• ben kavramı içine ötekini yerleştirerek, egosentrik (ben-merkezci) avrupalının kafasını karıştırmış, "ben"in oluşumunu tamamlaması için iki aşamadan geçmesi gerektiğini vurgulamış fransız psikanalist. birinci aşama, yani ayna evresi, kısaca şöyledir: ilk başlarda kendi bedeninden kopamamış olan çocuk, ötekinin bedenini kendi bedeninin bir parçası olarak görür. kendi bedenini ötekinden farklı olarak algılaması ancak annesinin kendisine yönelik tepkileri aracılığıyla gerçekleşir. ben kavramının ayrışmasını, ikinci aşama, yani "dil evresi", takip eder. burada çocuk, artık kuralları baba tarafından konmuş ve babanın hüküm sürdüğü sosyal alana girmiştir. lacan, bu evrede, babanın fiziksel varlığına gerek olmadığını, babanın -ya da toplumsal kuralların da denebilir- soyut varlığının yeterli olduğunu vurgular.

    kuşkuyla arz ederim.
  • ırkçılığın, cemaatçiliğin, cehalet tutkusu ve düşünce nefretinin tırmanacağını, erkeklik ayrıcalıklarının azalacağını ve vahşi bir kadınlığın artacağını, depresyona girmiş bir geleceğini öngörmüş, devrimin ve aydınlanmanın çıkmazlarını, dine dönüşen bir bilime, bilime dönüşen bir dine ve sadece biyolojik bir varlığa dönüşen insana inanılacağını haber vermişti. resmen türkiye nin 3 teslalık mr görüntüsünü çekmiş feylosof.
  • soru:

    "öğret bana, nasıl unutulur düşünmek?"
    (shakespeare, "romeo and juliet")

    yanıt:

    "bir düşünceyi düşünmemenin yegane yolu, başka bir düşünceyi düşünmektir."
    (lacan, "fallus'un anlamı"ndan)
  • yapısalcı psikanaliz'in babası , fransız bilim adamı...
    freud'a çok ilginç bir yaklaşımla eleştriler getirmiştir.
  • roland barthes, foucailt ve derrida ile karşılaştırıldığında, sigmund freud'un etkisinde en çok kalan düşünürdür. her ne kadar foucault "the order of things"in son bölümünde ruhçözümcülüğe yer ayırsa ve derrida "writing and difference" adlı kitabının yedinci bölümünde tümüyle freud'un görüşlerinden söz etse de onlar, kendisi ruhbilimci olan lacan kadar bütün düşüncelerini ve değerlendirmelerini doğrudan freud'un bulguları üzerine kurmazlar. lacan'a göre dil ile bilinçaltının karmaşık ilişkisi çok önemlidir. insan dilinin yapısı bile insanın ruhsal gerginlikleri ve çelişkileri sonucu ortaya çıkmış olabilir. buna karşılık ruhçözümcü yöntemin uygulanmasına olanak sağlayan tek araç dildir. hastanın bilinçaltı ancak dil yoluyla su yüzüne çıkar. hasta düşlerini ve hayatını anlattıkça ruhçözümcü, onunla ilgili görüşlerini, onun konuşması üzerine kurar. yani, dil bilinçaltından bağımsız düşünülemez. lacan'ın freud'dan ayrıldığı en önemli nokta göstergelerin değerlendirilmesi konusundadır. freud, bilinç düzeyindeki göstergelerin, ancak onların örtmeye ya da değiştirmeye çalıştıkları bilinçaltındaki göstergelerle karşılaştırıldığı, ölçüldüğü zaman anlam kazanacağını söylerken, lacan göstergelerin önemi üzerinde durur ve göstergelere önem verildiği durumlarda yanlış sonuçlara varılabileceğini öne sürer. lacan'a göre bir ruhçözümü seansında hastanın bilinç düzeyinde sergilediği ya da kullandığı göstergelerin birbirleriyle ilişkileri, ruhbilimciye hasta ile ilgili yeterince bilgi verebilir.
  • fransız psikanalist olan jacques lacan'ın
    ayna evresi'nden bahsetmek istersek
    yeni doğan çocuğun kimliğinin oluşumunda "ayna evresi'nin" başlangıç evresi olduğunu ifade eder. bu evrenin tamamlanması ile birlikte özne imgesel'den simgesel'e giriş yapmış olur.
    yapılan deney ve gözlemlere göre yeni doğan çocuk ilk 6 ila 18 aylık olduğu dönemde aynada kendini gördüğü zaman baktığı şeyin kendi görüntüsü olduğunu anlayabilir hale gelmektedir. lacan bu süreci, temelde diyalektik bir biçimde yorumlar. bir yanda çocuğun bedeni, diğer yanda ise aynadaki imgesi vardır. lacan'a göre bu ikisinin özdeşleşmesi, çocuğun aynadaki yansımasına bakıp kendisini gördüğünü düşünmesi, çocuğun dilin alanına girdiğini gösterir çünkü çocuk aynadaki yansımanın (yani kendi bedeninden farklı bir şeyin, bir "gösterenin") aynaya bakan kendisini gösterdiğini düşünmektedir.

    fakat lacan'a göre bu özünde yanlış bir özdeşleştirmedir çünkü dilde oluşan benlik anlayışı her zaman bütünlüklü ve tam bir kendilik varsayarken, gerçekte beden parçalı, tam olarak anlaşılmamış ve büyük oranda bilinmeyen bir şeydir. bu nedenle lacan öznenin oluşurken aslında iki farklı özne deneyimi arasında bir "özdeşleşme çabası" olarak ortaya çıktığını söyler.
    bir yanda insanın bedeni olarak deneyimlediği kendisi, bir yanda da dil içerisinde düşündüğü, anladığı, yorumladığı kendisi vardır. gerçekte özdeş olmayan bu iki "benliği" özdeşleştirme çabası öznelik deneyiminin temelini oluşturur.

    ayna evresi, temelde ebeveyn ve çocuk arasındaki dilsel diyaloğun gelişmesiyle, çocuk dil kullanmayı öğrendikçe ortaya çıkar. dil içerisinde kendisini düşünmeye başlayan çocuk kendisine karşı bir çeşit sevgi-nefret ilişkisi geliştirir. bir yandan kendisini çeşitli yönlerden sevip beğenirken, öbür taraftan kendisini beğenmediği ve nefret ettiği yanlara sahiptir. bu açıdan lacan'a göre herkesin kensine belirlediği bir "ideal ben'i", bir de kendisiyle ilgili düşüncelerini barındıran bir "ben fikri" vardır.

    ayna evresiyle birlikte özne-nesne, ben ve öteki gibi ayrımlar kuruldukça çocuk bireyleşmekte ve toplum içerisinde yaşamayı öğrenmektedir. burada freud'dan itibaren daimi vurgulanan temel nokta sürecin her zaman aynı zamanda cinsel bir süreç olduğudur, çocuk hem kendisiyle hem de ebeveyniyle arasında cinsel boyutta bir ilişkiye sahip olduğu için, her dil kullanımı özünde "sevgi talebidir". çünkü her konuşma bir "ötekine" bizi anlayarak bizimle bir bağ kurması, böylece de bizi sevmesi isteğidir. çocukların dil öğrenmesindeki temel neden, annelerinden sevgi talep etmektir çünkü anne çocukla konuştukça anneye karşı duyduğu aşktan dolayı çocuk anneden sevgi talep edebilmek için onun gibi olmaya, onun çıkardığı sesleri çıkarmaya, dolayısıyla da dil öğrenmeye başlar.

    ayna evresinin temel diyalektik boyutu bir yandan beden olarak deneyimlediğimiz kendimiz ile öbür taraftan dil içerisinde anlamlar ve düşünceler yoluyla ürettiğimiz benliğimiz arasındaki karşılıklı birbirini belirleyen ilişkidir. beden tüm olayların olduğu yerdir, ama biz onu düşüncelerimiz yoluyla anlamlandırır ve biliriz, dil kullanışımızla bir karaktere sahip oluruz ve bedenimizi bu karakterimize göre biçimlendiririz.

    başka insanların bedenimiz ve kişiliğimiz hakkındaki düşünceleri ise diyalektiğin öbür boyutunu oluşturur. lacan'a göre herkes kendi kişiliğini diğer insanların ona "bakışına" göre oluşturur ve kendisini diğer insanların ona bakışı yoluyla anlamlandırır. bu nedenle içine doğduğumuz kültür bize "doğal" yaşam biçimi olarak gelmektedir çünkü biz kendimize dair olan her şeyi o kültürün temel kodları dolayısıyla anlamlandırırız.

    lacan, dil'in psikanaliz için odak noktası olarak benimsediği ve simgebilim, yapisalcilik alanında çoğu kez freud'un savunduğu id-ego-süperego kuramından ziyade bilinçdışı üzerine psikanaliz'i inşa etmek istemiştir.
    lacan’a göre psikanaliz, bir bilim olarak bilinçdışının bilimidir.
    son olarak lacan'ın en sevdiğim sözünü eklemek istiyorum:
    "usulünce gömülmeyen her şey hortlar."

    bilinçaltının etkisinin bildiğimizden çok daha fazla olduğunun basit bir ifadesi.

    önceden sustuklarınız gelecekte keşkeleriniz olmasın..

    https://www.wikipedia.tr-tr.nina.az/…ues_lacan.html
  • şu oldukça kabul görmüş bir gerçektir: doğru bir lacan okuması yapabilmek için, psikanaliz ve dilbilimle ilgili belirli bir ölçüde bilgi sahibi olmak gerekir. bu oldukça doğru bir önerme fakat bunun yanı sıra dikkat edilmesi gereken bir husus daha var. lacan artık sıklıkla sloganları aracılığıyla anılıp, yorumlanan bir kuramcı haline dönüştü. oysaki, lacan'ın tüm o meşhur sloganımsı cümleleri ancak kuramının bütünselliği içinde algılanabilecek türden cümleler..
    tüm hayatı boyunca, psikanalizin genel kuramsal diliyle büyük ölçüde zıt bir duruşu benimsemiş olan lacan, aynı zamanda kuram ve klinik uygulama arasında bir bağ da kurmayı, pek denememiştir. geliştirdiği kuramda, "dil"in başat bir göreve sahip olması sebebiyle, yeni bir antropolojinin konusunu oluşturabilecek "kültürel çalışmalar" üzerine yoğunlaşmış olduğunu söyleyebiliriz. belki de lacan'ın bu yöneliminin sebebi, insan doğasının nelerden müteşekkil olduğunu bize anlatabilecek bir doğa biliminin hayalini kuruyor olmasıydı..
    şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz: lacan'a göre psikanaliz pek de işe yarar bir sağaltım yöntemi değildir. psikanalizin işe yarar olabilmesi için "dil"in dinamiğini kavrayabilmesi ve insan konuşmasını anlamlandırabilmesi gerekir. bunu yapabilmek için de işe "dilin analitik diyaloğa dayattığı sınırların direngen çerçevesini kabul etmek"le başlanması gerekir. çünkü lacan'a göre "dil", psikanalizin ve psikanalize özgü bütün kavramların içine doğduğu ve asla kurtulmayı başaramayacağı bir labirenttir.
    lacan'ın müphem konuşmak gibi bir çabası yoktur; muğlaklık onda doğal olarak bulunan bir özellik gibidir. freud ne kadar berrak ve anlaşılırsa, lacan o kadar bulanık ve anlaşılması zor olandır. aynı zamanda freud ne kadar biyolojiye yakınsa, lacan o kadar antropolojiye ve sosyolojiye yakındır. ne olursa olsun, lacan'ın freud'a derin ve değişmez bir bağlılığı olmuştur hep..
    psikanalizin, insanın kendi içindeki tedavi edici gücü imleyen savı ile lacan'ın insandan bahsederken özellikle onun içindeki çatışmalara ve parçalanmalara vurgu yapan kuramını karşılaştırdığımız vakit, lacan'ın ne derece karanlık bir tarafta bulunduğunu da anlamış oluruz. lacan, bir yazısında doyumsuz ve nesneleri sürekli firarda olan arzunun, tatmin edilemezliği üzerine şunları söyler: " şimdiye kadar, ne kadar da yanılmışız. insan arzusunun manzarası ne kadar da incitici."
    heidegger'in düşüncesine yakınlığını görebildiğimiz bir yazısında ise şöyle der: " insan zihninin her ürünü, kendi ölümünün kurukafa işaretini zihninde taşır zaten; yitmek, eksilmek, yetmemek, geri kalmak ve vakti geçmek onların doğal ihtisasıdır."

    bu bedbin hal, çoğu cümlesinin içine sinmiş halde çıkar karşımıza..
    fakat bazen bunun tersi olur..

    " ben, sizin özü itibariyle hiç hakikat addetmediğiniz şeylerde gezinirim: rüyada, en süslü benzetmelerin, en garip kelime oyunlarının anlamsızlığının anlama meydan okuyuşunda, talihte -onun yasasında değil,olumsallığında- gezinir dururum, dünyanın çehresini değiştirmek içinse, ona kleopatra'nın burun profilini vermekten daha fazla birşey yapmam asla."

    gerçek bir kelime cambazı olan lacan'ın,sırf bu yazısı bile tahayyül sınırlarını zorlayabilecek nitelikte.. gerisini siz hayal edin..
  • "lacan’ın en özgün yanı psikanaliz ile yapısalcı dilbilim arasında kurduğu ilişkidir. lacan’a göre dilbilim, psikanalizin temel sorgulama alanında yapısal olarak bulunan bir boşluğu doldurmaktadır. althusser bu konuda şöyle der: “lacan yeni bir bilim, yani dilbilim ortaya çıkarmamış olsaydı, gerçekleştirdiği kavramsallaştırma girişimini yapamayacağını itiraf edecekti.” dilbilim, zamansal açıdan psikanalizden sonra ortaya çıkmıştır. ancak psikanalizin temel sorunsalı, yalnızca dilbilim ile ilişkisinde netleşen temel sorunsaldır. yani yapısalcı dilbilim, psikanaliz için bir sistematikleşme imkanı tanımaktadır. lacan dilbilimcilerden, dilbilimin kurucusu ferdinand de saussure ve jokobson’dan etkilenmiştir. dilbilim anlayışı bakımından ise n. chomsky ile yakınlaşır. ayrıca yapısalcı levi strauss’tan etkilendiği de bilinir. lacan, r. descartes geleneğine karşıdır. bu karşı duruşun nedeni hem freud’çu hem de yapısalcı kökenlerinin sonucudur. lacan’a göre bilinçdışı simgelerden oluşur ve oidipus karmaşası da gerçek dünyanın bir karmaşası değil, simgesel bir karmaşadır. oidipus’ta gerçek bir babanın olması koşulu yoktur. yalnızca simgesel babanın işlevi yani “babanın adı” yeterlidir. kültürel baba konumun tüm anlamını veren aile söylemidir. ailenin kendi gerçekliği, simgeselin kendi otonom kuralları çerçevesinde anlamını kazanır. böylece simgesel düzen biyolojik ihtiyaçlara, onları kültürün düzeni içinde bir “talep” olarak ifade etmek için simgenin özerk düzenini sunarken, bu gerçekliğe de simgenin özerk kuralları çerçevesinde biçimini verir."

    edit: basucu eserim olamaz, olmamali, benim degil, copy paste *.
  • sozcuk oyunlarini pek sever, kendisinin acikladigindan baska tanimi olmayan ve o esere ozgu sozcukler uretir. diger disiplinlere ait teknik bir terimi odunc almasi gerektiginde ise terimi normal tanimdan cok farkli bir sekilde kullanir. bilmenin dogasina iliskin standart kavramlari reddeder.
hesabın var mı? giriş yap