• avukatlarından şükriye erden'in keşif için malum olay sabahı mehmet selim kiraz'ın odasına girdiği iddia ediliyor. olaydan 4 saat önce. gezi, berkin elvan gibi dosyalara bakan savcının odasına, bu savcıdaki bazı davalarda savunma yapan avukatın girmesi anormal gibi gösterilmeye çalışılıyor. keşif yaptığına dair delil var mı? yok. yaptıysa neyin keşfini yapmış acaba? bununla ilgili bilgi var mı? yok. madem keşif yaptı, eylemcilere bu bilgiyi nasıl aktarmış biliniyor mu? hayır. buluşma, görüşme var mı? yok. bunlar olursa, gel buraya yaz, çiz. iftira, zan altında bırakma var mı? var.

    facebook, twitter zırvadan geçilmiyor. üniversite mezunu fb arkadaşım sayfasında sahte kamer genç sayfasının iletisini paylaşmış. ilk maddesi şöyle başlıyor: elektrikler eylemciler x-ray'den geçebilsin diye kesildi. daha bugün eylemcilerin kapılardan geçiş görüntüleri paylaşıldı allah'tan. silahı taşıyan şafak yayla avukat gibi geçerek x-ray'den kurtuluyor...

    eşşek kadar adamlar bunları utanmadan, düşünmeden paylaşıp duruyor. sorsan sosyal demokrat, chp'li, aydın, medeni... bu titri ile kim bilir günde kaç kişiyi aşağılıyor. ama akıl, fikir var mı? yok. özne bile değil, kendisini algı yönetiminin rüzgarına teslim etmiş dümensiz tayyare...
  • 1989 yılında kurulan, hukuksal mücadeleyi, haklar ve özgürlükler mücadelesinin bir parçası olarak algılayan, tarafını halkın yanı olarak belirleyen devrimci avukatların oluşturduğu kurum. aşağıdaki link ve içeriğindeki alıntıda hukuka bakışları anlatılmaktadır.

    http://www.yuruyus.com/…wsid=1882&dergi_sayi_no=66&

    "bir avukat vardı, adı hanadi caradat'tı. hatırladınız mı? filistinliydi? belki hatırlamadınız. 4 ekim 2003'te israil'e karşı gerçekleştirdiği feda eyleminde şehit düşmüştü. bir kadındı, avukattı ve feda savaşçısıydı.

    bir avukat feda eylemi yapar mı? pek tartışılmadı o zaman. belki "orası filistin" denilip geçildi, belki tartışmanın ucu "zülfü yare" dokunur diye gerçeğin etrafından dolanıldı.
    kimdi bir avukat? bir doktoru, bir avukatı, bir sanatçıyı mesleki anlamda farklılaştıran neydi? daha önemlisi, bir avukatın, bir aydının neyi yapıp neyi yapmayacağını belirleyen kimdi? neye, kime göre belirlenmişti statükolar? intifadanın sıra neferi olup taş fırlatan edvard said, latin amerika'nın dağlarında silah elde savaşan şairler, halkın adaleti için silah kuşanan ülkemizin öğretmenleri, mühendisleri, bu statükolara aykırı şeyler yapmışlardı, yanlış mıydı peki yaptıkları? şu eylemleri şunlar yapar, şunlar yapmaz diye değişmez sınırlar mı vardı?
    ölüme yatan bir avukat, işte bu soruları gündeme getiriyor yeniden.
    ölüme yatan "halkın hukuk bürosu avukatlarından behiç aşçı"... herkesin elbette dikkatini çekmiş olacağı gibi, behiç aşçı'dan, bu sıfatıyla sözediliyor hep. bu sıfat, onun hukukçu kimliğinin ve siyasal kimliğinin bir parçası çünkü. bu sıfat, onun statükolara meydan okuyan bir anlayışa sahip olduğunu da anlatıyor.
    halkın hukuk bürosu, 1989 yılında kuruldu. daha çok dava alıp daha çok para kazanmak, müvekkillerini daha iyi "yolmak" için kurulmamıştı bu büro. onlar bambaşka amaçlarla çıktılar yola. büronun kurucuları, devrimci, demokrat avukatlardı. birçoğu, devrimci sol ana davası'nın genç avukatlarıydılar. düzenin hukukuyla ilk sınavlarını o davada vermişler, mevcut hukukun niteliğini o mahkeme salonlarında çok daha yakından tanımışlar, bir avukatın toplumsal sorumluluklarını orada netleştirmişlerdi.
    onlar mevcut hukuka karşı çıkan, kendilerine "adalet" diye öğretilen adaleti reddeden hukukçulardı. devrimci sol ana davası'nda yaptıkları avukat savunmasında diyorlardı ki; "biz eskimiş, çürümüş, yoz, anti-demokratik hukuku savunmuyoruz. yaşadığımız toplumun ve hukukçu kimliğimizin bilincinde olarak, verili burjuva hukukuna, artık kendisinin yadsıdığı evrensel hukuk ilkeleri ve insansal değerler temelinde karşı çıkıyoruz."
    onlar, yalnız bürolarının kapısını çalan "mağdur"ların değil, tüm ezilenlerin avukatıydılar. nitekim, o günden sonra, işten atılan işçi, grevli-toplu sözleşmeli sendika mücadelesi veren memur, yök cenderesi altındaki öğrenci, kondusu başına yıkılmak istenen gecekondulu, hapishanelerde siyasi kimlikleri için mücadele veren tutsaklar, çocukları işkence gören, kaybedilen, katledilen aileler, halkın hukuk bürosu'nu yanlarında gördüler.
    bir misyonu üstlenmek önemliydi elbette, ama daha önemli ve tarih açısından belirleyici olan, o misyonu her şeye rağmen sürdürebilmekti. çünkü eğer üstlendiğiniz misyon, düzenin yerleşik kurallarına, işleyişine, dahası kendisine karşıysa, o misyonu üstlenebilmek, ancak bedellerini göğüsleyerek mümkün olabilirdi. o bedeli cesaretle, fedakarca ödedi halkın hukuk bürosu avukatları...
    gençtiler, deneyimsizdiler, sayıca azdılar, ama üstlendikleri misyon, büyüktü. ülkemizdeki avukatlık statüsünü alt üst edecek bir misyondu bu. bu oluşum, iktidarları ve polisi rahatsız etmekte gecikmedi. halkın hukuk bürosu avukatlarını tek tek yıldırmaya yönelik baskılar, tehditler başladı önce, bunlar kar etmeyince, haklarında "toplu davalar" açıldı.
    halkın hukuk bürosu avukatları, mesleklerinin doğal sonucu olarak sürekli mahkeme salonlarındaydılar. ama o salonlardaki yerleri sık sık değişti; sık sık sanık sandalyesine oturtuldular. defalarca dava açıldı haklarında. devrimci örgütlerin davalarına giren avukatlara karşı ispanya'dan almanya'ya türkiye'ye kadar yöntem her yerde aynıydı: "demek siz de örgüt üyesisiniz!"
    örgüte üyelik, kuryelik, devrimci avukatların mesleklerinin hemen her aşamasında maruz kaldıkları suçlamaların başında geliyor. ama asıl ve tek suçları; aydın hukukçu sorumluluğunu taşımak, emekçilere sahip çıkmaktı. açılan davalar, hhb'nin yüklendiği misyonaydı.
    hhb'nin haklılığını, misyonunu gölgelemek, statükoları korumak için çok komplolar kuruldu. hhb avukatları, haklarında açılan davalarda, savunmalarını, tck'nın maddelerinden çok, tarihsel haklılıklarına dayandırdılar. ve her seferinde bir kez daha tekrarladılar:
    "eğer aydın ve hukukçu sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmek, baskının, sömürünün olmadığı eşit, özgür ve adil bir toplum düzeni için mücadele etmek, haksızlıklara, insanlık dışı uygulamalara karşı çıkmak, devrimcilerin savunmalarını üstlenmek, suçsa, bizler bu suçu her zaman işleyeceğiz!"

    statükoları parçalayarak
    kazanılan bir mevzi

    halkın hukuk bürosu, statükolara bir meydan okuyuştur. devrimci avukatlar onlardan önce de vardı kuşkusuz. siyasi davalarda cüretli savunmalar yapan, ağır baskı koşullarında her türlü riski göze alarak siyasi davaları üstlenen avukatlar olmuştu. ama bu çabalar, kurumsal, örgütlü bir niteliğe kavuşmamıştı hiçbir zaman.
    12 eylül döneminde avukatlar böyle bir örgütlülükten ve kurumsallaşmadan, tutsaklar ve aileleri de böyle avukatlardan yoksundu. az sayıdaki fedakar ve cüretli avukatın dışında, tutsakların ve ailelerin nasıl sorunlar yaşadıklarını, nasıl büyük ekonomik yüklerin altına girdiklerini o dönemi yaşayanlar bilir.
    halkın hukuk bürosu'nun kapısı, sömürenlerle, zulmedenlerle davası olan herkese açıktı. sömürenlere, zulmedenlere karşı direnen herkesin yanındaydılar. üstelik sadece "mahkemelerde" değil; halkın haklar ve özgürlükler için yaptığı sayısız eylemde onlarla omuz omuzaydılar. düzenin anlayışı, avukatları duruşma salonlarına hapsetmek istiyordu. onlar halkın olduğu her yerde biz de varız diyerek bu statüyü de parçaladılar.
    istanbul emniyet müdürü necdet menzir "biz, kendimizi savunacak avukat bulamazken, onlar hukuk büroları kuruyorlar" diyordu. bu sözler halkın hukuk bürosu'nun, halkın mücadelesinde oynamaya başladığı kurumsal rolün de bir ifadesiydi. direnen, mücadele eden kimse bu ülkede savunmasız kalmayacaktı artık; hiçbir devrimcinin cenazesi sahipsiz kalmayacaktı; hiçbir devrimci tutsak avukatsız kalmayacaktı... çünkü halkın hukuk bürosu vardı!
    siyasal davalarda, işkencehanelerin, adli tıp morglarının kapılarında sürdürdüler kavgayı. bu mücadelenin içindeki herkesten daha çok acı çektiler belki, çünkü oğlunu kızını kaybeden her anne babanın, işkenceye maruz kalan herkesin en yakınındakiler onlardı. otopsilerde müvekkillerinin parçalanmış vücutlarını gören onlardı.
    ama işkence ve ölümler, yalnızca müvekkilleriyle sınırlı bir olgu da değildi onlar için. bizzat da yaşayacaklardı. defalarca en ağır işkencelerden geçirildiler. avukat olmaları, onlara düzenin işkencecileri karşısında hiçbir güvence ve ayrıcalık sağlamıyordu!
    istanbul emniyet müdür yardımcısı reşat altay, bir devrimcinin cenazesine sahip çıktıkları için gözaltına aldığı behiç aşçı'ya şöyle diyordu: "büronuzu yasaların elverdiği ölçüde yok edeceğiz, yasalar elvermiyorsa başka yöntemlerle yok edeceğiz."
    tehditler hiç durmadı. f tipleri'ne karşı büyük direniş'e de tüm gücüyle katıldı halkın hukuk bürosu avukatları. 19 aralık katliamı'nı açığa çıkarmak için, sansürü parçalamak için büyük mücadeleler verdiler. tüm bunların karşılığında, bugün ölüm orucunda olan avukat behiç aşçı, 2003 mart'ında bir kez daha yasadışı bir şekilde gözaltına alınarak polis tarafından ölümle tehdit ediliyordu. istanbul emniyeti'nin "terörle mücadele" biriminde behiç aşçı'ya söylenenler aynen şöyleydi: "halkın hukuk bürosu'nda çalışma, büroda çalışmaya devam edersen en geç bir yıl içinde cesedin bir kenarda bulunur"... (bkz, ekmek ve adalet, sayı: 53)
    yapabilirlerdi de. halkın adalet kavgasıydı bu, her şey olabilirdi. behiç aşçı, ölüm orucuna başladığını açıklarken, arkasında bir resim asılıydı. 28 eylül 1994'te istanbul polisi tarafından katledilen avukat fuat erdoğan'ın resmiydi o resim. fuat erdoğan halkın hukuk bürosu'nun emektarlarındandı. burjuva, küçük-burjuva bir avukat statüsünü yaşamının hiçbir anında ve alanında benimsemeyen proletaryanın proleter bir avukatıydı o. oligarşi komplolarla avukatlığını sürdürmesine engel olduğunda, o yine de halkın davasını savunmaya devam etti. behiç o geleneğin sürdürücüsüydü.
    halkın hukuk bürosu tek tek bireylerden ibaret olmayan bir misyon, bir gelenektir. böyle olduğu içindir ki, 18 yıldır, halkın mücadelesinde demokratik bir mevzi, hukuk alanında bir direniş odağı olarak var. hem siyasal, hem kültürel, hem mesleki bir direniş odağıdır hhb. hayatın her alanında bireyciliğe, bencilliğe karşı kolektivizmin, örgütsüzlüğe karşı örgütlülüğün savunulmasının hukuk alanındaki mevzisidir halkın hukuk bürosu.
    açlık grevleriyle tanışıklıkları da eskiye uzanıyor. 1994'te iki halkın hukuk bürosu avukatının gözaltına alınması üzerine 1994'te süresiz açlık grevine başlamışlardı. bürolarında açlık grevleri yapıyorlardı. o açlık grevi, halkın hukuk bürosu'nun halkın mücadelesiyle, adalet savaşıyla nasıl bütünleştiğinin bir göstergesiydi. her zaman yanlarında oldukları gençlik, tayad'lı aileler, devrimci sanatçılar, şimdi onların yanında açlık grevine başlıyorlardı.
    avukat behiç aşçı'nın etrafında bugün çok daha geniş, yaygın, büyük bir destek çemberi var. bu destek bir yanıyla da hhb'nin tarihine ve misyonuna verilen destektir.
    bir hukukçu, yaşadığı toplumdan, o toplumdaki halkın mücadelesinden ayrı düşünülemez. klişeler, "adalet mülkün temelidir" diyen burjuvazinin hukuk düzeninin klişeleridir. halktan ve adaletten yana olan avukatlar, o klişelere teslim olamazlar. bu anlamda da gerektiğinde feda savaşçısı hanadi caradat, gerektiğinde ölüm orucu direnişçisi behiç aşçı olurlar. "
  • yaşadıkları polis baskınının görüntüleri ortaya çıkmıştır.

    büroda değil 11 çelik kapı, o kadar kapıyı yan yana koyabileceğiniz bir alan bile olmadığı, tüm görmek istemeyenlere kanıtlanmıştır.
  • bugün ohal kapsamında kapatılma kar<rı verilmiş dernektir.

    60 a ayakın avukat şuan büro içinde direnmekte.
    dışarda onlara destek olanlara polis saldırmakta.

    internetten yaptıkları canlı yayında sesleniyorlar ve diyorlar ki; derlenip dürülmesin bayraklar...

    direnenlerin varolduğu bürodur
    (bkz: direnenler de var bu havalarda)

    edit: şu an polis kapıyı kırıp içeri girdi.

    özel harekat girdi.
    avukatlar darp edilerek dışarı çıkarılıyor.
    özel harekat şuan "kimse konuşamaz burada.sadece ben konuşurum" diye bağırıyor
  • 31 mart 2015 cumhuriyet savcısının rehin alınması ile ilgili açıklama yayınlamış hukuk bürosu.

    ----------alıntı--------------

    cumhuriyet savcısı mehmet selim kiraz’ın
    rehin alınması eylemi ile ilgili açıklamamızdır

    31 mart 2105 salı günü çağlayan adliyesinde meydana gelen, dhkp/ c ‘li iki eylemcinin savcı mehmet selim kiraz’ı rehin alma eylemi ile ilgili bazı konuları kısaca açıklamak istiyoruz.
    dün olayın öğrenildiği saatten itibaren eylemcilerin ve cumhuriyet başsavcı vekilinin talebi doğrultusunda görüşmelerde bulunduk. toplam sekiz saat süren görüşmelerin bütünü cep telefonu ve odada mevcut dahili telefon ile yapılmıştır. telefonun ucundaki eylemci kendisine berkin ismi ile hitap edilmesini istemiş ve görüşmeler bu isimle sürdürülmüştür.
    bu görüşmelere siyasi şubede amir sıfatında sorumlu bulunan polisler ve müzakere uzmanı bir polis de katılmıştır. yine eylemcilerin isteği doğrultusunda istanbul barosu başkanı ümit kocasakal ve berkin elvan ın babası sami elvan da sorumluluklarının gereğini yerine getirerek katılmışlardır. bu katılımlar ve görüşmeler çeşitli aşamalardan geçerek ilerlemiş, eylemcilerin olayın başında bildirmiş oldukları süre dolmuş olmasına karşılık müzakereler sürmüş ve görüşmeler neticesinde sonuç almaya doğru adımlar atılmıştır.

    eylemcilerin eylemin başında ileri sürmüş oldukları şartlar tartışılmaya başlanmış, ilerleyen aşamada birinci madde olarak bahsettikleri berkin elvan’ın katil zanlılarının açıklanması yolundaki talepten vazgeçmeyeceklerini ancak diğer taleplerden vazgeçebileceklerini-tartışabileceklerini bildirmişlerdir. bu doğrultuda son görüşmeler olay zanlılarının açığa çıkarılması üzerinden yürümüştür.

    eylemciler, müzakereci polislerin bu isimleri bulma yönündeki zaman darlığı ve kendi maddi imkansızlıklarını ileri sürmeleri üzerine, soruşturma dosyasında mevcut fotoğrafları belirttikleri umutadalet isimli twitter hesabı üzerinden yayınladıklarını bildirmişler ve bu fotoğraftaki isimlerin açıklanmasını istemişlerdir.
    bir süre sonra eylemciler, rehin alınan savcı ile görüştüklerini, savcının kendilerine kriminal inceleme sonucunda açığa çıktığı belirlenen bir isim ve iki sicil numarası bildirdiğini bu isimlerin yayınlanarak suçlarını itiraf etmelerini istemişlerdir. bu talep müzakereci polislerce mümkün görülmemiş ancak bu açıklamayı avukatların yapmasını önermişlerdir.
    bu öneri üzerine biz görüşmeci avukatlar ve istanbul barosu başkanının sorumluluk alması ile isimlerin tarafımızdan açıklanabileceği ve aramızda geçen diyaloğun da basına ve kamuoyuna aktarılabileceği iki tarafa da söylenmiştir. bu öneri eylemcilere iletildiğinde, avukatların yanında bir emniyet müdürünün de olması halinde bu öneriyi kabul edebileceklerini ancak bunun dışında bir şey konuşmayacaklarını, cevabı beklediklerini konuyla ilgili son görüşmeyi yapacaklarını söylemişlerdir. müzakereci polisler bir emniyet müdürünün bizlerle birlikte açıklamaya katılmasının mümkün olmadığını belirtmesi üzerine eylemcilerle tekrar telefon irtibatı kurulmuştur. bu telefon görüşmesinde telefonun ucundaki eylemci telefonu “son görüşme” diyerek açmış verilen cevabı dinledikten sonra telefon kapanmış ve hemen akabinde silah sesleri duyulmuş silah seslerinin duyulması ile beraber zaten hazır bulunan özel birlikler hareketlenmiştir. ancak biz silah sesinin nereden geldiğini ve kime yöneldiğini görmeyip yalnızca seslerini duyduğumuzdan ötürü atışın kim tarafından yapıldığını da bilemiyoruz. çok sayıda seri ateş sesleri duyuldu ardından orada bulunanlardan bomba patlatılacağı için kulaklarını kapatmalarını istediler. bu bomba müzakere sürerken hazırlanmıştı. bomba hazırlıkları sürerken içerde bulunan eylemciler slogan atmaya devam ettiler. bu sloganlar içinde bizim anladığımız tek slogan ; ‘berkin’in katili akp’nin polisi” şeklindeki slogandır.
    ilk bombanın patlamasının ardından kısa süreli bir sessizlik oldu daha sonra içeriden yeniden silah sesi ve marş sesi duyulmaya başladı. içeride söylenen marş “ellerimizde silahlarımız sloganlar dillerimizde kucaklıyoruz ölümü varsa cesaretiniz gelin, silahınız bombanızla gelin varsa cesaretiniz gelin’ şeklinde devam ediyordu. bu marş devaım ederken seri atış yapan makineli tüfek olarak algıladığımız atışlar oldu. ve sonra ikinci bir bomba daha patladı. biz dışarıdaki konuşmalardan içeride sıkı bir barikat olduğunu anlıyorduk ve polisler içeri girmekte zorlanıyorlardı. silah seslerinden anladığımız kadarı ile yaşanan iki taraflı bir çatışmaydı ve eylemciler polis içeri girdikten sonra da silahla karşılık veriyorlardı. silah sesleri kesildikten sonra son olarak birkaç el silah sesi duyuldu ve sonra emreden bir ses ateşi durdurarak daha fazla devam etmelerini önledi. ardından içeride bomba olabileceğinden endişe edilerek bir süre bomba araması yapıldı ve bizim fünye olduğunu düşündüğümüz üçüncü bir patlama daha yaşandı.

    meydana gelen olayda basına yayın yasağı getirilmesi ve adliye içinde internet erişimine müdahale edilmesi gibi eylemcilerin dış dünyadan haber alma olanaklarının kısıtlanmaya çalışılmasının görüşmeleri olumsuz etkilediğini düşünüyoruz.

    görüşmelerin altı saat değil gerekirse altı gün bile sürdürülebileceğini ve mümkün olduğunca uzun tutularak yerine getirilmesi mümkün olan ilk talebin karşılanabileceği yolundaki görüşümüzü oradaki siyasi şube müdürüne ve müzakereci polise de söyledik. nihayetinde bu talep soruşturmanın da amacına aykırı olmayıp zaten o zamana kadar çoktan yapılması gereken, kamuoyunun uzun zamandır beklediği bir şeyi işaret ediyordu. görüşmeleri sürdürmekle görevlendirilen polislerin kendilerine çok sınırlı bir hareket alanı tanıyan siyasi emirlerle hareket ettikleri yolundaki gözlemimizi de sizlerle paylaşıyoruz.

    olaydan sonra emniyet müdürü ve valinin yaptığı “devletimiz büyüktür kimse onu zaafa uğratamaz” açıklamasının sorunları anlamada ve çözmede bir yarar sağlamadığı açıktır.
    bunun aksine, hakim ve savcıların örgütlenerek meslektaşlarını koruması, berkin elvan’ın katillerinin bulunması yönünde çaba harcamaları ya da en azından bunun takipçisi olunacağını bildirmeleri gerekirdi. bu ve bu gibi çabalar hem hakkaniyete ve halkın taleplerine uygun bir davranış olurdu hem de sorunun çözümünde katkı sağlardı.

    olayı 31 mart tarihine sıkışmış bir eylem olarak görmeden soru sorarak ve cevap arayarak, eleştirilmeyi, hedef gösterilmeyi, tecrit edilmeyi göze alarak harekete geçmelidir. susarak, konuşmaktan ve konuşturmaktan korkarak gereğini emniyet güçlerine bırakarak hiç bir şey değişmez, değiştirilemez.

    örgütlü ve kendine güvenli bir toplum olmamamız hem siyasi iktidarın niteliği gereği uyguladığı baskı ve politikaların bir sonucudur hem de bundan sonra eşit, adil, bağımsız bir ülke kurmamız önünde önemli bir engeldir.

    olaydan sonra hemen bir korku ve endişe dalgası yaratmaya çalışmak, meslek grupları ve kişiler üzerinde baskı kurmak olaylarla ilgili ilgisiz kişilerin gözaltına alınması, derhal güçlü devlet imajının tesis edilmeye çalışılması, kaçınılmaz olarak sistemi gittikçe tıkayan, memnuyitesizlikleri arttıran bir rol oynayacaktır. avukatları zan altında bırakamaz. bu gidişin sonu bellidir.

    istihbarat zafiyeti, terörist eylem silahı kim soktu gibi gerçeğin üstünü örten ve asıl meselenin tartışılmasını engelleyen açıklamalar artık halkı tatmin etmekten uzaktır. bu nicel birikimler hızlı ve köklü bir değişim gereğini ortaya koymaktadır.

    olayı tarihsel ve siyasi bütününden uzak bir terör eylemi olarak değerlendirenlerin bir kısmı kendi siyasi ve sınıfsal rollerinin gereğini yapmaktadır ve yapacaktır. ancak ülkenin aydınları hukukçuları daha bütünsel düşünmeli güvenlik önlemi önerecekleri yerde adalet talebini daha güçlü ve sorumlu bir şekilde taşımalıdırlar.

    halkın hukuk bürosu
    açıklama no: 422 tarih: 02.04.2015
    halkın hukuk bürosu
    gürsel mah. çevik sok. no:13/10
    kâğıthane/istanbul
    tel/faks 0212 296 31 59
    halkinhukuk@gmail.com
  • tahir elçi'nin göz göre göre katledilmesiyle ilgili yaptıkları açıklamadır:

    tahir elçi’yi katleden akp’dir
    bu halk en vahşi katliamları gördü. diz çökmedi. diz çökmeyeceğiz.
    akp faşizmi her geçen gün halka karşı savaşını büyüterek krizini aşmaya, krizi böyle yönetmeye çalışıyor. bugün diyarbakır barosu başkanı tahir elçi’yi yaptığı açıklama sonrasında katlettiler. tetiği kimin çektiğini henüz tespit edilemedi. ama bunun bir önemi yok. tahir elçi’yi katleden akp’dir.
    olağanüstü hal ilan ederek, kayıp, katliam, infaz politikası ile korkuyu büyüterek halkı yönetme akp iktidarının programıdır. bu program g-20 sonrası emperyalizmin onayı ile daha da hızlı bir biçimde yaşama geçirilmektedir. 2 kasım seçimlerinden sonra akp’nin programının halka karşı açtığı savaşı büyütme şeklinde olacağı açıktı. yaptığı katliamlarla, katliamlar sonrası açıklamalarla savaşı büyüteceklerini ilan etmişlerdi. bunu açıkça yapıyorlar.
    akp, iktidarını sağlamlaştırmak, halkın adaletsizliğe karşı öfkesini durdurabilmek için bu saldırılarını durdurmayacaktır. her kesime karşı saldırılarını devam ettirecektir. sessiz kalıp bekleyenler, uzaktan izleyenler bu ateşin çevresinde korunaklı kalamaz. akp kendisine muhalif gördüğü kişileri tutuklamakla kalmıyor, kalmayacaktır.
    korkmuyoruz. geri adım atmıyoruz. biliyoruz ki faşizm yenilmeden hiçbirimiz güvende değiliz. hiçbir yer güvenli değildir. sinip beklerken ölmek yerine, hakkımızı savunurken ölmek onurlu olandır.
    tahir elçi’nin katledilmesi adaletsizliğe ses çıkartan herkese tehdit, gözdağı amaçlıdır. gözümüzü korkuttukça daha da azgınca saldıracaklardır. saldırıları engellemenin tek yolu, amaçlarının gerçekleşemediğini göstermektir. sinip beklememek, korkunun egemen olmasını sağlamamak, ses vermekle mümkündür. tahir elçi’ye sahip çıkmakla mümkündür.
    elçi, katillerine seslenirken doğru bildiğini savunmaktan geri durmuyor geri adım atmıyordu.
    "cnn türk'teki sözlerimiz nedeniyle öldürme biçimiyle birlikte tehdit edenler: sizden korkan sizin gibi alçak olsun. 1990'lı yıllardan bugüne jitem'ci ağababalarınız ve generallerinizde boyun eğmedim, sizden mi korkacağım.."
    sevgili meslektaşımız tahir elçi’yi saygı ve sevgiyle selamlıyoruz. gözün arkada kalmasın. kürt halkının ulusal mücadelesinden, demokrasi, bağımsızlık, sosyalizm mücadelesinden geri adım atmayacağız. devleti sevindirmeyeceğiz. tüm katliamların ve tahir elçi’nin hesabını soracağız. halkın hukuk bürosu
  • (bkz: taylan tanay)
  • (bkz: fuat erdoğan)
  • savunduklari kisinin kafadan dhkp-c'li oldugunun anlasilmasina sebep olan olusum.

    (bkz: eylem göktaş)

    sanirim savunduklari sey sanigin eylem yapip yapmadigi yaptiysa da ne kadar ceza almasi gerektigi.

    nuriye ve semih'i savunmalari da bu kisilerin en azindan pasif dhkp-c'li olduklarini kanitliyor.
hesabın var mı? giriş yap