• 11 sene önce birkaç aylığına kopenhag'a gittim. danimarka'nın başkenti olan bu şehir; tarihe dokunabileceğiniz bir yer olmasının yanı sıra andersen masallarına konu olacak denli sıradışı... eski bir liman kenti olan şehir, denizden gelen gemilere hâlâ kucak açmasına rağmen; kastrup havalimanı ile dünyaya açılmış durumda. temmuz ve ağustos aylarını kopenhag'da geçirerek bu yaşlı ama hâlâ dinç kenti biraz dolaşma şansı buldum. izlenimleri küçük notlar halinde aktarayım.

    danimarkalılar klasik iskandinav insanları. hemen hemen hepsi uzun boylu, sarışın ve mavi gözlü. birçoğu ülkenin tükenmek bilmeyen bira kaynağından yararlanıyorsa da sportmen görüntü hakim. sokaklarda en sık görülen manzara; eşofmanları ile koşan veya bisiklete binen insanlar. gerçi bisikleti yalnızca spor aleti olarak değil, ulaşım aracı olarakta kullanıyorlar. bisiklete binmeyen insan yok gibi...

    türk mutfağı benzeri bir mutfakları yok. bu yüzden uzakdoğu, iran ve türk mutfağı yemekleri satan dükkanları neredeyse her semtte bulabilirsiniz. danimarkalılar'ın hiç mi kendilerine özgü lezzetleri yok derseniz; danish blue peynirleri dünyaca ünlüdür ve en iyi çeşitlerine marketlerde uygun fiyatlarla ulaşabilirsiniz. meyveli yoğurtla yedikleri bir bisküvi çeşitleri var ve inanılmaz güzel. tavsiye ederim. birde meşhur siyah ekmek üzerine bir dilim peynir koyarak yaptıkları atıştırmalıkları var; az zamanda maksimum lezzet vaat ediyor.

    sokakları çok düzgün. yaya kaldırımları, bisiklet yolları ve araç yolları muazzam ve neredeyse her sokakta eşit oranda. istanbul sokaklarındaki daracık veya araçlarla işgal edilmiş kaldırımlarla yıllarca yaşadıktan sonra kocaman yaya kaldırımlarında neredeyse dans ederek yürümeye başlayacaktım.

    toplu taşıma araçları çok yaygın. şehrin tamamında tren ve metro var. şehrin her semtine otobüs seferleri koymuşlar. zaten halkın çoğu bisiklet sevdalısı. toplu taşıma araçlarını çoğunlukla; yabancılar, yaşlı veya bebekli danimarkalılar kullanıyor.

    geri dönüşüm konusunda çok titizler. plastik ve cam şişeler depozitolu olarak satılıyor. su alırken 10 danimarka kronu veriyor ve şişesiyle birlikte satın alıyorsunuz. daha sonra aynı şişeyi marketlere geri satabiliyorsunuz. ülkedeki göçmenlerin çoğu sokaklardan veya parklardan topladıkları şişelerin depozitolarından kazandıkları paralarla geçiniyormuş. ben de duyunca şaşırdım ama düşününce mantıklı geldi.

    dünyanın en pahalı 8. şehri olduğu kesinlikle doğru. cebinizde paranız yoksa hiçbir yere gidemiyorsunuz veya yapamıyorsunuz. müzelerin ücretsiz gezilebildiği günleri öğrenip o günlerde ziyarete gidebilirsiniz ama müzeye çantalarla girmek yasak. dolap kiralamak ise 20 danimarka kronuydu.

    mezarlıkları şehrin parkları gibi kullanılabiliyor. aile boyu piknik keyfi yapanlarla veya köpekleriyle koşuya çıkanlara bol bol rastlayabilirsiniz. mezar taşları bizimkiler gibi beyaz mermerden değil bildiğimiz doğal taşlardan yapılmış. mezarlıkların içindeki ağaçlarsa en az 200 yıllık. hani neredeyse insanın ölesi geliyor. o derece huzurlu yerler... unutmadan yazayım; andersen'in mezarına gidip bize güzel masallar bıraktığı için teşekkür ettim.

    şehrin meşhur kanallarını da gezme şansı buldum. turistlerin en yoğun olduğu bölgelerden. benim en sevdiğim yerse; kastellet'ti. kopenhag limanı yakınındaki bu yer bir nevi askeri sığınaktı ama öylesine yeşil ve huzurluydu ki bayıldım. bazı günler yalnızca kitap okumak için oraya gidip keyif yaptım. dinlenmek içinde kaçtığım yerlerden biri oldu. bu yeşil adacığın üzerinde masallardaki gibi bir un değirmeni bile vardı. muhteşemdi.

    şehirde kaldığım süre boyunca; defalarca kopenhag şehir müzesi'ne, yükseklik korkuma rağmen tepesine tırmandığım vor frelsers kirke'e, dini bir görevi yerine getirir gibi tavaf ettiğim ny carlsberg glyptotek museum'a, kraliyetin sözde olsa bile hâlâ varolduğu danimarka'nın kraliçesinin yaşadığı frederik vııı's palace'a, içinde dünyanın her yanından eserler bulabileceğiniz danish museum of art & design'a, içinde bulunan göle ve yapay şelalerine vurulduğum frederiksberg alle'ye, harika kumsalı ve yeldeğirmenleriyle amager'e, gül bahçelerinin en güzelini bulabileceğiniz valby park'a giderek ve gittiğim her yerde fotoğraflar çekerek harika zaman geçirdim.

    gittiğim her yerde eğlenme katsayımı öğrendiklerim, korkularımı alt edişim ve bana kalanlarla ifade ettiğim için kopenhag'ta eğlenceli zaman geçirdiğimi düşünüyorum. yeşilin ve mavinin tonlarıyla tanışmak için harika bir şehir. yine de siz siz olun yaz mevsiminde gidin. neden derseniz; kopenhag sık yağış alan bir şehir ve yaz dışındaki tüm mevsimler soğuk ve yağışlı geçiyormuş. gerçi yazın gitmeniz de havaların hep günlük gülistanlık olacağı anlamına gelmiyor ama şansınızı denemenizde fayda var.
  • kurumus agaclarin kesilmeyip heykel haline getirildigi acik müze. bir köse basini dönüp karisinizde mikelanj'in 7metrelik dev bir heykeli ile karsilasabilirsiniz. bir türk icin sıkıcı olabilecek kadar düzenli ve temiz bir sehir. trafik isiklari yok ve insanlar iyiniyetli bir sekilde trafikte birbirlerine yol veriyorlar ve her sey gayet güzel yolunda gidiyor. trafikte en çok hakka sahip olan tasitlar bisikletler. zatenbir pedal cevirisle tüm sehri gezebiliyorsanuz neredeyse. zaten danimarka resmi oarak dünanin en düz ülkesi (hollanda diil, hep böyle bilirdik). bisikletle gezerken koca koca otobüsler, tüm otomobiller size yol veriyor. ancak bisikletle dolasmanin en güsel yani, etrafta mini mini etekleriyle bisiklete binen iskandinav kizlari. bu nedenle bir türk turist icin en büyük tehlike bisikletle direklere toslamak. bu arada önemli bir bölümü kürt kökenli olmak üzere cok sayida türk'ün yasadigi bir sehirdir kopenhag. her köse basinda bir dönerci görebilirsiniz. ancak orada dönerin adi shwarma, araplar getirmis ilk ve öyle demisler, öyle kalmis. dönerin yani sira pizza sektörü de türklerin elinde. 90'li yillarda türkler ve kürtler arasinda pkk sorunuyla birlikte yasanan sürtüsmeler bariscil danimarkalilar tarafindan saskinlikla izlenirdi. ancak kopenhaglilar icin asil agir darbe gs-arsenal maci olmustur. sehirlerini mahveden iki ilkel kavmi gören kopenhaglilar bir köseye oturup insanlik icin aglamislardir. (bkz: atlas dergisine yazamayan suserin hirsi)
  • hayatımın en güzel dönemlerinden birini bana erasmus sayesinde yaşatmış şehir.

    erasmus ne olursa olsun iyi bir deneyimdir ve erasmus yapmışların çoğu hayatının en iyi dönemi olduğunu düşünür. ancak bu şehir gerçekten iyi, çok iyi.

    danca'da hyggelit diye bir sözcük var. yavaş, rahat, sakin anlamına geliyor. danimarka'da her şey biraz hyggelit'dir. iş hayatında amerikalılar gibi başarı obsesyonu yoktur. üniversiteyi dönemde 2 ders alıp haftada 1 gün okula gidip genelde evde okuma yaparak bitirmek mümkündür. sokakta insanların acelesi yoktur.

    danlar mutluluk endekslerinde birinciliği kimselere bırakmazlar. bisikletle giden güzelim kızların yüzlerinde hep sebepsiz bir gülüş vardır kopenhag'da, o gülümseme yayılır ve iyi bir ruh hali olur şehir için. şehrin büyük bölümü genç insanlardan oluşur. hayata dair pek kaygıları yoktur bu insanların zira ya aileden paraları vardır zaten, ya da devlet zaten minimum yaşam standartlarını karşılıyordur bu insanların.

    bu şehirde bir sürü şey güven ve suistimal etmeme üzerine kuruludur. yollarda bedava bisikletler vardır, alır kullanır herhangi bir yere geri bırakırsınız. her cuma gecesi bedava girip 3 saat bedava sınırsız bira içebileceğiniz club'ları vardır. bırak türkiye'yi herhangi bir avrupa şehrinde böyle bir uygulama olsa olsa suistimale uğrar ve bu club batar, ama kopenhag'da bu olmaz. christiania'dan ot almak serbesttir ama sokaklarda keş, tekinsiz insanlar görmezsiniz. bir yerde bir şey unutursanız ertesi gün o şey büyük ihtimal hala ordadır.

    erasmus'un klişe içmece kopmaca modundan sıyrılmak için bir sürü alternatif aktivite ile doludur kopenhag. christiania olsun, folketshuset olsun kendine özgü otonom alanları vardır. buralarda bedava konserler verilir, yemekler yapılır, arkadaşlar edinilir. christiania zaten başlı başına bir ülkedir. bu komün çocuklarını kendi eğitir, yaşam alanını kendi oluşturur. burda yaşayan akademisyenler vardır herkese açık ders verirler. haftanın her günü her zaman yapacak bir şeyler, tanışmaya değer insanlar vardır burda. bitişiğindeki göl kenarı magic mushroom tripleri veya ot kafası için idealdir.

    danimarka hükümeti her şeyin ekolojik ve doğal olmasına uğraşır. yiyeceklerden kaldıgınız bina'ya kadar her yerde bir çevre dostlugu vardır. zaten bir şehirde bu kadar yeşil alan olmasına inanamazsınız. göz zevki için şehrin ortasına inşa edilmiş bir sürü yapay göl ve kanal vardır. kışın bunlar donar paten yaparsınız. yazın kenarında güneşlenir kitap okursunuz.

    her şey bir kutlama bahanesidir danlar için. 1 mayıslarında bile faelledparka çıkıp bira içerek işçi haklarını kutlarlar. bizim 1 mayıslardan çok daha farklıdır. olay yoktur, polis yoktur, kutlama vardır. mezarlıklar bizimki gibi ıssız değillerdir. her mezarlık aynı zamanda insanların sık sık gittiği, hava aldığı, güneşlendiği, muhabbet edip sosyalleştiği bir yerdir. babasının mezarının kenarında arkadaşlarıyla bira içer dan. ölüm bile kutlanır.

    bir de festivaller var ki danimarka'nın güzel zamanları. distortion'da kopenhag sokakları koskoca bir parti alanına dönüşür. bir 90'lı yıllarda fransız'ın kendi evinde verdiği partilerden evrilen distortion 2011 yılında 200.000 kişinin katıldığı koskoca bir şehir festivaline dönüşmüş. onlarca sahne, yüzlerce dj ve müzisyen, yüzbinlerce insan, 5 gün boyunca şehrin koskoca sokaklarının ve alanlarının bu partiye ayrılmasıyla hayatlarındaki en güzel zamanlarını geçirirler. saat 10'da sokaklar kapanır ve clublara geçilir. bir de roskilde festival var ki danimarka'nın en güzel zamanları diyorlar ama ben orada olamayacağım malesef..

    dan kızları inanılmaz rahatlar. 5 gün önce distortionda şöyle bir sahne gördüm. bir parti çadırına girip dans edip arada hava almaya çıkıyorduk 3-4 kere tekrarladık bunu. ilk gördügümüzde kapıda kanka 2 erkek, aralarına bir kızı almış sırayla öpüşüyorlar ve hatta yiyişiyorlardı. bi nevi threesome, bi ona bi ona. biri öperken digeri boynunu yalıyor falan. bu adamları her dışarı çıkışımızda 4 farklı kızla aynı şeyi yaparken gördük ve kim bilir biz içerdeyken kaç tanesiyle daha yapmışlardır. kızlar inanılmaz güzel, rahat ve herkesin ortasında bunu yapmaktan hiç çekinmeyen tiplerdi. biz de danimarka kızlarını en iyi burda anladık. seksin iki taraf için de zevkli, güzel bir deneyim oldugunu, her türlü seksin içinde kötü bir şey barındıramayacağını bilen insanlar bunlar. bizdeki gibi başlarında ahlak bekçileri olmadığı için de keyiflerince yaşıyorlar. bu da danimarya'yı türkiye'nin kezbanca zengin, güzellik olarak kurak topraklarından sonra bir cennet yapıyor.

    erasmusçular için esn kopenhag baya aktif. iskandinavyaya geziler oluyor sık sık. meseya senede 2 kez, bir sürü şehirden gelen 2500 öğrencinin katıldığı sea battle oluyor. 2 gün 2 gece boyunca bir cruise gemisinde 2500 öğrencinin parti yaptığını düşünün.. arada da 2 tane şehir geziyorsunuz (bana stockholm talinn arası denk gelmişti).

    bu şehrin bir başka avantajı kuzeye de güneye de güzel mesafelerde olması. yarım saatte malmö'ye geçebiliyorsunuz. trenle 3 saatte hamburg'a gidebiliyorsunuz. bu kadar gelmişken en kuzeye, muhteşem kuzey ışıklarına gitmek bile oldukça ucuz ve basit oluyor. esn'le gittiğimiz lapland (kuzey iskandinavya) gezisinde yapmadıgımız kış sporu, husky safari, raindeer safari vb ilginç aktivite kalmadı. ve en güzeli de 4 gece boyunca açık gökyüzünde kutup ışıklarını seyretmek.. insan hayatının bir döneminde lapland'a kesinlikle gitmeli.

    bu kadar 'mutluluğun' tek dezavantajı artık hayatı sorgulatması. çok büyük engeller olmadan, sorunlar yaşamadan büyümüş bir nesil yaşıyor mudur acaba dedirtmesi. ve tabii ki alışma riski. dönünce nasıl olacak hiç bilemiyorum. ama 1 dönem erasmus için daha ideal bir şehir olamazdı. ancak gelinecekse 20 saat gece modunda yaşamamak için bahar dönemi tercih edilmeli.
  • kastrup havaalanında birkaç saat kaldıktan sonra bile hayatımı devam ettirmeye karar verdiğim şehir. böyle güzel insanlar olamaz, yok arkadaş...

    3 gün geçirdik sevdicekle, döndük dün akşam, metrobüs, apaçiler, metro turizm'in müşterinin üstüne boşalan sapık muavin haberi filan...

    ulan 100 kişiyle muhatap olduysam 99'una daha selâm verdiğinde yüzleri gülüyor be. huzurlular. kanal turuna bilet soruyoruz, sizin şehir kartınız var, isterseniz diğer kanala gidin oradan bedavaya binin, buradan boşuna para ödemeyin diyor gişe görevlisi. bizde bosfor ten lira bosfor bosfor... kapanın elinde kalırsın.

    şehir pahalı diye (bir de kron-eur-tl paritelerine alışana kadar) tırsa tırsa para harcadık ama istanbul'da çok daha fazlasını patır patır harcadığımız zamanlar oldu yemeğe, içmeye, ulaşıma... absürt pahalı olduğunu da söyleyemem. şehrin göbeğindeki meydanında 11 liraya bira içebiliyor, 25-30 liraya karnımı doyuracak kadar (pizza, hamburger vs.) atıştırabiliyorum. adam gibi yemek de 50 lira ve üstü. hard rock cafe'den iki kişi tatlısı, hediye bardağı dahil 200 lira civarında çıktık meselâ. buradaki herhangi bir beton yığını avm'de ayranı 9 liraya satan cookshop tarzı tırt bir mekandan daha altına pek çıkamazsınız ki kalitesiz yemeğe rastlamadık bile biz. 85 euro'ya üç günlük şehir kartı aldım ben, bütün müzeler, otobüs, metro, kanal turu vs. beleş. o da pahalı gibi gelmişti ilk başta ama bizdeki müze fiyatlarıyla kıyaslayınca ve gezdiğim yerleri düşündüğümde o da bedavaya geliyor.

    bir gün kanlı canlı van gogh tablosu görüp ertesi gün zarrab'ın verdiği rüşvet rakamlarını okuyunca bünye afallıyor, mide kaldırmıyor. alışırım herhalde bataklığımıza günün sonuna kadar.

    ne şanssız doğmuşuz biz arkadaş ya...

    he baktım bi de bütün danimarka halkı, mâlum şahsın dediği gibi bizim metrolarımızı, köprülerimizi, beton tarlalarımızı, gelişmişliğimizi filan kıskanıyor evet. mis gibi 32 katlı dağın başındaki beton rezidans yerine şehrin göbeğindeki 100-150 yıllık tuğla apartmanlarda oturup, yokluktan işe bisikletle gelip gidiyorlarmış çünkü. bi de gördüğüm kadınlar çok şikayetçiydi, erkeğin yapabileceği ne iş varsa onlar da yapıyor zira.

    buradan muhteşem sanatçılar çıkar, çünkü insanların bütün günü sanat eserlerinin, sergilerin, konserlerin arasında geçiyor.

    buradan üst düzey mimarlar çıkar, çünkü klasik mimarinin en güzel örneklerini ev diye kullanıyor insanlar.

    buradan filozoflar çıkar, çünkü yaşayan insanlar çalışmak için sürünerek yaşamıyor, yaşamak için insana yakışır şartlarda çalışıyorlar. düşünmeye, üretmeye, seyahat etmeye, ve daha birçok şeye vakitleri ve imkânları var.

    ama buradan pek hırsız çıkmaz mesela;

    çünkü bir dükkana alışveriş etmeye girdiğinizde tezgâhtarlar çatır çatır sıra bekletiyor ve insanlar da bekliyor.

    fiyatı üzerinde yazan birşey için pazarlık etmeye kalktığınızda yüzünüze uzaylı görmüş gibi bakıyorlar, muhtemelen hakaret sayıyorlardır onlara bizdeki "ne tutturursam" kafasındaki fırıldak esnaf muamelesi yapılmasını.

    metrolarda güvenlik görevlisi sadece güvenlik için orada, turnike diye birşey yok, kimsenin kart basıp basmadığına bakılmıyor bile, herkes basıyor ama ne hikmetse...

    sonra bizi kıskanıyorlarmış... siktirin gidin, lütfen ya. hatta bir nükleer bombayla yok olalım hepimiz. haketmiyoruz yozlaşmış bünyelerimizle nefes alıp bu dünyanın içine etmeyi.
  • burda daha önce kalacak yer aradığımı belirten bir entry vardı. neyse şimdi yerim yurdum belli, keyfim yerinde.

    yaklaşık 2 yıldır kopenhag'da yaşıyorum ziyarete gelenler olursa veya sormak istediğiniz bir şey olursa elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım.

    iletişim için: mesaj veya carminemeo.boun@yahoo.com
  • yalnız bir bölgesi değil bütünüyle güzel şehir.
    böyle oldtown biter de dışarda normal şehir vardır ya öyle değil ya da merkezden biraz uzaklaşırsın da seviye düşer birden öyle de değil. hangi ucuna yürürsen yürü, şehrin sokaklarının güzelliği kaybolmuyor. o yüzden görülmesi gereken yerleri geçtim sadece sokaklarında yürümek bile çok keyifli.

    ingilizceyi çok çok iyi konuşuyorlar. halkı kesinlikle çok nazik, çok cana yakın ve çok yardımsever.

    pahalılığı herkesin malumu. güncel fiyatlar şu şekilde:
    küçük su: 10 dkk
    küçük kola: 25 dkk
    havalimanından merkez istasyona tek bilet: 36 dkk
    7-eleven'da sandviç: 45 dkk
    big mac menu: 60 dkk
    shawarma (arap döneri) menu: 70 dkk
    kfc box menu: 95 dkk
    smk (national gallery) giriş ücreti: 110 dkk
    iyi bir burger restoranında menu: 125-150 dkk
    normal restoranlarda yemekler: 150-250-350 sonsuzluğa ve ötesine
    merkeze yakın hostelde 4 kişilik odada tek yatak gecelik: 500 dkk
    sonuç: mütevazı bir tatil bile yapsanız günlük ortalama 1000 dkk

    döviz bozdurmaca:
    havalimanında döviz kuru çok düşük, merkezde 7.37 iken 6.70 civarı idi.
    üstelik döviz bozan abla "bak bu şehir çok pahalı haa" diye sizi daha çok para bozdurmaya ikna etmeye çalışıyor, bence ayıp.
    merkez tren istasyonunda 100 euro'ya 707 dkk verdiler, 30 dkk komisyon aldılar, ama daha iyi bir teklif veren yer de göremedim ben maalesef.

    havalimanından merkeze ulaşım:
    havalimanı çok karışık. indikten sonra acele etmeyin, bavulu alın, merkeze gidecek kadar para bozdurun, şimdi kalacağınız yere göre tercih yapmanız gerek, tren mi metro mu? metro ise hangisi, m1 mi m2 mi? diyelim merkez tren istasyonuna tren ile gitmeye karar verdiniz, makineden kolayca bilet alınabiliyor. ama trene nereden bineceğiniz bir mesele. ortalarda üniformalı bir sürü teyze dolaşıyor, hemen onlara soruyorsunuz, zaten amaçları size yardım etmek. bineceğiniz bölgesel tren a'dan b'ye gittiği için sizin tren olup olmadığını birine sormadan anlamak çok güç. çünkü siz ara durağa gidiyorsunuz. bileti valide etmek gerekmiyor ama trende bilet kontrolü oluyor.

    rådhus: merkez tren istasyonunun hemen yakınındaki belediye binası, tebrikler merkezdesiniz.

    tivoli: merkez tren istasyonun yanındaki eski ve büyük eğlence parkı. giriş 100 dkk. bu sadece giriş ücreti, içerde her şey ayrıca ücretli.

    strøget: strol diyen var, strod diyen var hala öğrenemedim doğrusunu, neyse. istiklal caddesi'nin olmuş olanı. alışveriş ve cafe caddesi. cadde'nin ucu charlottenborg ve nyhavn'a çıkıyor. cadde girişinde br diye büyük bir oyuncakçı var, lego da satıyor ama asıl onun biraz ilerisinde direk lego store var. çay bardağı kadar lego'lar 100 dkk. büyük setler 750-1500-2500 dkk diye gidiyor.

    vor frue kirke: beyaz güzel bir kilise, strøget'den 2 dakika mesafede, yanında da universitet var.

    rundetarn: strøget'den 5 dakika yukarıda bir hayli eski olan astronomik gözlem kulesi. manzarası çok iyi değil, giriş 25 dkk, merdiven yok, sarmal uzun bir tünelden çıkılıyor.

    charlottenborg: bütün meydan ve bina tadilatta.

    nyhavn: evet o ünlü evler. yürümeye devam ederseniz açılır kapanır güzel bir köprü, sağda güzel bir kanal ve güzel mimarisi olan evler, solda opera binası ve papirøen olan güzel yerlere çıkacaksınız.

    papirøen: bir sürü yemek yiyecek yer var dediler, gittim komple inşaat halindeydi.

    børsen: fi tarihinden kalan borsa binası. christiania'ya bunun önünden geçen ana caddeden yürümek mantıklı.

    christiania: valla abartılacak bir yanını göremedim. hippiliğin hippilik olduğu zamanlarda çok güzeldi belki, bilmiyorum. şimdi ot satan elemanlar var, biraz komün hayatı var gibi bağ bahçe işleriyle uğraşanlar var, bir iki junkie tipli eleman var sağda solda, onun dışında bol bol turist, hatta bir grup ergen okul gezisine gelmişti ben ordayken. modern zamanlarda her şeyin şekilcilik olmasından nasibi almış bence, yanlışsam kopenhag'ın yerlisi arkadaşlar düzeltsin.

    von frelsers kirke: kocaman kulesi olan kilise, christiania'ya giderken yol üstünde.

    nyboder: bir sürü toprak sarısı evden oluşan muhit. bence şehrin en güzel semti.

    kastellet: kırmızı binalardan oluşan yıldız şeklindeki askeri alan.

    den lille havfrue: küçük deniz kızı. görsen olmaz, görmesen olmaz, ama yürüyerek giderseniz yolu yürümesi çok keyifli, bence amalienborg'dan yürüyün.

    amalienborg: dört köşesi dört saraydan oluşan güzel meydan. öğleleri 12:00'da askeri nöbet değişimi oluyor, ufak konserli falan.

    marmorkirken: büyük kubbeli italyan kiliselerine benzeyen şehrin muhtemelen şehrin en güzel kilisesi, amalienborg'un 3 dakika yukarısı.

    torvehallerne: orta-üst sınıf pazar yeri. yemek yiyecek yerler de var, smørrebrød da var, normal kasaptı, balıkçıydı, peynirciydi vs. da var. "kopan" yazan bir büfe var dışarda girişte, üç top pirinç pilavı ve etten oluşan bir yemek yapıyor, fiyat performans olarak güzel eğer uzak doğu mutfağı ile aranız iyiyse.

    kongens have: rosenborg kalesinin bahçesi.

    frederiksberg have: park bahçe seviyorsanız baya iyi, bol bol kaz ördek ve adını bilmediğim bazı kuşlar.

    fælledparken: kocaman park.

    vesterbro: merkez tren istasyonunun tivoli değil de diğer taraf çıkışı.
    uzunca birkaç cadde var birbirine paralel, göçmen sayısı yüksek bölgede. bu caddelerden biri istedgade, bir iki strip club gentleman's club falan var ama öyle ağır red light district değil daha çok arap lokantaları berberler normal kumaşcı perdeci vs dükkanların olduğu şehrin orta sınıf hayatı gibi gördüm ben, ha seviye yine düşük değil gayet güzel sokaklar ve evler.

    kødbyen: eskiden hayvan pazarı ve mezbaha imiş, şimdilerde orta-üst sınıf restoranlar var. arkadaşlarınızı, sevgilinizi "bir akşam şöyle iyi bir yemek yiyelim" diye götürebilirsiniz ama pahalı gibiydi.

    visit carlsberg: an itibariyle carlsberg'in bir imparatorluk kurduğu bölgede olan fabrika ziyareti ve bira tadımı içeren aktivite. eski fabrika zaten şato gibi, girişinde koca iki fil sizi karşılıyor, muhtemelen fabrika işçileri için yapılmış eski güzel taş evler vs. var. şimdi bir yanda da modern plazalar, lüks ama nordic tarzı minimal evler, bir inşaat halinde her taraf, şehrin yükselen yıldızı bu bölge sanırım. yürüyerek gidecekseniz ingerslevgade denen tren yolunun yanındaki ana caddeden değil de iç taraftaki ny carslbeg vej'den yürümenizi tavsiye ederim. toplu taşımaya binecekseniz zaten kendi metro durağı var adamların.

    superkilen: akepe'li belediye tarafından yapılmış gibi duran park. bence gitmezseniz bir şey kaybetmezsiniz.

    assistens kirkegard: hans christian andersen, niels bohr, søren kierkegaard gibi abilerin mezarlarının olduğu değişik bir mezarlık. bizden farklı bir mezarlık kültürleri var, hatta sanıyorum mezhep farkından ötürü orta avrupa'dan da genel olarak farklı, gördüğüme memnun olduğum bir yer.

    smk (national gallery): resim seviyorsanız tam cennet. ünlü eserlerden biri benim de çok sevdiğim carl bloch'un "in a roman osteria"sı.

    merkez tren istasyonundan havalimanına ulaşım:
    havalimanına giderken merkez istasyondan tabelalara bakıp "aha cph flughafen yazıyor, bu bizim" deyip binerseniz yanlış şeye binersiniz. çünkü siz yine a'dan b'ye giden bir bölgesel trene bineceksiniz. ekranda küçük harflerle "via airport" yazıyor, onu bulup binmelisiniz.

    havalimanına neden çok erken gelmelisiniz?:
    bence baya 3 saat önce orada olun. havalimanına geldiniz, herkes asansöre koştu, siz de mi öyle yapacaksınız? hayır. onlar terminal 3'e gidiyor. siz "shortcut to terminal 2" tabelasını izleyip merdivenlerden çıkacaksınız. ekranlara baktınız, check-in kontuar numarasını öğrendiniz, gittiniz bavulu verdiniz, boarding pass'i aldınız. vakit kaybetmeden security check için üst kata çıkıyorsunuz, boarding pass'i turnikeye okutup geçiyorsunuz, ama o da ne? devasa bir kuyruk. baya bir bekliyorsunuz çünkü önünüzde milyonlarca çinliden oluşan kafileler var. sıra size gelince benim gibi orta doğulu tipine sahipseniz 360 derece kontrol yapan alete alıyorlar sizi.
    üzülmeyin diye de "random seçtik sizi" diyorlar. baya üstünüzü falan arıyorlar yani. oradan da geçtiniz, kocaman bir duty free alanı ama yine vakit kaybetmemelisiniz.
    hemen ekranlardan kapı numarasına bakıp kapınıza gidiyorsunuz ama o da ne, çinliler bu kez de pasaport kuyruğunda. nihayet pasaporttan da geçince kapınıza gidip bekleyebilirsiniz ama durun kapı numaranız değişmiş olabilir, arada kontrol
    etmek de fayda var ekranları. cebinizde kalan bozuk paraları da oradaki 7-eleven'da harcayabilirsiniz. pegasus'la uçuyorsanız bence su alın.

    ufak notlar:
    ağustos itibariyle sabahları çok serin, öğlenleri çok sıcak, akşamları serin, sonuç altta şort üstte mont.
    her tarafta netto marketleri var 7-eleven'dan ucuz.
    flying tiger diye hem strøget'de hem de arada karşınıza çıkacak ıvır zıvır zaten bir dükkan var, bence bir uğrayın.
    dost yayınevi'nin harita rehberi gayet güzel.

    ve son olarak instagram'da her daim gördüğünüz, özellikle kızların fotoğraf çektirmeyi çok sevdiği renkli binaların olduğu muhitler:
    larslejsstraede (strøget'den 10 dakika kuzeyde)
    magstraede (strøget'den 5 dakika güneyde)
    olufsvej (brumleby'ın yanında)

    özet: çok güzel şehir, görecek çok şey var ama gerçekten çok ama çok pahalı.

    gitmeden okuduğum ve yararlandığım gezi notları:
    oitheblog
    zeynepcansoylu
    hohhoyyt
    oykununoykuleri
    celebialper
    ayagimintozuyla
    sunsolesonne'nin meşhur entry'si
  • kopenhag havalimanına indin. hoşgeldin ama bu şehirde yönlendirme çok zayıf. uçaktan indikten sonra bagajın varsa al ve hiç durmadan bu kısımdan çık. "ay ben bilet alacam" moduna girme. yürüyen merdivenlerden aşağıya in sola dön exchange office'te kron al. işin bitince arkanı dön exchange ofise ve sağ tarafa, geniş alana yürü. indiğin yürüyen merdivenleri geç ve şehre gidilecek bilet kasası sağ tarafında kalıyor. bilet alınca sağdan devam et. başka bir yürüyen merdiven çıkacak karşına. metro için bununla yukarı çık. ve devam et. aldığın bileti okutmana gerek yok. metroya bin ve kalacağın yere yakın bir yerde in.

    gidilecek yerler:
    -rosenborg kalesi: parka girip gölet çevresinde oturun. kraliyet hazineleri ve ihtişamını görmek isterseniz içeriye girebilirsiniz.

    -skm: sanat galerisinde yüzlerce tablo var. ilgiliyseniz çok keyifli bir yer. daha güzel tarafı da küçük bir odaya atölye yapmışlar. her boy resim kağıdı ve resim kalemi bulunan raflar var. çizim için obje de koymuşlar. sandalyeye oturup maharetinizi döktürmek artık size kalıyor. yaptığınız resmi alıp götürebilir ya da sizi keşfetmeleri için oradaki kutuya bırakabilirsiniz. kim bilir..

    -paper island: yemek pazarı mı desem buraya? içeriye girince onlarca stant/kamyonet gibi alanlarda, birçok ülkeden yemek yiyebileceğiniz bir yer. 60-70 krona yemek yenebilir. hava güzel olduğunda danlar şezlonglarını kapıp her yere oturuyorlar. en çok ortadoğu ve türk yemek yerlerinde kuyruk var. bu arada bu adaya yürüyerek giderken bir köprüden geçeceksiniz (christianshavns kanal). eğer şanslıysanız büyük bir geminin geçerken köprünün insan ve bisiklet trafiğine kapandığını, ortasının mekanik olarak açıldığını ve geminin geçebildiğine de şahit olursunuz.

    -opera binası: paper island'ın yan tarafı. binası bence çok çirkin. çok modern binalar farklı dizayn olmadığı sürece ben beğenmiyorum. camlı bir binaya şapka gibi birşey yapmışlar. çirkinlik abidesi. allah bilir kaç yüz proje içinden birinci olmuştur da ben mimari bilmiyorum tabi!

    -gözlem kulesi: astronomi için kullanılırmış eskiden, şimdilerde turistik açıdan tepeye çıkıp kopenhag manzarası için kullanılıyor. tepesine gelene kadar kulede merdiven yok. sarmal bir eğimle yukarı doğru yürüyorsunuz. çıkış çok keyifli. son kısma geldiğinizde kısa bir merdiven oluyor. eğimle yukarı çıkarken birkaç kapı var. en önemlisi tuvalet. nasıl yani dediğinizi duyar gibiyim. ortaçağdan kalma bir tuvalet var bu kulede. ortaçağ'da herkesin tuvalet odasının olmadığı bir dönemde tabi önemli bir durum. çok küçük bir alan. ama en azından yukarı çıkarken aklınızda olsun. merdiven kısmına geldiğinizde pencere kenarında astronomik bir harita var, onu da inceleyip öyle tepeye çıkın. durun! sağa bakın. bir açık kapı ve kuyu gibi birşey var. orası eskiden danimarka'nın sıfır noktası olarak düşünülüp ölçüm yapılan yermiş. tamam şimdi merdivenlerden çıkın. ve işte manzara! hayır malesef güzel değil. daha güzel bir manzara mı istiyorsun? o zaman bir alta bak.

    -vor frelsers kirke (out saviour's church): çok merdiven çıkmak... önce kulenin içinden. daha sonra dışarıdan merdiven çıkmak.. çok yorulmak ama değmek.. çünkü dışarıdan merdivenleri çıktıkça manzara daha da harika olmak. huk!

    -st.annae gade: saviour's churchten çıkıp bu caddeden mutlaka yürüyün. eski evlerin etrafında cafeler var. kanaldan geçerken banklardan birinde oturun. bu sokak çok güzel.

    -deniz kızı heykeli: bazı bloglarda anlamsız buraya gitmek denmiş ancak kesinlikle gidilmesi gerekiyor. sırf küçük bir heykel diye gereksiz denmesi saçma. sonuçta bu heykel kopenhag'ın simgesi. ve boyutu önemli değil. parkın içinden yürüyerek denize doğru yürüyün. parkta oturun keyif yapın ve denize doğru yürüyün. orada göreceksiniz. hans christian andersen'in ''küçük deniz kızı'' masalından uyarlanan ve kraliyet tiyatrosunda sergilenen bale oynamış. bunu çok beğenen carl jacobsen (carslberg) heykelinin yapılmasını istemiş. deniz kızını oynayan balerin çıplak poz vermeyince heykeltraş balerinin yüzünü model olarak kullanır, vücut modeli ise heykeltıraşın karısı olmuştur. heykel 23 ağustos 1913'te limana yerleştirilir.

    -amalienborg sarayı: 4 binadan oluşuyor. içine girmedim. sanırım müzesinden dünden bugüne kraliyet ailesi ile ilgili bilgileri görmek mümkün. bulunduğu meydanda askerler var ve bol bol fotoğraf çekilebilir. özellikle kubbeli kilise yönüne doğru yerler mozaik döşeme. oralarda fotoğraflar çok güzel çıkıyor.

    tivoli: park, yemek ve eğlence. lunapark'ın 1843 yılında kurulmuş hali. merkez istasyonun karşısında. çin sokağında burger house'da hamburger yemenizi tavsiye ediyorum. çok güzeldi.

    christiana: evet farklı bir yer. ucuz içki de var. köy meydanı otantik kıyafetler satan yerler ve cafelerden oluşuyor. ee? ucuz içki için mutlaka gidin tabi.

    -carslberg müzesi: hem biranin hem de carslberg firmasının tarihi öğreniliyor. müzede dünyanın her yerinden biriktirdikleri bira koleksiyonu yapmışlar. en son yanlış hatırlamıyorsam 16.888 bira vardı. müze bitiminde biletinize 2 bira ücretsiz. "tuborg ra" diye bir bira içtim sanırım hayatımda içtiğim en güzel biraydı. aynı zamanda ücretsiz at arabası ile fabrikanın çevresi gezilebilir. fabrika dediysem sanat eseri aslında. çok hoş bir mimari ile yapılmış binalar.

    -ulusal müze: kopenhag'da beni en mutlu eden nadir yerlerden biri. tarih öncesi, ortaç çağ, rönesans ve modern danimarka tarihini öğreniyorsunuz. son katta ise mısır'dan yunanistan'dan felan aşırdıkları kalıntılar sergileniyor. müze gezmeyi seven biri iseniz 3 saati gözden çıkarın.

    -nyhavn: eskiden tüm gemilerin yanaşabildiği bir ticaret limanı imiş. şimdilerde aşırı pahalı restoranların bulunduğu bir yer. yakınlarda bir marketten birşeyler alıp rıhtımda oturmak daha keyifli.

    -stroget: birkaç meydana açılan avrupa'nın en uzun trafiğe kapalı caddelerinden biri. giyim ve hediyelik eşya dükkanları ağırlıklı olarak caddede mevcut. hiç ağaç yok, saksı çiçek vs birşey yok bu caddede. açıkcası ben darlandım ve beğenmedim. bu caddede jorcks pasajı var. çok çok küçük ama kısa pasajdan geçin. üstü camlı bir pasaj hoş bir görüntü var. legoooooo mağazasına uğramadan olur mu? mutlaka ama mutlaka uğrayın ve çeşit çeşit satılan legoları inceleyin. "pick&build" diye dükkanın içinde bir yer yapmışlar. duvara monte onlarca kap içinde çeşit çeşit lego parçaları satılıyor. bir bardak alıp yapacağın modele uygun parçaları seçiyorsun. düğmeci gibi, çivi vida satışı gibi..

    marketler:
    7eleven: pahalı
    super kiosk: orta halli
    netto: herşeyi buradan alın. scandinavia otelinin bulunduğu meydanda var. en ucuz market.

    genel yorumlar:
    -aşırı pahalı bir şehir.
    -burada yeni hat alın dostlar. girer! çok pis girer!
    -bu şehirde yönlendirme sıkıntısı var. tabela neredeyse gidilecek yerin önüne gelince var.
    -insanlar çok güleryüzlü, sohbete aç. göz göze geldiğin anda sohbet etmeye başlıyorlar. bakın çok ciddiyim. birine bakınca yanına geliyor sohbet ediyor. ya da haritayı açtınız çat biri geliyor yardım ediyor. yanlış birşey yaptınız hop biri geliyor hayat felsefesi çakıyor. yani sürekli birileri ile tanıştığım, sohbet ettiğim ve korkmadan gezdiğim bir yer oldu.
    -bisiklet trafiği diye bir gerçek var. kaldırımlar park edilmiş bisikletten yürünmüyor.
    -göçmen çok.
    -güleceksiniz ama pahalı olduğunu duyup türkiye'den börek getirmiştim yanıma. beni 3-4 gün sabahları idare etti.
    -turist olarak türk, ispanyol ve ingilizler yoğunluktaydı.
    -69 kronun karşılığı 9 euro. e bu hesapta bize giriyor! euro ile alışveriş yapmak daha karlı kron karşısında.

    (dip not: buraya kadar gelmişken mutlaka malmö'ye gidin. bence daha şirin bir yerdi. örusund köprüsünde de geçmiş olursunuz. pasaportunuz yanınızda olsun. davidshalls köprüsüne gidin. köprüde ayakkabı heykelleri var. 2. dünya savaşında giden yahudilerle ilgili imiş. köprüden geçince bir de förstadsgatan caddesinde "science fiction" adında bir kitapçı var. fantastik ve bilimkurgu sevenler için olağanüstü bir yer. gerçi herkes uğrasın. star wars, yüzüklerin efendisi, doctor who'nun kitapları, oyunları, oyuncakları; manga-anime serileri.. böyle başka bir dünya. çok güzeldi. kitaplar, karikatürler hep ingilizce. bir de östergatan caddesinden yürüyün; farklı kiliseleri, tatlı tuğla binaları görün ve s:t gertrud hanını bulun. içine girin).

    artık gitme zamanı geldiyse kopenhag'tan havalimanında işin uzun. erken git. havalimanında 3 terminal var.
    1.önce büyük ekrandan senin uçağın kaçıncı terminalde imiş ona bak. check-in yapmak için, bilet kağıdı almak için bu gerekiyor. diyelim 2. terminal yazdı.

    2.gittin bilet kağıdını aldın. o zaman şimdi yukarı çıkma zamanı. biletini okutarak güvenlik kontrol bölgesine girdin. bu etap da bittiyse sıra yeniden ekrana bakmakta.

    3. ekrana bakıp uçuşunun hangi harfte olduğunu a-b-c-d olduğunu öğrenmen lazım. diyelim c26 yazıyor. c10-40 tabelasını izliyorsun. bu arada havalimanı tam bir çarşı.

    4.tam vardım derken pasaport kontrolü var. görevli işini yapıyor ve artık c26'ya varmak için koşmaya başlıyorsun.

    5.yeteeeeer varmak istiyorum diye koşuyorsun ve evet başardın.

    her yıl yaşanacak yerler listesinde olsa da turistik açıdan beni hiç sarmayan, beklentimi karşılamayan ve aşırı pahalı bir nokta oldu. avrupa'da gezilecek çok yer varken listenizde kopenhag kesinlikle ilk sıralarda ol-ma-ma-lı.

    edithag: çok sayıda kalacak yer soruldu. copenhagen downtown hostelde kaldım. yeri çok merkezi. cafesi çok keyifli. yeni insanlarla tanışmak için birebir. happyhours yapıyorlar ve akşamları çok kalabalık oluyor. başka bir mekana gitmenize bile gerek kalmıyor.
  • 4 haftadır burada yasıyorum medeniyetin kelime anlamını ögretmis olan sehirdir. expat olmak ise cok zevkli burada.

    edit: berlin'e tasındım :)
  • bir gün bu şehirde sokakta yürürken kendi boyunuzda kuyruklu bir canlının yanınızdan zıplayarak geçtiğini görürseniz panik olmayın, çığlık atmayın, şaşırmayın. bu şehirde kanguru besleyenler var.
  • kışları münasebetsiz ve soğuk nevale, yazları ise ılık ve anaç olan güzide iskandinav şehri.

    danimarka'yı tanımak ve algılamak için geziliyorsa eğer, kopenhag kesinlikle bir referans notkası olmamalıdır. türkiye'deki büyükşehirlere nazaran aslında oldukça küçük bir büyükşehir ve başkenttir. ama dan iş dünyasının merkezi oluşu, turistleri tahrik eden cazibeli lakin utangaç duruşu ve artan göç nedeniyle şehir oldukça kozmopolit bir hale gelmiştir. yanınıza denk gelen bir grup ispanyol turist ile karşıdan karşıya geçmek için ortadoğu ürünleri satan bir marketin önündeki ışıktaki beklerken, size yol veren ve asyalı bir göçmen olduğu belli olan şoföre teşekkür etmek amacıyla elinizi nazikçe kaldırdığınız anda, yolun karşı köşesindeki ocakbaşı restaurantın camında asılı duran istanbul resmine takılan gözünüzün dikkatinizi dağıtması sonucu, tam o sırada sola dönüş yapmakta olan dan bir bisikletliyle çarpışmanız ve bu durumu görüp elindeki hediye poşetlerini yolun kenarına atan amerikalı orta yaşlı bir iş adamının yardımınıza ilk koşan kişi olması halidir kopenhag'daki kozmopolit yapı. daha çok dan, daha çok danimarka görmek isteyenler danimarka'nin aarhus, aalborg, odense...vb gibi daha küçük şehirlerini tercih etmeliler. "eeeh, bana ne be o şehirlerden, ben kopenhag'a gidiyorum öyle ya da böyle" diyenler için kaldığım yere geri dönüyorum.

    kopenhag bir su aygırıdır, sabah suda doğan ve gece suya batan ıslak bir kenttir. güneş konusunda aza kanaat getiren ve bu yüzden hava az biraz ışıdı mı keyif adamı kılığına bürünen danların su boylarına yayıldıkları anları gözlemlemek açısından yazın gidilmesi avantajlı olacak bir şehirdir. kış mevsiminde de güzeldir kopenhag, lakin kışın gitmenin en büyük dezavantajı dışarda dolaşırken organların soğuktan düşmesini engellemek amacıyla zaman zaman kapalı alan ziyaretleri yapmak zorunda olmaktır. bunun cüzdandan uzanıp göte giren bir kazık etkisi mevcuttur, çünkü kopenhag oldukça pahalı bir şehirdir. bu durumda en güzeli girişi ücretsiz olan bazı müzelere ısınmak için uğramaktır.

    müze demişken, 'the national museum' ziyareti danimarka'nın nerden gelip nereye gittiğini anlamak açısından aydınlatıcı olabilir. bu sezon açık olan ve giriş ücreti bulunmayan "1660'dan 2000'e danimarka" sergisi "kültür ve tarihe doyamıyorum, ayrıca müzecilik nasıl olmalı senelerdir kafa patlatıyorum", diyenlerin görmesi gereken bir atraksiyon kesinlikle. bu müzede anadolu'dan, mısır'dan ve orta doğu'dan getirilmiş eserlerin de olduğu, yani güpgüzelim vikinglerin nasıl emperyalist canavarlara dönüştüğünü kanıtlayan bir salon da yer alıyor ayrıca. bunun dışında kopenhag şehir müzesi, christiansborg sarayı, çok çeşitli tasarım-mimari müzeleri ve erotik müze de görülebilir. lakin bunların giriş ücretlerinin patlama riski konusunda uyarmakta fayda var.

    kopenhag'da turist olma halleri için yürümek tercih edilmesi gereken en etkili ve ucuz ulaşım yöntemidir genelde. bir lonely planet kitabı ve şehir haritası edinip, kitapta tavsiye edilen yürüyüş rotalarından bir kaçını yapmak en fazla 2 gün alacaktır. sağda solda kolaylıkla bulunabilen şehir bisikletleri de ulaşım için bir alternatif olabilir. ama bunların birçoğu bozuk ve kullanırken yorgunluktan öldüren cinsten, dikkat etmek lazım...

    diğer entrylerde bahsedilenlere ek olarak ucuza, hatta bedavaya, malolacak aktiviteler ve görülesi mekanlar listesi şöyle:

    - hans christian andersenin ayak izlerini takip etmek. andersen, nyhavn'da demlenip, güzel kafasıyla psikopat çocuk hikayeleri yazan, ıssız ve yalnız bir iskandinav erkeğidir.
    - milletin yüzlerce kron bayıldığı tatsız tutsuz dan yemekleri manzarasına karşı oturup, netto'dan alınan ucuz bira ve fıstık ile mavi-lacivert iskandinav yazı akşamına nyhavn'da dalmak.
    - canımız kanımız christiania'daki göl kıyısına bir adet içi gönlünüze göre dolu bir piknik sepeti ile gidip, suya karşı demlenirken huzura ermek.
    - black diamond'ın içine girip tasarım üzerine derin düşüncelere dalmak.
    - şehir içindeki göllerin kenarındaki banklara sabaha karşı güzel bir kafayla oturup dünyayı kurtarmak.
    - nørrebro'da entel dantel takılmak.
    - strøget'te (danimarka resmi kaynaklarına göre dünyanın en uzun yaya yolu, ben onların yalancısıyım) piyasa yapmak.
    - deniz otobüslerine binip şehre bir de sudan bakmak.
    - opera binası'nın yekpare çatısına bakıp hayatın anlamına ve varoluşa dair kafa yormak, o çatının ulvi ağırlığı altında ezilmek.

    şehri ana hatlarıyla görmek için 2 gün yeterlidir. hatta o kadar yeterlidir ki, 3. gün malmö'ye geçilebilir. tren istasyonunun yakınındaki vesterbrogade'dan hareket eden swebus express ile sadece bir köprü geçerek, pasaportsuz ve kontrolsüz ülke değiştirme zevkinin uygun fiyatlı doruklarına ulaşılabilir.
hesabın var mı? giriş yap