• surekli kendilerini, daha "basarisiz" (her ne demekse basarisiz? basari neydi ki?) gordukleriyle kiyaslamalari ve kurtarici rolune burunmeye calismalari. birilerinin hayatindaki spesifik bir olaya yargi dagitirken, isin oncesini, sonrasini ve simdisini asla dusunmemeleri buna ornektir. yani, bireyin hayati icin en dogrusunu sen dusundun genel ama o hayata sahip olan dusunemedi. bilemedi de sen bildin, vaav. boyle bir ustencilik; yazilim ogrenin, bes dil bilin, kendinize yatirim ya...

    şaaaaak! diye okkali, soyle yaradana siginip bi tokat atacaksin kendi etrafinda 360 derece donecek.

    hicbir sey oncesinden kopuk olamaz. icinde buyudugunuz toplulugun, aile, semt, konu, komsu, okul, ogretmen... sahip oldugu sosyal sermayesi cocugun ve gelecekteki yetiskinin her seyini, literally her seyini etkiler. hayatinda her sey yolunda gitmis insanlarda bunun bilinci yoktur iste. bu bilincsizlikle konusurlar hep.

    ve benim avucumun ici hep kasinir.
  • ekseriyetle liberal olurlar, rekabetin geliştirdiğinden bahsederler, fırsat eşitliğinden bihaberdirler, ha birde tek toplumsal dertleri hayvan hakları, çevre sorunu falan olur.
  • yani her şeyi yolunda gitmek tabirini biraz abartılı buluyorum aslında, dertsiz insan yoktur, illa ki herkes bir şeyle sınanır diye düşünüyorum. ama başlığa konu bir insan modeli var ve ondan kastedilen şeyi çok iyi anlıyorum. şu "sülalem rahat" insanları aslında. yani hayat denen cangılda birincil, hatta ikincil ihtiyaçlarını karşılama derdi ile hiç ama hiç karşılaşmamış, anasının babasının prensi, prensesi olmuş, düzgün bir okul, düzgün bir iş, düzgün bir eş silsilesi ile "beyaz, sünni, heteroseksüel, liberomüslüman türk" olarak başlamış insandan bahsediyoruz. plazalarda çok var, özellikle orta-üst ve üst yönetimde. bir de evet bazı it çalışanları da eklenebilir. orta yönetim içerisinde de ailesinin "adresi belli olsun" diyerek yerleştirdiği, o maaşın on katı harcayan, maaş sonrası tutar için ailesinden destek gören bir grup daha var tabii ki.

    şahsen ben hakikaten sohbetlerine pek katılamıyorum ve first world problems tadındaki dertlerine katlanmakta da zorlanıyorum . genelde ya seyahatlerinden, ya ilişkilerden, ya da fazla "niş" bir ilgi alanından (ne anlarım ben tekne,yat fiyatlarından?) konuştukları için çok beni açmıyor. hazzetmediğim insanlar olduğundan uzak duruyorum ve mümkün olduğunca şımarık hallerine maruz kalmamaya çalışıyorum.

    bir yandan kendini gerçekleştiren bir sınıfsallaşma yaratıyor bu tür hareketler zaten. sen ay sonunu getirmeye ya da üç beş bir şeyler arttırıp ileriye bir şeyler bırakmaya çalışırken, aynı işyerindeki arkadaşının yeni aldığı lüks arabasının deri döşeme yırtığını dert olarak 10 saat anlatmasına şahit olunca o kişi ile bir daha pek konuşasın gelmiyor.
  • çok havaya girmemesini salık verdiğim insan. bende vardı bu sendrom çünkü. şımarık mıydım bilmiyorum da dünyanın en şanslı insanı olduğumu düşünüyordum. mükemmele yakın bir hayatım vardı ve istediğim her şeye sahiptim. hayat bana 26 yaşında bir tokat attı*, bir kere kendimi tutamayıp ağladım, sürekli "hayalimdeki hayat bu değildi" diye sayıklayarak.
    gelecek planlarım, yaşayacağımı sandığım bohem ve maceralı hayat, haftada 3 gün kendi kendime yapmam gereken ve bir yere giderken yanımda götürmek için soğuk zincire ihtiyaç duyduğum iğneler ve onun geçmek bilmeyen yan etkileriyle yerle yeksan oldu.
    tokadı yedim, gerçeklerle yüzleştim. ama güzel haber : yeniden başka hayaller kurulabiliyor. ama hayata, gidişata muhakkak adapte olmamız gerekiyor. yoksa hayat bir öşekilde haddinizi bildiyor.
    herkes haddini bilecek!!1!
  • bir de bunların "aslında her şey yolunda gitmedi, ben doğru tercihleri yaptım." diyen derin düşünmekten aciz, çiğ versiyonları var. hayatının en kritik virajlarında amansız hastalıklarla boğuş da göreyim ben senin o ponçik tercihlerini.
  • bunlara şahsi kanaatim özetle "baby boomers (1946-1964 arası doğan nesil) " denebilir.

    bugün onların yaşadığı hayatı yaşamak için insanlar 4-5 kat çalışmak zorunda. ülkenin tüm sosyal imkanlarını kullanmış, ortaokul diploması ile memur olmuş, 38-42 yaşta emekliliğini ilan etmiş, emekli ikramiyesi ile kolayca kenar bir mahallede arsa ya da merkez bir yerde ev almış nesildir. yemiş, içmiş kaynağını sormamış, siyasetçilere çocuklarının geleceği için değil de, kendi çıkarları için oy vermiştir.

    1975-1980 arası 40 asgari ücret karşılığı istanbul'da merkez bir ilçeden sıfır daire alınabilirken bugün 200 asgari ücrete o ev alınamıyor.

    iddia ediyorum, okumuşu-okumamışı neredeyse %80'i über cahildir.

    bunlar okumuşu da devlet diploma dağıtırken, siyasi olaylara karşımasın diye üniversiteden mezun edilmiştir.

    özetle, kendinden sonraki nesilleri salak gibi görürler. zira kendileri çaba-performans skalasında sizden çok daha üstün olduğundan size beceriksiz gibi bakarlar.

    bunlar "cep telefonunu çıkart", "tüp-ekmek" kuyruğu deyip, yoklukla, fakirliği, gelişmemişliği, büyüme ile kalkınma farkını bilmeyen bir nesildir.

    ar-ge, birim başı maliyetten bihaber olduklarından otomobil sahibi olmayı teknolojik gelişmeye bağlı üretim yöntemlerinin gelişip maliyet düşürmesine bağlı değil de başka şeylerden kaynaklandığını sanırlar.

    ez cümle bana göre en şımarık nesildir. şimdilerde z kuşağı dense de, z kuşağının yaşadığı çağda imkanlar evet çok fazladır ama bunlara ulaşmak çok daha zordur. zira devletin sübvansiyonlara artık imkanı yoktur. ancak beklentileri de çok yüksetir. dolayısıyla mutlu olmaları zordur.

    edit: tüm genellemeler yanlıştır. elbette aklı başında üreten insanlar kastım değildir.
  • herkesin hayatında zorluklar, engeller, mücadeleler var elbet, onu biz de biliyoruz.

    buradan sonra yol ikiye ayrılıyor;

    * şanssız insanların hayatında:
    - zorluklar; ruhsal veya bedensel güçlerini aşacak, sağlıklarını bozacak kadar çetin
    - engeller; boylarından büyük, hatta sırıkla atlasalar bile aşamayacakları yükseklikte
    - mücadeleler; çok çalışsalar bile hüsrana uğrayabilecekleri cinsten yavşak
    denk gelir.
    sonra... haliyle şımaramaz şanssız insanlar. zira halleri kalmamıştır.

    * şanslı insanların hayatında:
    - zorluklar; dişlerine göre
    - engeller; aşabilecekleri yükseklikte
    - mücadeleler; çalışınca garanti başarabilecekleri cinsten
    denk gelir.
    ama bunu kabul etmek istemezler. "hayatım şöyle zor böyle zor ama ben aştım zorlukları, çalıştım başardım, enginlere sığmadım taştım, hohoooytt..." diye kendilerine pay çıkarıp şımarmak tatlı gelir. "şımarmakta haklıyım." derler bir de üstüne.
    zorluğu aşmadan önce pek munis, pek olgun görünürler. aştıktan sonra ise torbadaki şımarık yüzleri ortaya çıkar. zorluğu aşamayanları suçlu, ezik ve küçük görmeye başlarlar. "eskiden ezik hissediyordum, şimdi ben ezicemm savulun nihahaha" havasına bürünürler. en belirgin, en çekilmez özellikleri bu tip çirkefliklerdir.
  • 'dans ederek gitmediğiniz işte çalışmayın'

    gibi öğütler verirler. kendilerinin gittiği iş babasının sahibi olduğu kolejin müdürlüğüyken bu nasihati de zincirlikuyu'da beş bin kişiyle metrobüs bekleyenlere verirler.

    yarak gibi adamlık vardır bunlarda.
  • üstlerdeki bir yazarın dediği gibi hayat bunları hiç sikmemiştir. hatta böyle bir arkadaşım var hayat bunu sikmediği için çocuk kendi hayatını kendisi sikti attı resmen. ailesine yaşattığı onca sıkıntı da cabası.
  • hayatında her şey iyi gidiyor maşallah dersen, niye sen mutsuz mu olayım istiyorsun diye tersliyebilir aman dikkat.
hesabın var mı? giriş yap