• "zengin olsaydım, servetimi korusaydım, onlara vermeseydim, şimdi burada olurlardı. dudaklarıyla yanaklarımı yalarlardı. bir konakta otururdum, güzel odaların, uşaklarım, ateşim olurdu. başucumda kocaları ve çocuklarıyla gözyaşı dökerlerdi. bütün bunlar benim olurdu. şimdiyse hiç. para herşeyi verir insana, kızlarını bile. ah! param. param nerede? bırakacak hazinelerim olsaydı, yaralarımı sarar, bakarlardı bana. seslerini duyar, yüzlerini görürdüm. (...) görmek istiyorum onları. jandarmaları yollayın, zorla getirsinler! adalet benden yana. doğa, yasa, her şey benden alınırsa, memleket batar. açık bu. toplum da dünya da babalık üstüne kuruludular. çocuklar babalarını sevmezlerse her şey mahvolur. (...) babalar, meclis'lere başvurun, evlenmeyle ilgili bir yasa çıkarsınlar. kızlarınızı seviyorsanız evlendirmeyin onları. damat bir kızın her şeyini bozan, her şeyini kirleten bir namussuzdur. evlenme yok artık! bu evlilikler kızlarımızı elimizden alıyor ve ölürken onları yanımızda bulamıyoruz. babaların ölümü üzerine bir yasa çıkarın. korkunç bir şey bu."
  • 100-150 sayfalık tasvirleri atlatan kitabı elinden bırakamaz; sanırım balzac okuyucunun sabrını test amacıyla önden bu denli tasvire girmiştir, paranın insanlar üzerindeki etkisini anlatan, cocuklarınca terk edilen bir babanın son günlerini anlatan bir romandır.
  • goriot baba (père goriot), balzac'ın beni en çok etkilemiş romanlarından birisidir. bu romanında balzac, doğa ve eşyaların tasvirinde olduğu kadar insanların karakter, amaç ve düşüncelerinin betimlenmesi ve analizinde de çok usta ve titiz bir dehaya sahip olduğunu gösterir kanımca. zaten goriot baba, balzac'ın "la comédie humaine" (insanlık komedyası) adını verdiği büyük roman serisine ait bir eserdir. adından da anlaşılabileceği gibi, balzac'ın bu seriyi yaratmasındaki kendince yüce amaç, toplumun bütün kademelerinden gelen insanların halini gerçekçi bir şekilde anlamaya ve anlatmaya çalışmaktir. belki de bu nedenden ötürü balzac'a, romanda realizmin öncüsü sıfatı uygun görülmüştür. insan davranışlarının temelindeki belirleyici faktörler ve ateşleyici güdülerin ne olduğunu ve bunların nasıl açıklanabileceğini belli ki çok merak etmiştir balzac. insanlık komedyası serisindeki sayısız insan karakterlerinin pek çoğuna balzac'ın aynı serideki diğer romanlarında da sık sık rastlanır.

    balzac'ın 1834 yılında yayınladığı goriot baba'nın diğer baş karakterlerinden biri de, paris'te goriot baba'yla aynı fakirhane pansiyonunu paylaşan, taşralı, genç ve tecrübesiz hukuk öğrencisi eugène rastignac'dır. balzac'ın bu karakteri yaratırken kendi hayatından ve tecrübelerinden de esinlendiği söylenir, zira balzac da paris'e taşradan gelmiş ve yazarlığa başlamadan önce orada hukuk eğitimi almıştır.

    romanın baş kahramanı, eski işi makarnalık buğday tüccarlığı olan goriot baba'nın "hayırsız" kızlarının adları ise delphine (madame de nucingen) ve anastasie'dir (madame de restaud).
  • bu romanı okuduğumda kürek mahkumu vautrin ile zenginlik peşindeki eugene arasındaki konuşmaları pek tutmuştum doğrusu... yıllar öncesinde bir kenara not almışım bu ikilinin sohbetinden bazı yerleri... taşradan gelen, paris’in sosyete hayatına hayranlık duyan ve onların arasına karışıp yükselmeyi hayal eden öğrenci eugene’ye, vautrin adında daha önce bu yollardan geçmiş bir kanun kaçağının oyunun kurallarını açıkladığı bir bölüm... burada vautrin eugene’ye babasının kendisini reddettiği ve tüm varlığını diğer oğluna bağışladığı fakir bir kızın aşkını kazanmasını öğütlüyor... bu arada da kendisi bir düello ile kontun oğlunu öldürtüp haliyle başka çocuğu kalmayacağından kontun bu kızcağızı tekrar evlatlığa kabul etmesini tasarlıyor... bu durumda eugene kızla evlenecek ve fransız adetlerine göre kızdan yüklü bir miktar evlilik akdi drahoması alacak (bizim başlık hikayesinin tam tersi) ve daha sonra da eugene o paraya ulaşmasını sağlayan vautrin’e paranın yüzde %20 sini verecektir... şöyle diyor çocuğu ikna için vautrin:

    -günümüzdeki toplumsal düzensizlik üzerine çok kafa patlattım ben... size içinde bulunduğunuz durumu açıklayacağım... ama dünya işlerini gördükten sonra seçilecek 2 yol; yani ya budalaca bir boyun eğiş ya da başkaldırma bulunduğunu anlamış bir adamın üstünlüğüyle yapacağım bunu... fakir bir aileye mensupsunuz ama gözünüz konaklarda... isteklerinizi ayıplamıyorum, hırslı olmak herkesin harcı değildir çocuğum... kadınlara hangi erkekleri aradıklarını sorun ‘hırslıları’ derler... kısa yoldan yükselmek, kadınların gözdesi olmak, soylu çevreye girmek istiyorsunuz... ama altı-üstü bir hukuk öğrencisisiniz... bir ağır ceza mahkemesi başkanı olmak, zenginlerin yataklarında rahat rahat yatabileceklerini kanıtlamak amacıyla bizden daha iyi olan garibanları omuzlarında kürek mahkumu damgasıyla zindana yollamak gibi bir işe soyunuyorsunuz... hükümet köpeğe kemik atar gibi 1000 frank atacak önünüze; hırsızların ardından havla, zenginlerin davasını savun, yürekli insanları giyotine yolla diyecek... pek hoş değil, üstelik de uzun... hiç durmadan istemek ve istediğine kavuşamamak usandırır adamı, yıpratır... ama bir kadının drahoması (size vereceği başlık) çok iyi bir kaynak olabilir... evet yükselmek, neye mal olursa olsun yükselmek... kısa yoldan servet edinmek şu an sizin gibi binlerce kişinin çözmeye çalıştığı bir sorundur... siz bu sayıda bir birimsiniz... göstermek zorunda olduğunuz çabayı, vereceğiniz savaşı bir düşünün... binlerce örümceği bir kavanoza hapsetseniz hepsine yetecek yer olmadığından birbirlerini yerler... içinde bulunduğunuz durum bu... burada nasıl ilerlenir bilir misiniz? ya zeka parıltısıyla, ya da ahlaksızlığın verdiği beceriklilikle... ‘bir insan yığınının içine ya bir top mermisi gibi düşecek, ya veba gibi sızacaksınız’ insanlar dehanın gücü altında ezilirler, ondan nefret ederler, kara çalmaya çalışırlar... çünkü deha paylaşmadan alır... ama direndi mi eğilirler önünde... kısaca insanlar dehayı çamura gömemeyince diz çöküp taparlar ona...
    .....
    -namuslu insanın kim olduğu sanıyorsunuz ki? paris’te namuslu kişi susan ve paylaşmayı reddeden kişidir... çalışmaları hiçbir zaman ödüllendirilmeyen, her yanda tüm işleri yapan, baldırı çıplaklar birliği diye adlandırdığım şu zavallı kölelerden söz etmiyorum... kuşkusuz budalalığın tüm çiçeklenişi içinde erdem onlardadır ama sefalet de onlardadır... tanrı da mahşer gününde bulunmamak gibi kötü bir şaka yapacak olursa, bu insancıkların suratlarının nasıl buruşacağını görmek bile istemem... işte olduğu gibi hayat... mutfaktan daha güzel değildir, o da o kadar kokar ama yiyip-içmek istiyorsanız ister istemez elinizi kirleteceksiniz... yalnız yıkamasını iyi bilmeniz gerekiyor... işte çağımızın ahlakı budur... bana bu hakkı verdiği için toplum karşısında böyle konuşuyorum... ayıplıyorum mu sanıyorsunuz... hiç ilgisi yok... bu hep böyle olmuştur... ahlakçılar dünyayı hiçbir zaman değiştiremiyeceklerdir... insan iki yüzlüdür, bazen az bazen çok... budalalar buna göre ahlaklı ya da ahlaksız olduğunu söylerler... halktan yana bir tavır alarak varlıklıları da suçlamıyorum... insan yukarıda da, aşağıda da, ortada da aynıdır... siz eğer üstün bir insansanız başınız dik ilerleyin... ama çekememelikle, iftiralarla, bayağılıklara savaşmanız gerek... işte böyle büyük bir şairim ben... şiirlerimi yazmam... benim şiirlerim eylemlerimdir...
    ...
    -uzakta oldukları zaman mektubun üstüne gözyaşı yerini tutsun diye su damlatmak gibi kadınların pek hoşlandıkları saçmalıklardan, aşk gevezeliklerinden söz etmiyorum hiç... siz ve rakipleriniz birer avcısınız... avlarınızı yakalamak için tuzaklar, yemler kullanırsınız... türlü avlanma yolları vardır... kimileri drahoma avlar, kimileri vicdan... torbası ağzına kadar dolu olarak dönenler selamlanır, kutlanır, yüksek çevreye alınır...
    ...
    -size bir öğüt daha vereceğim meleğim! sözleriniz gibi kanaatlerinize de bağlı kalmayın... alıcı bulur-bulmaz satın gitsin kanılarınızı... dosdoğru yürümeye karar vermiş olan ve hiçbir zaman kanaatlerini değiştirmemekle övünen adam, yanılmazlığa inanmış bönün biridir... ilkeler yoktur yalnızca olaylar vardır... yasalar yoktur yalnızca şartlar vardır... üstün insan olayları ve şartları benimseyip onlara yön verir... üç kafayı bir ilkenin uygulanışında anlaşmış gördüğüm gün benim de değişmez kanaatlerim olacak... ama daha çok beklemeliyim...
    ...
    -erdem bölünmez dostum, ya vardır ya yoktur... üstün kişi küçük birkaç erdem komedyası oynadı mı salondaki budalaların coşkun alkışı arasında her istediğini elde eder... bir de çile yoluyla günahları ödemekten söz ederler bize... işte güzel bir sistem daha... pişmanlıklarınla günahlarından arınıvereceksin! gözle görünür bir nedeni bulunmayan büyük servetlerin sırrı temiz yapıldıkları için unutulmuş cinayetlerdir...
    ....
    -bana gelmenize yol açan şeyin tutku, umutsuzluk değil akıl olmasını yeğlerim... bende alıkların kusur diye adlandırdıkları uçsuz bucaksız derinlikleri, şu yoğunlaşmış engin duyguları bulacaksınız... ama ne alçaklığa rastlayabilirsiniz ne nankörlüğe... kısacası dostum ne piyonum ne de fil... kaleyim!

    ve vautrin ihbar sonucu yakalanıp elleri kelepçeli giderken onu ihbar eden kadının da aralarında bulunduğu seyreden topluluğa şöyle diyor:

    -kangren olmuş bir toplumun paçavralarısınız siz... sizin yüreklerinizdeki alçaklık yanında benim omuzlarımda ki alçaklık (ki burada sanırım kastı hapishanede omzuna vurulmuş damga) çok hafif kalır...
  • edebiyatta gerçekçiliğin doruklarına bayrak dikmiş bir klasik. hatta o kadar ki, belki de kağıda dökülebilecek en şairene betimlemeleri ardı arkasına okurken, adeta ince motiflerden oluşan bir desen gibi işlenmiş, birbiri ardına uyumla dizilmiş bu sözcüklerin anlatıyor olduğu hikaye örgüsünün saf gerçekçiliği bir noktadan sonra size fazla gelmeye başlıyor ve 'yok bu kadarı yeter, bana romantizm verin' diye yakınır buluyorsunuz kendinizi. belki de içerdiği kelime sayısı dolayısıyla fransızca ile yazılmış olması bu tasvirleri bu denli melodik ve derin kılan unsurların en önemlilerinden biri. bunun yanında balzac'ın dehası ise yaşadığı dönem için kesinlikle aşmış. öyle ki yaratmış olduğu birçok karakteri ardı arkasına sayısız romanında tutarlı bir birliktelikle ilişkilendirebilmiş. ve bunu neden yapmış, nasıl yapmış, okur bunu kendine sormadan edemiyor. bir kez daha bu romanda iki müthiş aşırı arzunun savaşının ortasında bırakılıyorsunuz. hem bu defa ortamı yumuşatacak bir sıcaklık da yok, gerçek yaşamın birebir orta yerinde kalıveriyorsunuz. sonsuz sevgi hırsı ve açlığı mı, sonsuz para, maddiyat aşkı mı? ölçüsü ayarlanamayan iki varoluş özü. bir tarafta durmadan sevmek, şuursuzca sevmek, kendini harcamak, tüketmek, feda etmek. öte yanda devamlı istemek, daha çoğuna sahip olmak, gücünü arttırmak, zengin olmak, itibarlı olmak. belki ikisi de bir yerlerde dönüp dolaşıp ortak bir kapıya varıyordur. belki de asıl mesele ölçüleri ayarlamakta, bunlara beraberce sahip olabilmektedir. goriot baba önümüzde. hem de kendi insani sonu ile beraber. karar sizin...
  • "namluyu gökyüzüne çevirdiysen hedefin tanrı olmalı" der balzac bu romanında.
  • çok ağır laflar altında güzel dersler veren kitaporama.

    bazı diyalogları anlayabilmek için 3 kez okumak bile gerekebilir.

    su gibi akıp gitmez yani, anlamak için çaba sarfetmek gerekir ki bu da en güzel özelliğidir.
  • genellikle fransız romanının en büyük adı olarak nitelendirilen honore de balzac'ın en ünlü romanı.
    yaşlı baba goriot'nun kaldığı otelin uzun uzun tasviri ilk başta sıkıcı gelse de romanın ortalarına doğru bu tasvirlerin ne kadar yerinde olduğu anlaşılır. zaten sabırlı okuyucu bu bölümü atlatırsa daha sonra romanı istese de elinden bırakamayacaktır.
  • balzac'in lise birde okul için okudugum kitabi,çok guzeldir,ilk baslarda detayli anlatimlar biraz bunaltsada,gerçekci,ve huzunlu bir romandir,çok duygusal insanlar okurken aglayabilirler*
  • bir babanin kendinden vazgecmeye kadar varan fedakarliginin oykusu. paris'in $atafatli ya$amini, paranin gosteri$ini, gucunu ve aldataci yonunu guzel bir $ekilde gosteren bir roman. bu tur bir cevrede donen ili$kileri daha rahat anlayabildiginiz gibi, bir baba yuregini de anlamak mumkun oluyor.
hesabın var mı? giriş yap