulmadan çiçek gibi yaşıyoruz. beğenmeyen gitsin istanbulda metrobüs beklesin.

    debe editi: hepiniz kafayı yemişsiniz dolar 8,5 arkadaşlar gidin başka başlıklarda takılın ahsjd.
  • akp eskişehir'i alamadığı için baya kuduruyor. iyice hırs yaptılar. geçenlerde karda iki üç araç kaydı diye twitter'da karalama kampanyası başlatmışlardı #karbereketeskisehirfelaket diye. tüm gün 3 fotoğraf paylaşıp durdular yazık. şimdi de #yıl2022eskişehirdeyok hashtagıyla hayaller kuruyorlar. neymiş musluk suyunu içemiyormuşuz. kim içiyor ya musluk suyunu? ankara mı istanbul mu?

    buradaki teşkilat baya komik. çok acemiler. kafalar hiç çalışmıyor. whatsapp gruplarını çok merak ediyorum. birbirlerini nasıl gaza getirdiklerini.

    anlamadıkları şu, evet trafik sorunu var evet tramvay yüzünden ulaşım karmançorman vsvs ama bizim için bunlardan önemli bir şey var. özgürlük ve medeniyet

    o yüzden istedikleri kadar uğraşsınlar burası akp'ye yar olmaz. aktrollere sevgiler selamlar.

    debeedit : yılmaz büyükerşen'imizin de ömrü uzun olsun.

    ağlayın bakıp bakıp yobazlar.
  • istanbul'da doğdum büyüdüm. bursalıyım. türkiye'de gezdiğim şehir sayısı da fazladır. istanbul'da da görece medeni bir semtte oturuyordum. gece rahatlıkla sokağa çıkılabilen bir semt, suç oranı düşük.
    eskişehir ile tanışıklığım geçen yıl iş için gitmemle oldu. dört gün kaldım ve aşık oldum. gereksiz abartılıyor diyenler var, onlara göre gereksiz abartmış olacağım ben de ama benim için çok farklı bir deneyim oldu. bakınca evet normal bir anadolu kenti. denizi yok, boğazı yok, şelaleler falan da akmıyor ama gerçekten farklı insanları var. kahvaltı yaparken tanımadığın biri gelip afiyet olsun diyor mesela. yol sorduğunda gideceğin yere kadar götürüyorlar. küçük şehirlerde olur öyle diyenler vardır belki ama öyle de değil. insanlar mutlu, yüzler gülüyor. kışın en soğuk döneminde gittim, yine de büyük keyif aldım. ne bileyim sanki oralı olmam gerekiyormuş da bunca yıl yanlış yerde yaşamışım gibi. döndüm ve dedim ki çocuklarımı eskişehir'de büyüteceğim. o zamandan sonra işlerimi ayarlamaya çalıştım ve başardım. dört aydır eskişehir'de yaşıyorum. mutlu muyum, evet. sokakta sebepsizce gülümserken buluyorum kendimi sık sık. insanları ışıl ışıl. eğlenceli, ucuz, medeni bir şehir. başka ne ister ki insan?
  • türkiye'nin en avrupai şehirlerinden, belki de en avrupaisi. hayran kaldım tertemizliğine, yerli insanının medeni sıcakkanlılığına, harikulade devasa parklarına, güzelce restore edilmiş ya da onarılmış eski mahallelerine, lezzet dolu mekanlarına, bir anadolu kentinde gördüğüm en renkli ve yok yok çarşısına, nehir merkezli şehir planına, o güzel çayın nazlı ve durgun akmasına, bronzdan heykellerine, pırıl pırıl tramvayına, uygar gençlerine, bir çok yerine yürüyerek gidilebilecek dümdüz topografyasına, canım ankaramın havasını andıran sıkı ve canlandırıcı havasına. bir tek metrosu eksik, o da nazar boncuğu.

    mütevazı bir anadolu bozkır kentini yıllar boyu milim milim böyle nefis bir kente dönüştüren prof. dr. yılmaz büyükerşen'e saygı, minnet ve uzun ömür dileklerimle.
  • yerli halkına keko falan demişler. kadınların sabaha karşı sokaklarda sıkıntısız gezebildiği kaç keko şehri gördünüz. denyoluğun lüzumu yok beyler. eskişehir kabul etseniz de etmeseniz de sizin ortadoğulu normlarınızdan fersah fersah uzakta kalan çağdaş bir avrupa kentidir.
hesabın var mı? giriş yap