• "he who knows nothing, loves nothing. he who can do nothing, understands nothing. he who understands nothing is worthless. but he who understands also loves, notices, sees…the more knowledge is inherent in a thing, the greater the love. anyone who imagines that all fruits ripen at the same time as the strawberries knows nothing about grapes./

    hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeyi sevmez. hiçbir şey yapmayan, hiçbir şeyden anlamaz. hiçbir şeyden anlamayan kişi değersizdir. ama anlayan kişi hem sever, fark eder, hem de görür...bir şeyin yapısında ne kadar bilgi varsa o kadar sevgi vardır. bütün meyvelerin çileklerle aynı zamanda olgunlaştığını hayal eden kişiler, üzümler konusunda hiçbir şey bilmiyor demektir."

    paracelsus
  • --- spoiler ---
    "kitap okumanın ne faydasını görürüm?" diyorsanız elinizde ki kitaba bakın; o da sizin gibi bir zamanlar odundu.
    --- spoiler ---

    tarlaya bugün ektiğiniz tohumun yarın meyve vermesini beklerseniz ya da spor salonuna üye oldunuz diye bir hafta sonra baklava görmeyi, fit vücuda sahip olmayı beklerseniz işiniz çoook zor.
  • otuzlu yaşlar civarı eğer çok fazla film izleme, belgesel seyretme, kitap okuma, müze gezme, wikipedia okuma(yeni nesil ansiklopedi okuma) vs. gibi şeylerle vakit harcamışsanız sorarsın böyle şeyler kendine. sonuçta bunları yapmamış pek çok insan senden fazla mutludur. daha çok kazanıyordur. daha çok sevgilisi olmuştur.

    üstelik bunları yapmak sanıldığı kadar çok zevk vermez. sürekli amerikan pastası gibi filmler izliyorsanız tabi keyiflidir. ama cannes film festivali aday filmlerini izlemek o kadar da neşelendirici değildir. das kapital okurken de ''çok sürükleyici kitap'' falan demezsiniz. müzeler de 2 müzeyi aynı gün gezeyim deseniz ayaklarınıza kara sular iner. belgesel izlerken sinirlenme, öfkelenme, üzülme hatta umutsuzluğu düşme, hayal kırıklığı gibi duygular çok daha baskındır.

    tavsiyem bunları yaparken sakın hayatı ıskalamayın. sizi mutlu edecek olan hayvansal güdülerinizdir. karnınızı tok tutacak bir iş, güvendiğiniz bir eş, sağlam bir iki arkadaş, bunların keyfini çıkarak vaktiniz varsa sizden mutlusu yoktur. ancak bunları (en azından istediklerinizi) yaptıktan sonra ilk paragrafta yaptıklarınız bir şey ifade eder. sağlam bir dünya görüşünüz, yüksek empati yeteneğiniz, olaylara dışarıdan bakabilme özelliğiniz sayesinde daha iyi bir eş ve ebeveyn olur boş zamanlarınızı daha kaliteli geçirebilirsiniz. geriye dönüp baktığınızda doğru işler yapmayı denediğinizi ve denemeye devam ettiğinizi görürsünüz.

    ilk paragraftakileri yapmadan her şeye sahip olmuş birini düşünün. yıllarca yapacam dediği işleri yapamamış, defalarca kandırılmış, bir kaç yıl arayla savunduğu şeylere karşı çıkmış, karşı çıktığı şeyleri savunmuş, onursuz pek çok işe karışmış, ya arkadaşlarının ihanetine uğramış ya arkadaşlarına ihanet etmiş, en öncelikli konularda bile başarılı olamamış, haliyle huzuru da bir türlü yakalayamamış birileri aklınıza gelir elbet.
  • kitap okurken başka bir dünyaya dalarsın, bazısında izleyici kimisinde başkahraman, kiminde kötü karakter olursun, salınırsın kitabın sayfaları içinde.
    küfredersin bazen ağız dolusu. kapatınca kapağı gerçek dünyaya dönersin, eee onu da güzelleştirmek senin elinde.

    (bkz: vermeyince mabut neylesin sultan mahmut)

    her şeyi de başkalarından beklememek gerek.
  • hayat daha güzel olsun diye okunmaz zaten kitap.

    bazen kendi dünyan yeterli gelmez sana, yetmez demiyorum bak, yeterli gelmez diyorum, başkalarının hayatının içine dalmak istersin.
    kitap sana bu avantajı sağlar.
    gitmediğin yerleri görebilir, hissetmediğin duyguları tadabilirsin kitapla.
    yüzmek gibi, daha uzun soluklusu.

    bazen bi kitap okursun. geç kaldığını hissedersin, çok daha erken okumalıymışım, çok daha erken fark etmeliymişim buradaki gerçekleri diye düşünürsün. dünyaya bakış açın değişir.
    bazı perdeler kalkar ve eskisinden daha net görmeye başlarsın.

    bazen ise bi kitap okursun gözlerin dolar. o kadar özdeşleşirsin ki karakterle, kafanda oynayan filmin ana karakteri oluverirsin birden.
    kitap bittiğinde, son da mutlu ise eğer, o tatmin duygusu paha biçilemez.

    bana kalırsa bunların tamamı mutluluk demektir. her biri benliğime bir şey katar çünkü.
    bazısı olanı, bazısı olması gerekeni, bazısı hiç olmamış, olamayacak ütopik bir dünyayı anlatır.
  • dünyanın bütün çocuklarına bu alışkanlığı kazandir, bak ne oluyor dediğim önerme.

    cesur yeni dünya'da kitaba yönelen bebeklere boşuna elektrik vermiyorlar.
  • kitap okuyunca hayat daha mutlu geçmeyebilir. ama daha dolu geçtiği kesindir.

    duyduğunuz bir şarkıyı google da aradığınızı düşünün , türünü bilmiyorsunuz , dilini , ritmini , kaç dakika olduğunu , kimin söylediğini , ne zamandır piyasada olduğunu bilmiyorsunuz , sadece tınısıyla şarkı bulmaya çalışarak yarım saatten fazla sürenizi harcayabilirsiniz , halbuki bu saydığım karakteristiklerden bir kaçını daha bilseydiniz zaman kaybı ve sinir stres yaşamadan bulabilecektiniz. kitap okumakta bunun gibidir , hayatınızda aradığınız şeyi daha kolay bulmanızı , hedefinize daha kararlı ve bağlı ilerlemenizi sağlayacaktır. siz de bu değişim sayesinde zaman , kolaylık ve para kazansaydınız daha mutlu olacaktınız veya daha anlamlı zamanlar geçirerek dolu bir hayat sürecektiniz.

    düzeltme : yazım
  • başlıkta kitap okumanın insana kattıklarıyla ilgili bir sürü guzel şey söylenmiş. ekleme yapmayacağım şimdilik. fakat ben başka bir şeyden bahsedeceğim. kitap okuyunca değil de bana kitap okununca hayatın ne kadar güzel olduğundan. bir kaç günlüğüne de olsa.

    geçen seneydi. kantinde oturuyordum tek başıma. kütüphaneden kafka'nın dava kitabını almıştım. ben kafka pek sevmem. beni fazla boğuyor fakat belki de başarısı o boğuculuktan geliyordur. neyse bu sebeple okumadan önümde duruyordu kitap tabii ki ters çevrilmiş şekilde. çünkü iyi bir şekilci, sürekli şekilci olmadığını vurgular. sonra o geldi. selamlaştık. kitabı alıp adına baktı. (istediğim ilgiyi çekmiştim.) sonra sinav için bir kitap okuması gerektiğini, eğer ben de okuyacaksam yanıma oturacağını söyledi. kafka'ya baktım sonra ona. hiç istek duymadım okumak için. ve sonra o teklifi yaptım. " benim okuyasım yok ama sen sesli oku ben dinleyeyim." aslında tek amacım kafkadan kaçmaktı. fakat o kabul etti.

    aslında beş yıldır tanışıyorduk samimiyetimiz sınırlı olsa da. hatta bir gün bir hadsizlik yaptığım için ( kesinlikle haklıydı.) cok kızmıştı. ıki kez özür dileyip bir yıl sonra affettirebilmiştim kendimi. allah için güzel kadındı ama hiç ciddi anlamda ilgimi çekmemişti. gündelik hayatta çok zor etkileniyorum sanırım.

    neyse kahve alıp geldi yanıma. okumaya başladı. okudukça çiçekler kelebekler belirmeye başladı ortalıkta. ben hülyalara sürüklendim. niye öyle oldu hala anlamadım. okuduğu kitap hiç de romantik değildi. (bkz: leviathan) (thomas hobbes) kantin kapandı, banklara geçtik. hava soğudu binaya girdik. yaklaşık üç buçuk saat okudu, yaklaşık bir o kadar dinledim. ama nasıl dinlemek: can kulağıyla. bir yandan içim gidiyor. yuzune bakıp sırıtıyorum, saçlarını oksamak için yanıp tutuşuyorum, başım ağırlaşıyor dizine meylediyor; öte yandan da bırakmasın diye her kelimeyi anlamaya calışıyorum, arada yorum yapıyorum dinlediğimi düşünsün diye. aslında bir kaç gün önce bomba patlamıştı ve o kalabalık saatlerde eve dönmek istemiyordu fakat ders çalışmalıydı. bense krizi fırsata dönüştürüp aşık olmuştum. çok ahlaksızım.

    yukarıda da söylediğim gibi çok zor etkileniyorum. fakat etkilenince çok acayip oluyorum. ara haller yok bende sanırım. ya çok yoğun yaşıyorum ya hiç yaşamıyorum. o gece de eve gidemedim. bir arkadaşıma gidip anlattım olanları. tabii baska arkadaşlarımı da telefonda kilitliyorum. onu düşünmekten hiç uyuyamadım o gece. bi ara zevzeklik olsun diye ona akrostiş de yazdım. el yazımla yazıp dava'nın arasına koydum. planım yanında yanlışlıkla düşürüp okumasını sağlamaktı. tam 29 yaşındaki bir adama uygun bir plan. normalde salondan mutfağa gitmeye üşenen ben, yine yakalarım belki okulda diye iki buçuk saatlik mesafedeki evime gidip üstümü değiştirdim ertesi gün.

    böylece iki hafta boyunca, dersim olmamasına rağmen okula gittim sırf onunla "karşılaşalım" diye. bütün gün okulda boş boş dolanıp onu aradım. oysa neye çattığından bihaberdi. 2 gün sonra yine fırsat oldu, yine o okudu ben dinledim. bu sefer foucault'ydu okuduğu. yine çok keyifli ve bir o kadar da heyecanlandım. karşılaştığımızda*
    kitap okuyacak kadar zaman yoksa sohbet ediyorduk. keyif alıyordu sanki benle sohbet etmekten. ben çok iyi dinleyiciyimdir ( tabii bana göre. ve hatta uzun zamandır tek yeteneğimin bu oldugunu düşünüyorum.) oysa anlatmayı çok sever. anlaşıldığını hissettiriyordum ona bana kalırsa. olacak gibiydi be sözlük.

    sınavları bitince sözleştik. bir parkta buluşup bana kitap okuyacaktı. çok heyecanlıydım, umutluydum. uzun zamandır kimse olmamıştı hayatımda ve sevmeye ve karşılık bulmaya çok yaklaşmıştım sanki. vapurdan indiğimde telefonum çaldı. oydu. özür dileyerek gelemeyeceğini söyledi. geçerli bir mazareti vardı. üzüldüm ama sıkıntı yapmadım. gerçekten geçerliydi. fakat iki gün sonra telefonda o gün arkadaşlarıyla içtiğinden bahsetti bana. bilmiyorum belki ekmişti belki olaylar öyle gelişmişti. sanırım o sıralar aklında biri de vardı. ben onunla ilgilendiği belli ettiğimi sanıyordum ama o anlamamış galiba. (hep böyle oluyor sanırım. belki de görmezden gelmek istiyordur kadınlar ilgimi *)telefonu kapatıp bir daha aramadım onu. boş boğaz bir arkadaşım anlattı ona bir süre sonra. bir kaç ay sonra beni aradı da bir kaç kez konuşup akrostişi gönderebildim ona. içimde kalmadı en azından.

    bu da böyle bir anımdı sözlük işte. sadece kitap okumak değil kitap okunması da hayatı güzel kilabilir kısacası. bu arada sonuna kadar okuyup akrostişi merak eden olursa yeşillendirin lütfen*

    edit: duzeltme
  • kitap okurken o anki ruh halimize uygun bir şekilde bütünleşme yaşarız kitaplarla. mesela yapayalnız, özgüvensiz olduğumda dostoyevski ' nin beyaz geceler 'indeki nastyenka'ya aşık bir hayalpereste dönüşüyorum. tek taraflı imkansız aşk yaşadığım zamanlarda goethe 'nin genç werther'i oluveriyorum. şizofren kimliğim ön plana çıktığında gogol' un bir delinin hatıra defteri' indeki ivanov 'u ile dostoyevski 'nin öteki adlı kitabında yer alan bay golyadkin i arasında gidip geliyorum, çoğunlukla bay golyadkin olarak buluyorum kendimi. kahramanlık duygularım kabardığında plutarkhos'un büyük iskender' i olduğum da olmaktadır. hele hayatın beni nefes alamaz hale getirdiği zamanlarda kafka'nın gregor samsa'sı oluverip çıkıyorum. bu karakter çeşitliliği uzadıkça uzayıverir.

    kısaca hangi ruh haline evrilmişsem bir anda kitap ve karakterle bütünleşip içinde bulunduğum durum ile doğru orantılı olarak dert ortağı buluyorum kendime. bazen iyi geliyorlar bazen daha da derine gittiğim oluyor.

    geçenlerde alain' in söyleşiler adlı eserini okuyordum. şöyle bir tespiti vardı;
    " voltaire' in hikayesi'ndeki zadig kraliçeye aşık olur derdine derman bulamayınca da felsefeden medet umar kafası bir hayli aydınlanır ama teselli bulmaz. bir çok kimseler de aynı şeyi söyler usanç getirip kitabı bir yana fırlatırdı. ama bu bir kitaptan verebileceğinden fazlasını istemek değil midir? mukabelesiz bir aşktan,bir ihtirastan, bir kıskançlıktan doğan bir çılgınlığa karşı kitap ne yapsın? sıtmadan kurtulmak için hekimin reçetesini okumak gibi bir şey olur bu."

    bunu okuduktan sonra hak vermedim değil. sanırım kitaplar her şeye iyi gelemiyorlar.
  • kitap okuduğun müddetçe hayat gayet güzeldir. kitaptan başını kaldırıp haberleri izlemeye kalkarsan işte orada kötüleşiyor.
hesabın var mı? giriş yap