• içten içe, gölgesi olduğunu kabullenmesine yardımcı olabilecek masallar sayesinde iç huzurunun temellerini atabilecek, herşeyin ve herkesin "iyi" olmak zorunda olmadığını, "iyi"nin "kötü"yü kapsayabildiğini öğrenebilecek olduğundan, söz konusu tahribat, kazanılacak bakış açıları nedeniyle bazı yönlerden görmezden gelinebilecektir. bu sayede, ayın karanlık yüzünden dolayı acı çeken, kendine acı çektiren çocukların yaşayabileceği duygusal travmalar minimuma indirilebilecektir. ortaya çıkan toz pembe algı sapkınlığı, çocuğun eğitiminde alınacak önlemlerle tedavi edilebilir. sonuç olarak tahribat yaptığı düşünülen masallar, aslında yararlı bir şeye sebep olacaktır.
  • pamuk prenses-- (0-5 yaş grubu): bu yaş grubu için masalda adı ve sıfatları geçen cücelerin sayısı yediden kesinlikle daha az olmalıdır. uykuya dalmadan önce gece lambasının loş ışığındaki esrik ve pejmürde gölgeleri izlerken; “prenses hangisiydi, elinde zehirli mi değil mi belli olmayan kırmızı elmayı getiren kadın yaşlı ve çirkinken neden güzel bir abla oldu? güzelse niçin kötü birisi? prens nerden geldi? külkedisi’ndeki gibi bir ayakkabı testi olsa iyi ama prensesi nasıl buldu? beyaz atın koku hafızası mı var? bir insan bu kadar süre uyuyabilir mi? ben şimdi uyursam uyanamıycak mıyım?” şeklinde düşünmekten kendini alıkoyamayan çocuk, uykusuzlukla boğuşurken anlak kamaştıran kendi boyunda fakat sakalları da olan (hele kazaen “ayşecik ve yedi cüceler” adlı türk filmi versiyonunu televizyonda seyretmişse, yaşamının geri kalanında barış ve huzur kavramından hep uzak kalacaktır) ve tam uykuya dalarken yastığını çekiştirip “benim adım neydi bil bakalım?”, “sence ben mutsuz cüce miyim? nasıl? diyelim ki ben uykucuyum, uyur muyum mesela? şirine hangimiz olabilir? bizim aramızda şirine yok, saçmalama!” sorularıyla kabuslar yaşatan yedi ve fazlası gibi gelen cüceyle uğraşmak zorunda kalacak, hatta zorunda kalmayıp demans çağlayanlarından rahim kordonuyla bungee jumpin yapacaktır.

    (6-10 yaş grubu): cinsel kimlik seçimi arifesinde olan bu yaştaki çocuk grubunun ise kafasını sürekli masal içindeki karakterlerin cinsel alan paylaşımları rahatsız edecektir. öncelikle saflık, temizlik ve ana şefkati kavramlarıyla özdeşleştirdikleri pamuk prenses’in öpülmesi, beraberinde boynu bükük cücelerin vedasıyla bir bilinmeyen saraya prenses gitmesi çocuğun duyarlılığına travmatik, ağır dövmeler çizecektir. öte yandan, çirkin bir cadının anlam alt yapısı çözümsüz bir büyü sayesinde aniden güzelleşmesi çirkinlik/güzellik sıfatlarını sorgulamasına yol açmaktadır. bu bağlamda; “makyaj yaparım güzel olurum, saçımı tarar jöle sürerim yakışıklı olurum, saf bir gülümsemeyle zehirli bir elmayı dedeme ya da ananeme yedirebilirim” gibi bir takım yanlış sonuçlara ulaşması içten bile değildir. ayrıca; terk edilebilir ve vefakar olmalarına karşın harcanabilir olan yedi adet cüce de ego geri beslemesi konseptinde prensesin kişiliğinin yansımasında bu yaştaki çocuklara “cüce olsun, deve olsun işin bitince bas git. ez koçum, kızım önüne geçenleri” biçiminde özetlenebilecek yanlış bir motivasyon mesajı da vermektedir.

    (10 yaş ve yukarısı): “ben yedi cüce gömmüş bir prensesim, beyaz atlı prens garantili kısmetim var” ve “abi topu topu yedi cüce napabilirler ki, eninde sonunda hatun benim. baktım yüz vermiyo cadı yapar bir büyü, onunla tek gecelik takılırım. millet makaraya alırsa aynayı öne sürerim, zaten paso /kraliçem senden güzeli yok bu dünyada/ diye yazıyo” ikilemi arasında gidip gelen fasit bir daireden ibarettir.

    pinokyo-- (0-5 yaş grubu): “seni leylekler getirdi” yalanının sorgulandığı masaldır. babası marangoz olan ya da alet edevat kutusunda bir parça tahta takoz bulunan bir çocuk mevsimlerin dönüp leyleklerin uçmasını beklemeden kendisine ağaçtan yontulmuş bir kardeş isteyebilir veya oturup kendisi bir kardeş yapmayı planlayabilir. öte yandan yalnızca plankton yiyen bir balina karnında yıllarını geçiren gepetto babanın neden sindirilip dışkılanarak kurtulmadığı hatta onca el becerisi olan bir adamın neden kendine bir masa yapıp mum ışığında otururken balinanın karnını kesip çıkmadığı çocuk zihninde büyük bir merak konusu olabilir. uzayan burun korkusu ise “nasıl olsa daha yalan söyleyecek yaşta değilim” boşvermişliğiyle bastırılacak ve bir sonraki yaş döneminde açığa çıkacaktır.

    (6-10 yaş grubu): evet, uzayan burun korkusu bu yaş grubunun temel problemidir. yalan artık dozuna dozajına bakılmaksızın fizyolojik etkiler barındıran büyük bir sorun haline dönüşmüştür. aile içinde ve çevrede uçuşan yalanlar, çocuk zihninde “onlar büyüdü tabi ondan uzamıyo” şeklinde göz ardı edilecek ve “ben pinokyo muyum? benimki de uzar mı? acaba annemle babam beni leyleklerden almadılar da bauhaus’da mı yontturdular? yoksa ben bir dünya dengelerini alt üst edecek bir ajan ailesinin mi çocuğuyum? bu kadar yalan... neden yalan söyleniyor? öyleyse bile neden onların burunları uzamıyor? babamın pipisi pantolonuna sığacak mı? annemim göğüsleri yalan söylediği için mi büyüyor? ya benim pipim de büyürse ve fermuarıma sıkışırsa?”

    (10 yaş ve yukarısı): “gepetto yaşına geldik hala bir yuvaya bi karıya karışamadık, ne uzuyoruz ne kısalıyoruz şu boş hayatta” ile “kocamla uyurken kendimi yalnız ve terk edilmiş hissediyorum. o horlaya horlaya uyurken ben gece lambasının ışığında gepetto babanın balinanın karnında pinokyo’la karşılaştığı sahneyi okurken aslında kendime ağlıyorum” düşünsel girdapların arasında vakumlanan kirli küvet suyu gibidir.

    hansel ile gratel – (0-5 yaş gurubu): bu masalın okunması ile dinlenmesi arasında büyük farklar bulunur. bu yaş grubundaki çocukların okuması yazması olmadığından depresif psikoz kaçınılmazdır. masalın girişindeki terk edilme sahnesi, çocuğa yaşama dair ilk acı gerçeği açılışta sunmaktadır. “anne baba kavramı yalandır. basbayağı yalnızsın. hele yanında seni seven ve kafası yere ekmek kırıntısı bırakacak kadar çalışan biri yoksa ayvayı sapıyla yedin” büyük ödül olan şekerden ev bu aşamda doyurucu olmayacak, çocuk zaten ruhsal anlamda kötürüm ve doğuştan öksüz/yetim duygusunun kucağına ağlaya ağlaya oturcaktır.

    (6-10 yaş grubu): şekerden ev kavramının önem kazanabileceği bir yaş grubudur. hatta masalda kuşların yediği ekmek kırıntıları yüzünden görülen her kanatlı yaratığa taş atma saplantısı, cami önlerindeki güvercinleri tekmeleme arzusu ve evdeki kanarya kafesinin önünden her geçişte kafese vurma isterisi bu yaş grubunda normal sayılabilecek davranış bozukluklarıdır. bununla birlikte masal sonrası görülen düşlerde apartmanlar boyu şeker yemek, üstüne yine alışveriş merkezi boyutlarında damacanalardan su içmek ve buna bağlı olarak gece yatağı ıslatmak yine olası travmatik ataklardandır. şeker ev bambaşkadır. anayı babayı unutturur. yedikçe yenir. o açlık bitmez. ohh; bacadaki jelibon sıvayı da, dur pencerenin pervazındaki krem şantili katmanı da, aman aman paspasın altında anahtar şeklinde böğürtlenli varmış... şeklinde sürer gider.

    (10 yaş ve yukarısı): “bebeğim ben yaşam boyu kendi göbeğimi kendim kestim, bana o anam babam olucak insanlar beş kuruş bir şey bırakmadılar. bak şimdi sen evim arabam yok diye bana yüz asıyosun ama söz veriyorum çok çalışıcam... elini sıcak sudan soğuk suya... nereye gidiyosun ya, laf anlatıyoruz şurda” ile “kızım ben ayhan’dan ayrıldım diye yiyorum bu çukulatayı tamam mı! bak sana şurda yemin ediyorum, bundan sonra aşk yok benim hayatımda... şu frambuazlıyı da yiyim ondan sonra rejime de giricem... on kilo aldıysam yirmi vericem... gör bak, kopartıcam bu portakal kabuğu selülitlerin hepsini bir bir” arasında kaynayan güzeli çirkin, ağacı çocuk, cüceyi deve, evi şekerdenlik, çocuğu yine çocuk yapan aşure kazanıdır.
  • ben bu tahribatın çok büyük olduğunu düşünmüyorum. çünkü çocuklarda empati duygusu çok gelişmiş olmuyor. tahribat olabilmesi için empati gerekiyor. kendimden biliyorum, empatinin bokunu çıkarmış bir insanım ve çocuklukta çocuk-büyük kitabı demeden bulduğum her boku okuyan bir kitap kurduydum. o masalların çoğunu da orijinal halleriyle okudum. dans eden ayakkabıları çıkaramayıp ayaklarını kesen mi ararsın, gözleri oyulan mı ararsın, vuhuu neler neler. çocukken tam olarak yaşananın ne olduğunu bile algılayamıyorsunuz. al mesela aslan kralı ergenlikte izlemiştim. en sevdiğim çizgi filmdi. mufasa'nın öldüğü sahnede azıcık ağlamıştım. şimdi yeniden çekmişler, fragmanı izlerken ağlamaktan içim çıktı. bir kere çok gerçekçi olmuş, hayvanlara karşı hassasiyetim geçen yıllarda sokak hayvanları ile uğraşmaktan tavan yaptı. yavru aslana ağlarsın, scar'ın perişan yaralı hali bile mahvetti beni. bunların yaşayacak yeri kalmadı, orospu çocuğu avcılar gelip bunları avlıyor, vs derken fragmanı bile bitiremedim. yani tabii ki rnek alma riskinden dolayı çocuklarımıza vahşet dolu saçmalıkları okumaya gerek yok ama o kadar da korunmaya ihtiyaçları yok. empati yaşlandıkça artıyor, korunmaya daha çok ihtiyaç duyan biziz.
  • masalları değiştirerek anlatınca önüne geçilebilir. ben böyle yapmak zorunda kalıyorum. mesela, kibritçi kız masalının sonunda onu arayan büyük annesi gelip onu alıyor ve sıcacık evine götürüp en lezzetli yemekleri afiyetle hapur hupur yiyorlar, ömür boyu mutlu yaşıyorlar. kurşun asker karton sarayda yaşayan balerinle mutlu mutlu yaşıyor. şimdi aklıma gelenler bunlar. henüz 4 yaşında bir çocuğu keyifli vakit geçirmek için anlatılan bir masalda ölümle tanıştırmak çok saçma geliyor.

    (bkz: kötü sonla biten çocuk masalları)
  • külkedisi küçük kız çocuklarına bir çift ayakkabının hayatlarını değiştirebileceğini öğretir, bütün hayatlarını o ayakkabıyı arayarak geçiren ayakkabı fetişisti kadınlar üretir.
  • uykuya yatmadan evvel bir prenses olduğunu fısıldar sana masallar, prens birgün gelip seni bulacaktır, istersen zehirli elma ye , gelip kurtarır seni, kaç git, kurtulamazsın ayakkabından izini sürer, prenses olduğunu gizle gene peşini bırakmaz, çarşafın altına bezelye koyup bulur. sırf prensin seni bulması için doğurulup kuleye konmuş bir prenses olduğundan kendi başına kalmana imkan verez masallar, onsuz bir hiçsindir. kimliğini yalnız kuramazsın, yaşamını kendince sürdüremezsin. kırmızı pabuçlar giyip gönlümce dans edeyim desen, ayakkabıların cezalandırır dikbaşlılığını, dans etmeyi bırakamadığın için ayaklarını keserler.
    büyüyüp de prensin seni bulmadan önce masalları elinden alıp pembe seriler, beyaz seriler tutuştururlar eline, büyükler için masallar. gelecek prens iş adamına , sense olgun, güzel, yalnız genç kadına dönüşürsün. prens diyar diyar seni kovalamaktab bıkıp yoluna güller döken cüretkar bir erkek olmuştur.
    evlenirsin, düğününde prensesler gibi eteği kabarık gelinlikler giyere. prens seni odaya götürüp öpeceğine takılan altınları hesaplar, kırılırsın. birgün "bana çiçek alsana" dediğinde yoluna güller döken, seni bulmak için dağları delen adam tokadını yapıştırır yüzüne "sen kendini prenses mi sanıyorsun?" diye. anlarsın masalların elinden kayıp gittiğini. kule kapandığın evindir ama seni kurtarmaya gelecek adam yoktur ortalarda. o prensesi değil kahvede kumarı, meyhanede içkiyi, genelevdeki öteki kadını seçer. onsuz yaşamayı öğrenmediğinden, kocanın sarhoş bakışında beyaz serideki centilmen adamı ararsın. bulamazsın, susarsın. masal biter.
  • büyüyünce açığa çıkar.

    bir büyüdür büyümeden önce
    sonrasında ömrünü siken o masallar
hesabın var mı? giriş yap