• ülkemizde anlamsızca yatak odasında ismiyle oynamıştır. nooluyo lan yatak odasında diyenler karşılarında hallmark filmi tadında bir yapım bulunca hafiften hayal kırıklığına uğramışlardır herhalde. bire bir çevirisi yatak odasında şeklinde olabilir ama filmde kast edilen bedroom balık tuzağıdır. filmi izleyenler filmin isminin de neden bu olduğunu bilir.
  • film gerek senaryosu gerek cekimleri ile hakikaten gercek hayattan bir kesit gibi. sissy spacek de anne rolunde cok basarili bence.
  • kanun koyucu ve yürütücülerin insanları mutlu edecek şekilde hak dağıtmayı başaramadığı durumlarda sivil halkın nelere başvurabileceğini başarılı şekilde anlatmış bir filmdir. insan böyle durumlarda öfkesini yanlış yerlere yönlendirebiliyor ne yazık ki.

    (bkz: 31 mart 2015 cumhuriyet savcısının rehin alınması)
  • bağımsız sinemaya yakın, kasvetli ve ağır bir havası var. en az kelime ile en çok duyguyu aktaran filmlerden... zararsız gibi duran ama hassas bünyelere fena çarpan cinsten.

    genç yaşta kaybettiğiniz bir yakınınız varsa ve istemeseniz de hayat size onu hatırlatıp duruyorsa daha da bir etkilenmeniz yüksek muhtemel.

    neyse.. filmin en etkilendiğim sahnelerinden birinde -matt* ile ruth*'un tartıştıkları sahnede- çift ilişkileri üzerine derin düşüncülere daldım. elimden geldiği kadar düşüncelerimi izah etmeye çalışacağım. bir olay karşısında farklı tepkiler veren iki insan (karı-koca), duygularının dışa vurumu olarak birbirlerini suçlarlar. oysa ikisi de aynı ızdırabı çekerler ama biri diğerine göre daima daha çaresizdir... bu yanılgı yüzünden birbirlerini kırarlar ve kalpler kırılmadan rahatlama olmaz. kulağa çok yanlış gibi geliyor... ama bu gerçekten böyle. her iki taraf için de "anlayış" kalkanı bir anlığına düşer ve patlama yaşanır. bu durum filmde büyük bir ustalıkla işlenmiş... çiftler arasında yaşanan tartışmaların çoğunun temelinde aynı metafor vardır. farklı tepkiler, içe atılan duygular, bir anlık anlayışsızlık, sabrın tükenmesi ve boom.

    yüksek seviyede farkındalık ve öz bilinç bile bazen o kalkanın düşmesine engel olamaz. filmde matt* çevresinde olup biten her şeyin farkında olan, karşısında ki kişinin duygularını düşüncelerini çok iyi sezen, idrak edebilme kabiliyeti çok yüksek, kelimenin tam anlamıyla bir empat'ı canlandırıyor. (avukat ile sokakta konuştukları sahnede yönetmen bunu mükemmel bir şekilde seyirciye anlatmış.) aynı zamanda duygularını bastıran, içe dönük, kapalı bir karakter. her gün eşine gününün nasıl geçtiğini soruyor, acısını ona yansıtmamaya çalışıyor, olabildiğince normal yaşama devam etmeye çalışıyor. ama öfke ve kin duygusunu bir türlü bastıramayan, adaletsizlik karşısında büyük bir depresyon yaşayan ve affedemeyen bir anne karşısında dünyada ki tüm erkekler gibi o da çaresiz kalıyor. film hakkında ve insan ilişkileri hakkında aslında yazılabilecek çok şey var gerçekten. insanı derin derin düşüncelere daldıracak bir film... ama burada kesmek istiyorum. poker masasında şiir okuyup duran amcaya hayran kaldım... onun dizeleriyle bitirelim:

    söyleyemeyeceğim şeyler var...
    ölmeyecek hayaller var..
    güçlü kalbi zayıf düşüren düşünceler var...
    ve avuntuların çökmesine neden olan...
    ve gözleri nemlendiren...
    ve o ölümcül şarkının sözleri...
    soğuk bir şekilde üzerime geliyorlar:
    bir çocuğun istenci,
    bir rüzgarın istencidir...
    ve gençlik düşünceleri uzun,
    uzun düşüncelerdir.

    (bkz: geceye bir şiir bırak)
  • mütevazi bir başyapıt. 2001 yılında oscar'a aday gösterildiği hiçbir dalda ödül alamadı. hatta yarıştığı diğer filmlerle kıyaslandığında "in the bedroom" en kıyıda köşede kalan film olmuş. o sene oscar'ı göz bebeğimiz a beautiful mind kazandı. rakibi diğer filmler ise efsane üçlemenin ilk filmi the lord of the rings the fellowship of the ring, ingiliz usulü "katil kim" filmi gosford park ve uslanmaz romantiklerin vazgeçemediği filmi moulin rouge idi. bu beş film ile bilinirlik açısından karşılaştırdığımızda, yine az kişi tarafından bilinen; ama benim için çok değerli olan "gosford park" filminin bile gerisinde kalıyor. bu açıdan bakınca tam bir "değeri az bilinen muhteşem filmlerden" biri benim gözümde.

    bu arada yönetmeni todd field'ın da ilk uzun metraj filmi. kendisi bir oyuncu aslında. daha ilk uzun metrajında böylesine etkileyici bir filmi çekebilmesi de muazzam bir başarı. bu filminden beş sene sonra da kendisi çok sevdiğimiz little children filmini çekti ve yönetmenlik anlamında uzun bir sessizliğe büründü. "in the bedroom" da yönetmeni gibi oldukça sessiz. yavaş ve usulca akıyor. sakince yürüyen; ama yürüdükçe de devleşen bir film. sonlarına doğru bas bas bağırabileceği pek çok yerde sessiz kalmayı başarabilen, her anlamda alçak gönüllü bir şaheser.

    film, "fowler" ailesini merkezine alarak ilerliyor. doktor bir baba, öğretmen bir anne ve geleceği umut vaat eden bir oğuldan ibaret üç kişilik bir amerikan ailesi. her şey olabildiğince güzel ilerlemekte. sıradan, ama mutlu bir hayat yaşamaya ant içmiş bir ailenin bu gayesini gerçekleştirmesine ne mani olabilir ki. yirmili yaşların başındaki erkek evladın kendinden yaşça büyük, dul bir kadına aşık olması bu sıradanlığı bozacak cesur bir karardır mesela.

    verdiğimiz basit bir karar, bazen etrafımızdaki pek çok kişiyi olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilir. film de verilen bu ufacık kararların nasıl çığ gibi büyüdüğünü ve geri dönülemez felaketlere yol açtığını anlatıyor. başta da söylediğim gibi bağıra çağıra anlatabileceği bir konuyu olabildiğince sade bir şekilde ele alıyor. filmi izlerken, karakterlerin verdiği ya da bir türlü veremedikleri kararların arasında kayboluyor, kendinizi sanki oradan hiç çıkamayacakmış gibi hissediyorsunuz. film bittiğinde ise, rahatladığınıza sevinip sevinmemek tamamıyla size kalmış bir mesele.

    bazen vicdan, biraz geriden gelmeli. ve bizi, bizle yalnız bırakmalı.
  • hayat üzerine düşünmek istediğinizde izlenilecekler listesinde baş sıralarda yer alan filmdir.

    --- spoiler ---

    her ne kadar ana eksende derinlikli bir hikaye vasıtasıyla adalet yerini bulmazsa insan kendi adaletini kendisi uygular gibi bir tema bulunsa da film o kadar fazla hayat üzerine söz ve soru ile harmanlanmış ki ana eksenden bahsetmek biraz yersiz bir hal alıyor.

    biz erkekler elde edemeyeceğimiz veya elde etmemizin bize yakışmaması nedeniyle tercih edemeyeceğimiz ama arzuladığımız bir kadını oğlumuzun elde etmesiyle tatmin olma yoluna gider miyiz? bu konuyu gayet etik, hatta oğlumuzu desteklemek adına teklifsizce sunmaktan haz alacağımız bir davranış olarak mı yorumlarız? beraberinde türlü belaları taşıdığını bile bile güzel bir kadınla, toy oğlumuzun geleceği olmayan bir ilişkiye girmesi bize hangi açılardan haz verir? deli soruları gece gece kucağımıza bırakıp gitmiştir.
    --- spoiler ---
  • bu filmin içinde insanı yerle bir eden birkaç balkan müziği vardı, merak edenler için isimleri aşağıda

    . zeni me, mamo

    . oj savice

    . dobro dosle
  • marisa tomei için bu filmi yüz kere izleyenleri biliyorum..*
  • hüznü en iyi anlatan filmlerden birisi.
    sissy spacek ve tom wilkinson un oyunculukları inanılmaz sade, doğal ama bir o kadar da etkileyicidir.
hesabın var mı? giriş yap