• dar alanda kisa paslasmalar ın kurbanı bir kişidir.
    filmde der ki.. hayat fena halde futbola benzer.... 4 dogru pas %90 gol demektir.
    mesaj ne sıcaktır.. ne dogrudur.. burda bile turkcemizin güzel oyunu vardır. ne... sıcaktır.. ne de doğrudur..

    hepimiz birer "futbolcu" olmayı benimsemişken...... nerde len bu hakem
  • tilki basmış bir kadındır görgü tanığı. yoksul bir tefecinin evinde toplanmaktaydılar.

    bir iz bırakmak çabası mıdır? söylenerek yazdırılmış bir dövme. güllabici'lere.

    döşeme kırığını onarır vire. sünnetli bir hristos. karışmış aralarına. neyi değiştirirdi?

    - ece ayhan, ortodoksluklar, viii, 1968.
  • hrant dink 'in suikastı bu ülkeye ve halkına vurulmuş bir darbedir. yıllardır diyalog adına atılan adımları harcanan emekleri yok saymaktır.

    bundan 20 yıl önce her sabah babam arabasına binerken aman birşey olmasın, araba havaya uçmasın, birileri saldırmasın diye dua eder ve her akşam babamın eve sağ salim dönüp dönmeyeceğini merak ederdim.

    benim babam yabancı bir ülkede türkiye'yi temsil eden bir devlet görevlisiydi. çalıştığı konsolosluk asala tarafından bombalandığında kılpayı hayatta kalmayı başarmıştı.

    altı yıl boyunca kapı zilimize adımızı yazmadan yaşadık, babam her geç kaldığında telefonlara sarıldık. ama benim aydın babam bize tarihimizdeki yanlışları ve doğruları anlatmak gerektiğini ve diyaloğun en doğru yol olduğunu öğretti hep. bir gün olsun ağzından ermeniler veya başka bir ırk hakkında olumsuz bir yorum duymadım ve dün hrant'ı uğurlayan kalabalığın içinde birkaç sene önce çaresiz bir hastalığa kurban verdiğim babamın hayaliyle elelele yürüdüm.

    bu ülkede hiç kimsenin kimseden nefret etme hakkı yoktur. bizler zavallı değiliz. diyalogtan, dürüstlükten ve şeffaflıktan vazgeçmediğimiz sürece güçlüyüz.
  • hırant dink. veyahut bu toprakların ortasından delişmen akan o güzelim nehrin adaşı fırat dink... fırat nehri'nin adaşı, aras nehri'nin kardeşi, nazlı dicle'nin ağabeyi, bizim ege'nin kumlu akan bakırçay'ının uzaktan akrabası, kızılırmak'ın komuşusu fırat ağabey.

    bu topraklarda zor olanın, bir insanın hayatını zorlaştıracak ne varsa onların kaderin olması, senin yıldırmadı aksine sen bu zorluklardan kendine has bir enerji yoğurdun. seni güzel kılan, eşşiz kılan, simge kılan da buydu zaten. eşşiz tarihselliğinin mirasını har vurup harman savurmak yerine bu mirası bu ülkeye vakfettin. bu adanmışlığın, bu çabanın karşılığının bir alçak kurşun olması beni şaşırtmadı. her güzel insan, her güzel cümle nicedir bu topraklarda böylesi bir alçaklıkla mukabele görüyor. buradan anlıyoruz zaten nice değerin, nice insanın evet doğru işler yaptığını.

    güzel insanlar güzel atlara binip giderler çünkü bu ülkede. en kötüsü de yaşarken tekme atan, çelme takan, küfür sallayan, parmak sallayan taklacı muktedirlerin, zampara siyasetçilerin, şaklaban kalem erbabının sen ölünce arkandan pis kokulu, kendilerinden menkul iltifatlarına şahit olmak. iyi ki arkandan edilen kimi sözleri duymadın, iyi ki şahit olmadın o rezilliklere.

    "bu topraklarda zor olan şeyler" dedim, bilirsin işte; ermeni doğdun, ana babadan ayrı düştün, yetimhanelerde büyüdün, üniversitede okudun, solcu oldun, gazeteci oldun, milliyetçiliğe meydan okudun; devletin, vasatın, ayak takımının el ele vererek kodladığı o yapış yapış ırkçı retoriği zarifçe tashih etmeye çalıştın. bunlar çok zor işler hırant ağabey, sen hakkıyla üstesinden geldin bunların. arkanda şimdi bizler için bir miras bıraktın. kardeşlik, dostluk, yarenlik hakkında zarif bir miras. o kurşun vücudunu deldi geçti ama o ayakkabının altındaki yoksul delik de bizim vicdanımızı deldi geçti. ama vicdanı delinmeyen aksine ayran gibi kabaran, köpüren birileri de var maalesef. sen lastik ayakkabı giyerken o birileri, kendi suratlarından beter kokuşmuş kösele ayakkabılarla arşınlıyorlar, böldürmedikleri vatanlarının her karış toprağını...

    lakin hırant ağabey, biz hâlâ insan kalmaya çalışanlar bu vatanı, bu toprakları icab ederse çıplak ayaklarla gezeceğiz, kayısısını, elmalarını, portakallarını tadacağız ve gün gelecek bu vatanı "çooook seven" vatan cephesinin kösele ayakkabılı dansözlerinin yanında değil senin yanında gömüleceğiz.
  • dün sana ayıp ettim hrant abi. levent metrodan eve gitmek için taksiye bindim, şöförle hangi yoldan gitsek daha az trafik vardır diye konuşurken, dedi ki, "bu cinayet yüzünden insanlar evlerine kapandı, iki seçenekte de trafik yoktur." ben de, "evet haklısınız, hem insanlara merak ediyor televizyon başına koşuyor, hem de moraller bozuldu" diye yanıtladım. 'moraller bozuldu' cümlesinin üzerine adamın yüz ifadesinin değiştiği dikkatimi çekti, zaten moralim bozuktu, sustum. bi süre sessizlik oldu. sonra dayanamadı, şöyle dedi: "ama biliyor musun abla, çok abarttılar bu adamı, kahraman yaptılar."

    ...................

    işim gereği sessiz yürüyüşe katılamamıştım, ama yine işim gereği bütün gün televizyondan izlemiştim, senin için, senin anlatmak için canını verdiğin şeyleri savunmak için yürüyen insanları.
    iş çıkışı agosun önüne uğramıştım, bir demet şebboy almıştım. şebboy bir taziye çiçeği olabilir miydi bilmiyordum, biraz fazla süslü, uzun görünmüşlerdi ilk başta gözüme. ama senin tertemiz ülke sevgini ve güvercin tedirginliğini simgelediğini, senin ölümüne yol açan linç kültürün yaratanların nefretineyse en zıt renge sahip olduklarını düşündüğüm için almıştım şebboyları. agos'un önündeki mumların oraya bıraktım çiçekleri, bi sigara yaktım, detay müziğin çaldığı sarı gelini dinledim. o arada bir gazetede fotoğrafını gördüğüm, senin sık sık sevdiğini yazdıkları kedicik geçti önümden bacaklarıma sürerek. detay müziğin sarı-gri, mavi gözlü güzel kedisi. birazcık onu sevdim, senin gibi bir insanın dokunduğu birşeye dokunmanın verdiği hüzünlü gururla...
    milli eğitim sistemimizi düşündüm sonra; hepimizin içine ırkçılık tohumları atan milli eğitim sistemimizi, 'anadolu, medeniyetlerin buluştuğu yerdir' deyip hititleri urartuları başkentleriyle, krallarıyla, sınırlarıyla minnacık çocuklara ezberletip sınavlarda bilemediler diye puan kıran, ama bu toprakları halen paylaştığımız kürtleri, ermenileri, çerkesleri, lazları yok sayan eğitim sistemimizi. içim öfkeyle doldu. sen bu toprakların sakinlerini geçmişleriyle barıştırmak istediğin için canını vermiştin. yazdıklarını okumayan, ermeni diasporasını türk nefretini bırakmaya çağırdığını, başka ülkelerin hükümetlerine soykırımı kabul etmeleri için lobi yapmalarının iki toplum arasında hoşgörü sağlanmasına hiçbir yararı olmadığını defalarca söylediğini bilmeyen birileri seni öldürmüştü. tenezzül etmemişlerdi yazdıklarını okumaya.
    eğitim sistemimizi düşündüm, sorgulamayı, araştırmayı öğretmeyen, 'mutlak doğru'lar dayatan, en kötüsü saygı duymayı öğretmeyen milli eğitim sistemimizi. kediciği bir kez daha sevdim, içim öfkeyle doldu, gözlerim yaşardı, ama neyse ki sessiz çoğunluk değiliz dedim, bugün o kadar insan buluştuysa, 'diyalog' kelimesinin anlamını bile bilmeden diyalog karşıtı olanlara, en azından saygı duymayı, onların değil kendi yöntemlerimizle öğretebiliriz dedim içimden, sokaktaki insanlara fırsat buldukça, 'karşıt düşüncelere inanmasan da onlara saygı duymayı bilmelisin' mantığını anlatabilirdik en azından. sigaramı söndürdüm, eve dönmek üzere metroya bindim, oradan da taksiye binecektim.
    .................

    taksi şoförü şöyle dedi: "ama biliyor musun abla, çok abarttılar bu adamı, kahraman yaptılar."

    başta sakin durdum, yaklaşık 10 dakikalık yolumuz vardı, konuşucam bu cahil adamla dedim içimden.
    "siz hrant dink'in yazdıklarını kendi kaleminden okudunuz mu, ona dava açılmasına sebep olan yazıda 'zehirli' dediği şeyin türkler değil, ermeni diasporasının türklere duyduğu nefret olduğunu biliyor musunuz?"

    adam şöyle bir baktı bana, belli ki sırf kadın olduğum için iyice inanmıyordu bana.
    dedi ki, "hayır abla, köşeyazarlarından dinledim biliyorum, abarttılar, gereksiz kahraman yaptılar."

    bir de bozuk plaklık var, allah yardım ede diyerek devam ettim, "ölmüş bir insanın arkasından, ne dediğini bilmeden, başkalarının verdiği gazla konuşmaktan utanmıyor musunuz? bugün yürüyen yüzbini aşkın insanın hepsi aptal mı?" içimden 'bi sen akıllısın tabii' dedim, ama dile getirmedim bu düşüncemi.

    gelen cevap, "abla ne olursa olsun adam soykırım vardır dedi, bunu deme hakkı yok."

    hah işte belli olmuştu, 'soykırım' kelimesine takılmıştı. ve eminim ki sorsam, buna soykırım demek türkiye'ye ne zarar getirir diye, tek alacağım cevap 'onurum zedelenir' tadında birşey olacaktı, bunun türkiye'ye muhtemel hukuki veya ekonomik etkisini bilmesi beklenemezdi. cahildi işte, belki lise mezunuydu ama yine de eğitimsizdi. hrant dink'in konuyla ilgili düşüncelerinden, yani adını ne koyduğumuzun aslında hiç de önem taşımadığındansa tümüyle bihaberdi.

    "peki", dedim bunları düşünürken, "diyelim ki 'soykırım oldu' deme hakkı yok, ki olmalı, ama hadi diyelim ki hakkaten yok, buna karşı çıkmanın yöntemi kalleşçe iki kurşun sıkmak mıdır, yoksa hrant dink'in kendisi gibi birşeyler yazarak, oturup konuşarak tartışmak mıdır? bir insanı öldürmek en büyük suç değil midir? bugün bir insan öldü, sadece insanların cehaleti yüzünden, ve bundan ders almak yerine hala nasıl olur da bilip bilmeden ahkam kesersiniz, hiç mi merak etmediniz, bütün gazeteler o yazısını ve son yazısını yayımladı, ahkam kesmeden önce bi zahmet okusaydınız. bir insan öldürüldü?" sesim yükselmeye başlamıştı, uzakta da bir benzinci görünmüştü.

    "bir insan öldürüldü, ama o ermeni soykırımı vardır" diyordu.

    işte orada tepem attı . "çek sağa, inecem benzincide senin arabanda gitmek istemiyorum" dedim. parasını ödedim, sinirden ellerim titriyordu. bir insan öldü diyorsun, 'ama' bağlacıyla başlayan bir cümleyle devam ediyor herif hala. 'düşünmeyi ve sorgulamayı öğrenin biraz" dedim, kapıyı çarptım ve benzincide indim.

    işte tam o noktada sana ayıp ettim hrant abi. sen bütün tehditlere, hoşgörüsüzlüğe, 'bilirkişi raporu'na rağmen seni mahkum eden yargıca, seni okumayanlara, sana hakaret edenlere, küfredenlere rağmen gitmemiştin. 'nereye gideceğim ki, burası benim evim' demiştim. bense bir taksi şöförüyle bile baş edemeyip kendimi atmıştım arabasından. aynı onun gibi saldırganlaşmıştım.

    ve şimdi etrafımdaki çoğu insan gibi korkuyorum. her türlü farklılığın, düşünce, dil, ırk, cinsiyet, din olsun her türlü farklılığın aslında yararlı ve eğlenceli bir şey sayıldığı günlere ne oldu?
  • ona tahammül etmeleri imkânsızdı. bir milliyetçi-faşist-ırkçı için en tahammül edilemez olan öteki, ondan çok farklı olan değil, ona çok benzeyen, eş olmasa da özdeş olandır, ezberi varoluşuyla bozandır.

    kelimenin nahına mılına hakkını vererek, "delikanlı" bir ûslupla, taksi şoförünün direksyon sallarken kulak ucuyla dinlediği radyodayken de anlayabileceği bir durulukta konuşuyordu. dahası, asla tahammül edemeyecekleri kadar "samimi"ydi, bunu anlıyorlardı. malatyalıydı, bildiğin malatyalı. esmerdi, türk kadar, kürt kadar esmerdi. bu yüzden tahammül etmeleri de çok zordu, karikatürlerine uymuyordu, bunun da farkındaydılar.

    ne örgüt, ne şu ne de bu. ulusalcılık, milliyetçilik, kuvayi bilmem necilik derken kan kokusu almış köpek balığı gibi çarşaf çarşaf listeler yayınlayan "uyumayın elden gidiyoruz" gibi şoven gaz dalgalarının vanalarını sonuna kadar açan köşe yazarları, tv'ler, cevizler ve kabukları, tuncaylar ve özkanları, hürriyetler ve manşetleri, linçler ve milletin bölünmez hassasiyetleri derken oluşturulan histerik toplumsal yapıda trabzon'dan kudüs sendromu'ndan yaralı bir yasin'in mahalleden ogün'e silahı "al ve vur" demesi hiç de şaşılacak bir şey değildir.

    soykırım tartışması bitmiştir. hrant dink varken tartıştığımız 1915 olaylarının tarihsel bağlamıydı, aradığımızsa hakikattı. ne pişkin inkârcılık ne de bodoslama soykırım diyip bocalarken hrant dink öldürüldü.

    soykırım tartışması bitmiştir. içinde yaşamakta olduğumuz toplum kendi alnına yapıştırmıştır; artık bahsettiğimiz tek üyesi bile hayatta olmayan tarihsel bir 'şey' değildir. bizatihi halen içinde yaşadığımız toplumdur. o da soykırımdan daha vahim "farklı konuşan her ötekimiz her an yok edilebilir, bunun adı da hassasiyet, bu hassiyet de meşrudur" hâlidir. bu dakikadan soykırım olup olmadığı tartışması bu gerçeklik karşısında hükümsüzdür.

    bir tek kişi bile günah çıkarmıyor, çıkarmayacak. tercüman manşetlerine, sözlükteki içi irin dolmuş vicdansızlar sözümona taşak seanslarına, devletimiz devletluluğuna kaldığı yerden devam edecek. cinayetler "esefle kınanacak", aptallar ırkçılıkla milliyetçilik arasına ekvator çizgisi gibi tıpkı, aslında olmayan bir çizgiyi çekerek, kınamaları tekrar edip vicdanları salaklıkları nezdinde temize çekip cinayetten pay almayı reddecekler. 6-7 eylül, techir, merhum papaz, hrant... şu toplumun bir kez olsun numunelik olsa da kendisini eleştirdiğini görmeden ölecek miyiz ?

    kendisini 18 yaşında tanımıştım. hakkını helâl etmeden gitti...

    bir sonraki cinayette görüşmek üzere. omuzlarımız daha çok tabut kaldıracak. herkes çevresinde sevdiği kürt arkadaşı varsa sohbetini muhabbetini eksik etmesin, bu dalga kesilmeyecek belli, sonra helâllik almadan eş dost yitirmek adama fena koyuyor...
  • "bazı gazetelerde kitap eleştirileri ile yazı hayatına başladı. basında çıkan yanlış haberlere gönderdiği düzeltmeler ile adı duyulmaya başladı. ermeni patrikhanesi’ne, "ermeni toplumu çok kapalı yaşıyor, kendimizi iyi anlatırsak önyargılar kırılır"[kaynak belirtilmeli] diyerek bu amaçla türkçe bir gazete çıkarmayı önerdi. 5 nisan 1996 tarihinde ilk sayısı yayınlanan agos gazetesi'nin kuruculuğunu, yayın yönetmenliğini ve başyazarlığını üstlendi. agos dışında zaman gazetesinde yazdı. yazılarında türkiye'deki her etnik topluluğun barış içinde yaşaması gerektiğinin altını çizen dink [1], aynı zamanda ermeni cemaatinin patrikhane dışında sivil bir merkezi olması gerektiğini söyledi. ermeni diasporası'na 1915 olayları için soykırım kelimesini içermeyen daha yumuşak muhalefet yürütmeleri çağrısında bulunan ve 301. maddeden "türklüğe hakaret" suçlamasıyla yargılanan dink, şişli halaskargazi caddesi üzerinde bulunan agos gazetesinin çıkışında 19 ocak 2007 günü öğle saatlerinde ogün samast adlı kişinin silahlı saldırısına uğradı ve olay yerinde hayatını kaybetti. 17 yaşındaki ogün samast, 20 ocak 2007 tarihinde samsun otogarı’nda jandarma ekipleri tarafından yapılan kontrol sırasında yakalandı. zanlının üzerinde ise suç aleti olduğu bildirilen 7.65 çapında bir tabanca ele geçirildi."
    http://tr.wikipedia.org/wiki/hrant_dink
  • malesef ki ölümüyle tanıdıgım aydın. evet malesef diyorum çünkü ölümü dünyayı sarsan bu adamın haberini gazeteden okuyunca “kimmiş ki bu adam” deyiverdim. okumamanın ezikliğini hissettim ilk defa. daha doğrusu gündemi takip etmedeğim için kendime kızdım. ermeni davasını ancak ve ancak televizyonda konuşan siyasilerden dinlediğim kadarı ile bilen ben sanırım sağlığında bu insanı tanısaydım kendisini sevmezdim. çünkü ermeni soykırımı diye bir şey yoktu ve varlığını savunmak türk milletine bir hakaret olarak algınanıyordu. artı siyasi büyüklerimiz böyle bir şeyin olmadığını şiddetle savunuyorlardı. diğer taraftan, eğer ermeni topraklarında doğmuş olsaydım, yine okumadan, araştırmadan, başta fransadakiler olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerindeki abilerimin ısrarlı tutumlarını görüp, barbar türkler atalarımı katletmişler derdim sanırım. peki hangi ben haklı olurdum. sanırım her iki ben de haklı, her iki ben de suçlu olurdum. ama en çok araştırmadan, koyun gibi, dinlediğim herşeye inanan bir birey olduğum için suçlu olurdum...herneyse ...

    ölümünden sonra hakkında yazılanlar arasında en çok ilgimi çeken kısmı, çevresinin kendisine “fırat” diyor olmasıydı. çevremdeki ermeni arkadaşlarım gözümün önüne geldi okuyunca. muhabbetlerde, iş dünyasında, toplantılarda benim kadar türk, soykırım tartışmaları yapıldığı zamanlarda bir o kadar ermeni olan arkadaşlarım. aspet, herman, avidis ve setar. iş dünyasında sırasıyla “ahmet, erman, avni ve selim” olarak çağrılan arkadaşlarım. neden insanlar kendi isimlerini bu şekilde zikretmek ya da bu şekilde çağrılmaya alışsınlar diye düşünürüm hep. benim adım eğer önder ise, dili dönmeyen bir ingiliz leader, keza bir alman führer diye mi seslenmeli bana diye de düşünürüm. ya da daha doğrusu, kendimi bir topluma kabul ettirmek için illa ki o topluma asimile mi olmalıydım. başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar vermeden kendi özgürlüğümü o toplum içinde yaşayamaz mıydım? sanırım demokrasinin de tanımı buydu. başkalarının özgürlüklerini kısıtlamadan kendi sınırları içerisinde özgürlüğünü yaşayabilmek. peki biz demokrasiyi benimsemiş bir toplum olarak neden hrantları, aspet leri kendi isimleri ile çağırmaktan gocunuyoruz. ya da neden hrantlar kendilerini fırat olarak tanıtmak zorunda kalıyorlar. ne acıdır ki bu toplumda hala müslüman olmadığı halde ramazanda tepki almamak için aç kalan, çevresinden dışlanmamak için camiye gidip yanındaki arkadaşını taklit ederek namaz kılan insanlar var. anlayamıyorum...ve artık anlamak için gayret de göstermiyorum. kalanlara allah sabır versin...
hesabın var mı? giriş yap